Bugün Turan şairi Ergeş Uçkun’un vefatının, 3.cü devriye senesi. Onun aramızdan ayrılıp, ebedi istirahatgâhına göçüşünün üzerinden tam 1095 gün, 36 ay, 3 yıl geçti. 2009 yılı içerisinde aramızdan ayrılan Uçkun, arkasında bir yığın şiir, bir yığın yazı ve makale ve düşün dünyamızda çok önemli yerler edinen o pınar gibi berrak fikirlerini bıraktı. Peki Türkiye’de pek fazla tanınma fırsatı bulamayan Türk Dünyası’nın bu çok önemli şairini, düşün dünyamızın, edebiyat tarihimizin neresine oturtmalı? Neresine koymalıyız? Onun Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda çok daha yakından tanınması için neler yapmalıyız? Bu sorular üzerine odaklandığımız takdirde, işte o zaman ortaya somut olarak bir şeyler koyup, önemli işlerin altına imza atabileceğimiz kanaatindeyim. Bu yazımızda bir nebze de olsa yukarıdaki soruların cevabını arayacağız.
Uçkun’un hayatıma dahil olmasının üzerinden 2 yıl geçti. İki yıl öncesine kadar, adını duymadan bu günlere geldiğim bu değerli insanın hayatımın birçok noktasında eksik kalan tarafları tamamladığını belirtmeliyim. Bu 2 yıllık süre zarfı içerisinde Uçkun’un, Türk Dünyası açısından çok önemli bir yere sahip olduğunun farkına vardım. Farkında olduğum bir diğer husus daha vardı ki, bu da beni maalesef üzdü. Birçok yazar ve şairimize önem ve değer vermediğimiz gibi, maalesef bu mümtaz şairimize de pek önem vermemiş, onu yakından tanımak ve tanıtabilmek adına mücadele göstermemiştik. Bu durum da milletlerin böyle şahsiyetler üzerinde yükseleceği gerçeğine gözlerimizi kapatmamızdan başka bir durum ile açıklanamasa gerek. Bu noktada Uçkun gerçeğine gözlerini kapatarak, onun yeterince tanınamamasına neden olan büyüklerimi de eleştirmeden geçemeyeceğim. Bu anlamda söz ve icraat bağlamında yapılanların ve yapılmayanların, vicdan terazisinden tekrar geçirilmesi gerekmektedir. Yalnızca Türk Milliyetçiliği sıfatlarıyla ön plana çıkan, bazı grup ve şahıslarca tanınan ve tanıtılmaya çalışılan Uçkun’u, bu yerel tanınmışlığının kabuğundan çıkaracak; onu evrensel düzleme taşıyacak olan çalışmaların ve girişimlerin zarureti, kaçınılmaz bir gerçektir. Çok şükür son zamanlarda Uçkun adına güzel şeyler yaşanıyor. Yıllar önce Orhan Söylemez’in katkılarıyla çıkarılan Yurt Koşukları isimli şiir kitabına, bu yıl değerli büyüğüm Arslan Küçükyıldız’ın, çok mühim bir işe imza atarak çıkardığı “Çapandaz” isimli kitap da eklendi. Uçkun’un yazılarının ve bazı şiirlerinin bulunduğu bu kitap, Uçkun’un fikir dünyasının çok daha yakından tanınmasına katkı sağlayacaktır. Şahsım da, tüm bu eksikliklerin farkındalığıyla, bir lisans tezi hazırlamayı kendime görev addettim ve şükürler olsun ki tezimi bitirme aşamasındayım. Diliyor ve umuyorum ki bundan sonra yapılacak olan çok daha yetkin ve bilimsel çalışmalarla, Uçkun’un bu makûs talihinin kırılacağına ve parçalanacağına olan inancımı belirtmek istiyorum.
Uçkun her şeyden önce çok geniş bir düşünce ve fikir dünyası içerisinde yaşamıştır. O, Türk Dünyasının her yerini sevgiyle kucaklamayı başarabilmiş, ender şair ve düşünce adamlarımızdan bir tanesidir. Onun bu şekilde çok geniş bir düşünce dünyasına sahip olmasında ise şüphesiz, doğduğu topraklarda (Güney Türkistan) yaşanan buhranlı süreci bizzat yaşamış ve görmüş olması, bunun yanında da tüm bu yaşananların ana kumanda merkezinde (Amerika) yıllarca bulunarak, gelişmeleri ve olayları yakından takip edebilmesi yatmaktadır. Bir yılı aşkın süredir Uçkun üzerine çalışan biri olarak, tezimde önemli ve kayda değer sonuçlara vardığımı burada belirtmeden geçemeyeceğim. Bu sonuçların en başında gelen unsur ise; Uçkun’un geniş bir konu yelpazesinde eserler ortaya koyduğudur. İncelememizde, Uçkun’un konu yelpazesinin önemli bir bölümünü; Turan, Türkistan, Gurbet, Bedbinlik, Kahramanlık vb. gibi konuların oluşturduğunun tespitine vardık ve tüm bu kavramları tematik incelemeye tâbi tuttuk.
Türkistan coğrafyasında, yetiştiği topraklarla özdeşleşen çok önemli şair ve yazarlar vardır. Bu şair ve yazarların başında Kırgız Türkleri’nin gözbebeği Cengiz Aytmatov, Kırım Türklerinin yükselen sesi Cengiz Dağcı, Azerbaycan Türkleri’nin bağrı yanık şairi Bahtiyar Vahapzâde, Güney Türkistan coğrafyasının kader adamı Ergeş Uçkun, ve daha niceleri yer almaktadır. Dolayısıyla her biri kendi toprakları üzerinde oynanan oyunları birebir yaşayan ve hisseden bu mümtaz şahsiyetler, bu oyunların gerçek birer taşıyıcıları ve aktarıcılarıdırlar. Türkistan coğrafyasının farklı yerlerinin kalbi durumunda olan bu insanlar üzerine yapılacak olan dikkatli okumalar ve incelemeler, bundan sonra oynanması muhtemel oyunlara karşı çok daha önceden bir set çekmemize olanak sağlayacaktır. Uçkun öğretilerinin de bu noktada, tüm Türkistan coğrafyasındaki Türklerin belleklerine kazınması gerekliliği kaçınılmazdır. Çünkü o, Lütfü Şahsuvaroğlu’nun da ifadesi ile: “Bizi bin yıldır bir arada tutan terkibin adamı.”dır.
“Turan Şairi” olarak tanınan Uçkun’un bu tabiri hak ettiği son derece açıktır. Birçok şiirinin başlığının Turan ile ilgili olması, yine şiirleri ve düzyazılarının içerisinde çok sık Turan kelimesini kullanması ve vurgulaması, bu durumun açık ve net bir göstergesidir. Türk Dünyası içerisinde Uçkun’un yeri nedir sorusuna onun bir dörtlüğü ile cevap vermenin yerinde olacağını düşünüyorum:
“Horosan meskenim, Bakü, menzilim
Almaata yaylam, Ankara sevgilim
Aşkabatta aşkım, Taşkentte dilim
Könlüm, Semerkantta yatar Türkistan.”
Yüreği böylesine Türklük ateşi ile dolu olan Uçkun’u, tek bir edebi silsileye bağlamak yerine; “Tüm Türkistan coğrafyasının ortak şairi” olarak değerlendirmenin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Zira Uçkun’un Türk Dünyasındaki yeri, Horosan’dır, Bakü’dür, Almaata’dır, Ankara’dır, Aşkabat’tır, Taşkent’tir, Semerkant’tır, Akmescit’tir, Bosna’dır, Kıbrıs’tır…
Türk Dünyası içerisindeki yerini biraz olsun belirlemeye çalıştığımız bu mümtaz şairi bir kez daha rahmet ve şükranla anıyorum. Allah mekanını, hayalini kurduğu Türkistan’ın cennet bahçelerinden eylesin diyerek, Uçkun için yazdığım bir şiir ile sözlerimi burada noktalıyorum:
TÜRKİSTAN’IN BAĞRINDAN BİR UÇKUN GEÇTİ
Antköy’den yükseldi bir güneş,
Işığı Türkistan’a, Turan’a değdi
El oğlu değil o, sana! Bana! bize eş,
Sıcağı yüreğin tellerine değdi.
Doğru bildiğinden bir an olsun sapmadı,
Çırpındı, didindi, ense verip yatmadı,
Başkasının gözlüğüyle, bize bakmadı
Türkistan’ın bağrından bir Uçkun geçti.
Türk deyince, Tanrı Dağda yel oldu,
Aktı, gürledi Orhun’da coşkun sel oldu
Bedeni tutmayanın sırtına bel oldu
Antköy’ün bozkırından bir Uçkun geçti.
Gönlümüzün tahtında bir yer tuttun,
Tek başına sen bir memleket, yurttun,
Ak sakalınla en önde, bir Bozkurttun,
Silifke bahçelerinden bir Uçkun geçti.
Ey Türk oğlu senin bir Uçkun’un var,
O koca yüreğe bir vefa borcun var,
İzinden gitmeye mecburiyetin var
Turan’ın düşünden bir Uçkun geçti.
İDRİS ACAR.
25.05.2012
(Kafkas Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü son sınıf öğrencisi)