Gizli bir sekülerleşme içindedirler. Dini ön plana alarak dünyevileşme, dinde yabancılaşmanın başka bir yüzüdür. Himmet, kurban, burs vs gibi dini kullanarak yollar Allah’a değil bankaya çıkar hale getirilir. Sorular çalınır, bu hırsızlık bile “hocaefendiye” rüyasında sorular gösterilmiş hale getirilir ya da masumlara kumpas kurulur. Rüyalar bile dünyevileşir.
Kurumlaşmaya giderek, okul, üniversite, holding, ticari şirketler kurma, tv, radyo kanalları açma, hastane işletme gibi teşekküller oluşturma faaliyetlerini darbe öncesi hazırlamışlardır.
Hıristiyan ve Musevi dünyasında görülen cemaatlerin kapitalistleşmesi, büyük şirketler kurarak holdingleşmelerinin benzeri burada da görülmektedir. Bu örgütün ekonomik olarak büyümesi, ülkenin politikalarında etkili olması, Batıdaki büyük sermayenin cemaatlerin elinde toplanması ve daha güçlü konuma gelmeleri ile benzerlik göstermektedir. İtikad, ilmihal, fıkıh öğretmeleri beklenen, yani Din, iman ile uğraşması gereken cemaat; para ile uğraşan, maddiyata yönelen sermaye guruplarına ve holdinglere dönüşmüştür. Kendilerine dini burjuvazi ile dünya çapındaki emperyalizmin Truva Atı rolü biçilmiştir. Çünkü dini cemaatler dini misyonlar yerine ekonomik misyonlara soyunduklarında bu rolü üstlenirler.
Cemaate giren kişiye bir kod adı verilir ki, bu daha çok sahabi isimlerinden seçilir. Birbirlerini gerçek adlarıyla değil kod adlarıyla bilirler. Fetöye katıldıktan sonra tam bir istihbaratçı gibi yetiştirilirler. Kimliklerini gizleyerek bambaşka kimliğe bürünürler. Devletin dışında devlete karşı, kendi istihbaratını teknolojik ve modern bir örgütlenme ile kurması, yabancı bir istihbarat servisi ile bağlantısı olduğunu akla getirmelidir. Bu biçimdeki örgütlenmelerin arkasında yabancı istihbarat servislerinin bulunması kaçınılmazdır, böyle bir örgütlenmenin bir cami vaizi, bir tarikat şeyhi, bir hoca tarafından yapılması mümkün değildir. Dini görünümlü derin bir istihbarat ve casusluk örgütü olarak çalışırlar.
Örgütün tavsiye etmediği hiçbir kitap, dergi, yayın okunamaz. Üyelerine zihni yasaklar getirir, sınırları bir milimetre geçen hiçbir fikir yürütemezler. Kifayetsiz liderlerin özelliklerinden biri de üyelerine zihni sınırlamalar getirmeleri ve otokritik yapmamalarını sağlamalarıdır.
Kendilerine özeleştiri yapmazlar. . Pavlov’un refleksoloji uygulamasının benzeri ile şartlandırma, düşünmeden kabul etmenin örneği görülür. Hayvanların otokritik yapma kabiliyetleri yoktur, onlar duyum ve içgüdüleri ile hareket ederler. Hayvanlarda organizmalarını ve beş duyularını kontrol ve kritik etme ihtiyacı gözlemlenmemektedir. Hayvanların organizmaları ve duyuları onlara yeterli gelmektedir. Organizmasının ve beş duyusunun sınırlarını zorlayan, otokritik yapan yalnız insanoğludur. İnsanoğlunun otokritik yapma kabiliyeti olmasaydı, gelişemez, ilerleyemezdi. Eleştiri yapılmayan geliştirilemez. Hâlbuki İslâm müslümanlara düşünmeyi, taklid-i imandan tahkiki imana çıkmayı emreder.
Bu örgütün üyelerinin nefs muhasebesi yapmalarına izin verilmez. Yani onlara göre onlar öyle üstündürler ki, diğerlerine onların her dediğini tasdik etmek düşer. Şanlı Peygamberimiz hem kişiyi hem toplumu nefs muhasebesine yani otokritiğe davet etmiştir. İmamı Azam Ebu Hanife’nin El Âlim ve’l Müteallik adlı eserinin girişinde bu konuda tefekkür eden ve düşünen, araştıran talebenin övülmesi vardır. Bunun gibi yüzlerce örnek mevcuttur.
Bu nefs muhasebesi, yani otokritik etme şahsımızı, içinde bulunduğumuz toplumu, siyasi, fikri yapıyı geliştirir, hatalardan ders almamızı sağlar, problemlerin çözüm yollarını arttırır, ham softa kaba yobaz olmayı önler. Kabul ederken de, red ederken de şuurlu olmanın temel şartlarından biri de otokritik etmedir. Tarih bize; totaliter sistemlerde gelişmenin, ilerlemenin daha yavaş olduğunu söylemektedir. Tarihin çöplüğünde tabular ve yasaklarla hadiseleri yönlendirmeye kalkan sahte kahramanların kalıntıları vardır. Bu otokritik şahsımız, ailemiz, içinde bulunduğumuz toplum, siyasi yapı, parti, siyasi lider için de olmalıdır.
Hadiselere bakışları, düşünce dünyaları, fikri platformları itibariyle beş duyunun verilerine dayanan dayanan bir tutumları vardır ki, Auguste Comte’un pozitivizminin getirdiği yeni bir din, yeni bir ahlâk, yeni bir hukuk, yeni bir estetik anlayışı görülür. Böylece zihniyet olarak liberal Müslümanlar teşekkül etmiş olur, bunu “liberal kapitalist İslâm” izler, sonu materyalizme çıkar.