Gündem çok hızlı değişiyor ve bazı konular ele alınmak için eskimiş gibi görünebiliyor. Ancak öyle konular var ki, unutulmalarına izin verilmemeli, bir biçimde sürekli hatırlatılmalı. Sonuç alınana kadar ısrarla gündemde tutulması gerekli konular bunlar. Kamuoyunda yükselen sesler, en azından benzer konularda yanlışlar yapmaya kalkışanların cesaretini kırar umudundayım.
İki çocuğum da Ankara’da, Şehit Albay Reşat Çiğiltepe Okulu’nda okudular. Diplomalarında, CV’lerinde (özgeçmişlerinde) o okulun adının bulunmasını onur sayarım. Mustafa Necati Bey ve Albay Reşat Çiğiltepe rahmet istediler. Bilvesile makamlarının cennet olmasını dilerim. Adları verilen eserlerden adları silinmiş, yerlerine başka adlar konmuş. Çok çirkin, büyük bir vebal; kınanması gereken bir vefasızlık örneği.
Başkalarının başarılarını, emeklerini, eserlerini sahiplenerek bir şeyler yapıyor görünenlere hep kızmışızdır. Bu hazıra konucular hemen hemen her yerde karşımıza çıkıyorlar.
Örneğini müzik alanından vereyim. En yaygını kendisi özgün bir şeyler üretemeyen sıradan müzisyenlerin ünlü bir halk müziği eserini batı müziği enstrümanları eşliğinde ağızlarını yayarak, ezgisini bozarak söylemeleri. Eserin karakterini zedelemeden yeni bir yorumu denebilecek bazı başarılı uygulamaları hariç tutarsak son derece kötü örnekler.
Kendine, sanatına güveniyorsan kendin özgün bir şeyler üretsene. Öyle bir becerisi yok. En kolayı, herkesin beğendiği, çok dinlenen, sahipsiz, ünlü bir halk müziği eserini al ve cılkını çıkar. Biraz daha zahmete girip araştırmayı göze alanlar, başka ülkelerin müziklerinden yararlanıyor.
Edebiyatta ve bilim alanında “intihal” (başkalarının eserlerinden çalma) çok yaygın. Akademik dünyada intihal şampiyonu profesörlerden bile söz edilir.
Bir de kamuda eser çalmalar var. Hayır sahibi birileri birtakım eserler bırakmışlar. Bu eserlere önemli tarihi kişilerin adları verilmiş. Bazılarının tarihleri çok eski. Bir kamu kurumunun, bir yerel yönetimin başına geçen, fırsatı ele geçiren birileri bu eserlere göz dikiyor. Onlara verilen adları siliyor, kendi kafasına uygun birilerinin adını veriyor.
Bazen adı gasp edilen eser, bizzat adı verilen kişi ya da ailesi tarafından bağışlanmış da olabiliyor ki bu durumda yapılana her halde “tüy dikmek” deyimi uygun düşer.
Efendi, kendin yap ya da başına çöreklendiğin kamu kurumu bir eser vücuda getirsin, sonra kimin adını verirsen ver. Olur mu canım(!) Nerede o bilgi, beceri, imkân, yeterlilik? Üstelik bu işte bir taşla birkaç kuş vurma imkânı var. Hem önemli bir tarihî kahramanı unutturursun hem Kurtuluş Savaşı’na, Cumhuriyete, dolayısıyla Atatürk’e sıkı bir gol atmış olursun hem kendi kafandaki birlerini topluma dayatırsın hem toplumdaki kamplaşmayı artırarak ülkedeki birlik ve beraberliği biraz daha aşındırırsın hem tehlikeli gördüğün güncel tartışmaları unutturmak üzere yeni bir gündem oluşturursun. Kim bilir, burada saymakla bitiremeyeceğimiz daha nice faydaları vardır.
Ben, umdukları bütün faydalarına(!) rağmen bu tür eser adı değiştirmeleri hiç de ahlâkî bulmuyorum. Köklü bir devlete, büyük bir millete, tarihe kök salmış bir kültüre hiç yakışmayan bu tür işler, bir tür çalma olmaktan öteye yeni bir kötülüğün de öncüsü oluyor. Artık hiçbir esere verilen adın orada kalıcı olacağına güvenilemez. Bir gün gelir birileri mutlaka değiştirir. Mustafa Necati Bey’in ve Şehit Albay Reşat Çiğiltepe’nin adları yerine adları konanlarınki bakalım ne kadar yerinde kalacak?