ÖRNEKLERLE ANALİZ I
Türk-İslâm Ülkücüsü şuurludur, muhteşem Türk İslâm Medeniyetinin klasiklerini bilir. Arvasi Hoca’mız bize kendi klasiklerimizi okumamızı ecdadımızı tanımamızı söylerdi, Prof. Dr.Tayfun Amman, eğer okumayanlar olursa da dinimiz için şu üç ismi bilmemizi istediğini belirtiyor: İmam-ı Azam, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani Hz.leri.
On yıl önce İstanbul eski ocak başkanı ülküdaşımız çocuğunu ilkokulda bunların okuluna gönderirken, bir gün okuldan gelen çocuğu “ baba Afrika’da çok fakir Müslüman çocuklar açlıktan ölüyormuş, sınıf olarak onlar için kurban kestireceğiz, yirmi lira verir misin “ der. Arkadaşımız okul müdürünü arar, okul müdürü “ evet hocam, okul olarak Afrika’da, fakir Müslümanlar için kurban kestireceğiz, öğrencilerden 10, 20, 30 topluyoruz” der ve oradaki Müslümanların nasıl bir fakrü zaruret içinde yaşadıklarını anlatır. Bu şekilde toplanan para ile kaç kişinin bir koç kesebileceği sorusuna yaklaşık sekiz on öğrencinin bir koç kesebileceğini söyler. Arkadaşımız “Hocam oradaki kardeşlerimizin çaresizliğini biliyorum, ancak bizim dinimizde küçükbaşı bir kişi, büyük baş kurbanlığı da en fazla yedi kişi kesebilir. 10, 20, 30 liraya kurban olmayacağına göre on kişi bir araya gelip bir küçükbaş kesemezler. Bizim dinimizde kurban kesmenin şartlarına tekrar baksanız iyi olur” der. İlmihal bilgisi olan ülküdaşımız bu istismarı hemen görmüştür, işte İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi bilmenin örneği.
Esnafı, zenginleri toplayıp himmet parası topladıklarını hepimiz biliyoruz. Esnaf bu toplantıda yakınındaki arkadaşının yüz bin, diğerinin doksan bin verdiğini görür. Halbuki gönlünden geçen on bindir, ancak diğerlerinin verdiği rakamlardan dolayı arına giderek on beş bin der. Tabii hemen itirazlar olur, kınarlar, bak komşun yüz bin verdi olur mu derler. Bari yirmi bin vereyim der, kuvvetli itiraz devam eder. Fazlasında çok zorlanırım, beni aşar demesine rağmen kırk bin dedirtirler, hemen senet hazırdır, senedi imzalatırlar.
İşte bu konuda İmam-ı Gazali Hz. leri, bunun bir toplulukta, umumi şekilde yapılmaması gerektiğini kişinin kınanmaktan korkarak verdiğini ve katıksız bir haram olduğunu söyler. Böyle bir işi “Zira sopalarla bedenin zahirini dövmek ile hayâ ve kınanma korkusunun kamçısıyla kalbin içini dövmenin arasında fark yoktur” diye yazmıştır(İhyay-ı Ulumi’d-Din). Rencide edilerek, mahcup edilerek istenildiğinde utanarak ve riya ile vermeye mecbur bırakılır ki haram olur demektedir (Kimya-yı Saadet). İmam-ı Gazali’yi bilenler bu şekilde himmet parası toplamanın “katıksız haram” olduğunu da bilirler.
On beş yıl kadar önce Ocak’ta üniversiteler başkanlığı yapmış bir arkadaşımızı arabalarına alan iki cemaat mensubu hocalarının vaaz kasedini açmışlar, güya propaganda yapmaktadırlar. Hocaları, iki sahabinin Hz. Muhammed’e (S.A.V) gelerek ana ve babalarının küfrde olmalarından dolayı çok üzüldüklerini, kahrolduklarını söylediklerini, Peygamberimiz’in (S.A.V.) de onları teskin ettiğini anlatır. Bu iki sahabi bir hafta sonra tekrar gelirler, yine ana- babalarının küfrde olmalarından dolayı yakınırlar, Hz. Muhammed (S.A.V.) onları yine teskin eder. Hocaları devam eder; Resulullah (S.A.V.) benim anam babam da küfrdeydi diye anlatır. Bunun üzerine arkadaşımız “Ehli sünnet itikadında Şanlı Peygamberimizin ana ve babası Hanif dinindeydi, yani bir tek Allah’a inanıyorlardı, kim ki küfrde olduğunu söylerse imandan çıkar “ der. Hemen hocalarının öyle demediğini, öyle demek istemediğini söylerler. Kasedin o bölümünü tekrar dinlerler, ancak yine tevil etmeye çalışırlar. İşte Ebu Hanife!
Hocalarının rüyasında Peygamberimizi (S.A.V.) gördüğünü söyleyerek anlatımlarda bulunduğu bilinmektedir. Dinimizin dört kaynağı vardır, kitap, sünnet, icmai ümmet ve kıyası fukahadır. Ölçümüz bunlarla birlikte tali delillerdir, mesela İslâm’a ters olmayan töreye uymak vaciptir. Ölçümüzde rüya, keşif yoktur. Rüya bir fıkhi delil değildir. Ne kadar alim olursa olsun gördüğü rüya üçüncü kişileri bağlamaz, yalnız kendini bağlar. İmamı Rabbani Hz.leri Rüyada Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamı hakiki şekliyle gören, muhakkak Onu görmüş olur. Çünkü şeytan Onun şekline giremez. Fakat şeytan başka şekle girip görünebilir. Resulullah efendimizi tanımayan kimsenin, bunu ayırması kolay olmaz. Birincisi, Resulullahı gördüğü yalan olabilir. İkincisi, dine aykırı olduğuna göre, görülenin Resulullah olmadığı kesindir. Şeytan, başka şekle girip, ben Peygamberim diye yalan söyleyebilir. Peygamber efendimizi tanımayan da, o şekli Resulullah zanneder.
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullahın hakiki şeklini, rüyada tanıyabilmek çok güçtür. Bunun için, rüyalara nasıl güvenilebilir? Şeytan, Resulullahın yüksek şanına yakışacak bir şekilde, o Serverin ismiyle görünemez. Melun şeytan, düşmanlığını burada da gösterebilir. Araya karışarak, olmayan şeyi olmuş gibi gösterebilir. Rüya göreni şaşırtır. Kendi sözlerini ve işaretlerini, onun sözleri ve işaretleriymiş gibi gösterir. Resulullah vefat ettikten sonra, bir kimse uykuda, hisleri çalışmazken ve yalnızken, nasıl olur da, rüyanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değiştirmediğini anlayabilir? (Mektubat: 1/273) Buna bir misal olarak da kısaca Garanik olayını vermiştir: “Hz. Peygamber ayetleri okurken, müşriklerin taptıkları Lat, Menat gibi ilahlarının yer aldığı yere gelince, şeytan o putları öven sözleri öyle bir şekilde seslendirdi ki, oradakiler bunların da Hz. Peygamber tarafından okunduğunu sandılar…” Evet, İmam-ı Rabbani Hz.lerini bilmek mühim, hem de çok mühim!