Sinsi ve kahpece planlarla Türk gençliğinin kafalarını karıştıranların, kavramlar üzerinde oynayanların, tezgâhladığı oyunlarına, bilerek bilmeyerek alet olanları maalesef yaşadık ve gördük. Bir milletin kavramları, zihinlerde defalarca saptırılır ve ayrı ayrı anlamlar yüklenirse önce zihinlerde başlayan ayrışma, kamplaşmalara sebep olur. Kamplaşmalar da çatışmaları tetikler, körükler. Böylece zihinlerde başlayan işgal ve saptırma kutuplaşmaları, ayrılıkları derinleştirir ve bunun sonucunda kendi tarihine, kendi kültür ve medeniyetine bilerek veya bilmeyerek zarar verme, ihanet etme faaliyetleri ortaya çıkar. Bu faaliyetler; çoğu zaman insani, ulvi, dini, milli değerlerin arkasına saklanarak, ya özgürlük, eşitlik, bağımsızlık, ya da Allah, vatan, millet, istikrar, büyüme, dünyaya meydan okuma, Osmanlı olma gibi kavramları öne çıkararak kitleleri ikna etmeye yöneliktir. Bu topraklarda bin yıl büyük medeniyet kuranların çocukları kendisi olamaz hale gelirler.
İlim, güzel sanatlar ve din insan hayatında başköşede yer alırlar, bunların olmadığı bir toplum yoktur. Nerede bir insan cemiyeti varsa orada mutlaka ilim, güzel sanatlar ve din vardır. Eğer bunlar yok edilmek istenirse o zaman karşımıza ilmin yerine şarlatanlık, güzel sanatların yerine iptidailik ve çirkinlik, dinin yerine istismar ve batıl inançlar çıkar. Bunun adı soysuzlaşmadır ve soysuzlaşmanın sonu da kültür ve medeniyetlerin çökmesidir.
Günümüzde din denilince çok sayıda din insanlığa sunulmaktadır. Böylece burada da bir kavram kargaşalığı ile karşılaşmaktayız. Hâlbuki Din; Peygamber tebliğleridir, vahye dayanır ve sadece bu tebliğlerden ibarettir. Şahsi fikirler, indi yorumlar din değildir. Bizim inancımızda dinin tekâmül geçirerek çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa doğru ilerlediği gibi düşünceler yoktur. İlk insan ilk peygamberdi. Son Peygamber de Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir.
Din tarih boyunca bütün toplumlarda var olagelmiş, toplumlar idrak ettikleri oranda dini yaşamışlardır. Dini ortadan kaldırmaya yönelik baskılarla din yok edilememiş, aksine batıl inançlar daha da artmıştır. Din sosyolojik bir gerçektir, inkârı ve ihmali halinde toplumda, devlette derin yaralar, travmalar açar. Devlet din eğitimini doğru olarak yerine getirmezse, mecrasından çıkarırsa veya çıkarılmasına göz yumarsa; din eğitimi yer altına çekilir, gayri resmi olarak faaliyet gösterir.
Evlatlarına dinini öğretmek isteyen aileler, kendilerine dosdoğru din eğitimi verilemeyen Türk çocukları bunu sağlamanın yollarını ararlar ve böylece bir cemaat ya da bir tarikattan gayri resmi olarak din eğitimi almaya başlarlar. Halbuki analar ve babalar çocuklarının hem okumasını, ilim insanı, mühendis, doktor, avukat, hâkim, subay, öğretmen vs olmasını, hem de dinini öğrenmesini,vatanına, milletine, devletine yararlı hizmetler yapmasını istemektedirler. Dini saptıran, dindışı cemaat ve tarikatlarla, dine yabancılaşma ve dinde yabancılaşma ortaya çıkar. Devletin kontrol etmediği din eğitimi çok tehlikeli aşamalara gelebilir, toplum, böylece dinde yabancılaşmış guruplara bölünerek parçalanabilir, hatta 15 Temmuz’da olduğu gibi devletin bekasını tehdit edebilir. Yabancı devletler bu boşluktan yararlanarak, Türk çocuklarını kendi ideolojilerine ve emperyalizmine alet ederler, bunu da kendi davalarına hizmet ettiklerine inandırarak yaparlar.
Ülkücüler kültür kırılmaları yaşayan cemiyetimizde ve bu eğitim sisteminde özünü, milli benliğini koruyarak ecdada layık ve onların çizgisinde, her türlü engellemeye rağmen Türk Medeniyetinin yeniden ihyası yolunda bir tuğla olabilmek için varını yoğunu ortaya koyanlardır. Zaten Ülkücü küçük politika yapmaz, davasını bütün tezleri ve antitezleri ile bilir, kabul ederken de, red ederken de şuurludur.
Türk Milliyetçileri bu oyunları her defasında görecek, bilecek ve bozacak donanıma sahip olmalı, bir Müslüman Türk olarak tarihine yaraşır biçimde gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymalı, kınayanların kınamasına aldırmadan bu davanın eskimediğini modası geçmediğini dosta düşmana göstermelidirler.
DEVAM EDECEK