Eğitim Tarihinin Yüz Akı: Yüksek Öğretmen

Son günlerde Köy Enstitüleri tekrar gündemde.

Geçmişte farklı açılardan baktığımız bu okullar meğer büyük güçlerin baskılarıyla kapatılmış.

Bu görüşe katılsak da, katılmasak da sözkonusu okulların başarılı bir uygulama olduğunu göz ardı edemeyiz.

Ama Köy Enstitüsü ruhunu taşıyan İlköğretmen Okullarında okuyan bir yurttaş olarak bu okulların kapatıldığını kabul edemem. Çünkü köy aşkı, hizmet ruhu öğretmen okullarında da devam ediyordu. 16 Mart Öğretmenler günü büyük bir coşkuyla kutlanıyor, öğretmenlik yüceltiliyor, sevdiriliyordu. Bu okullarda haftada üç dört saat tarım, iş bilgisi, resim, beden eğitimi gibi dersler okutulurken yabancı dil derslerine yer verilmiyordu.

Köy çocuğu köyde kalmalıydı.

Öğretmen okullarıyla bir adım daha da ileri gidildi: Kasaba çocuğu da kasabada kalmalıydı.

Köye lider olarak gönderdiğiniz kişi ormanda karşılaşacağı ayıya nasıl davranacağını bilmeliydi ama turiste "Hoş geldin" bile diyememeliydi. Zaten turistin onun öğretmenlik yaptığı yerlerde ne işi vardı ki? Ya da turistin gelebileceği yerde onun işi olur muydu ki? Her neyse öğretmen Bodrum’u ilçe olarak değil, odun deposu olarak düşünmeliydi.

Yüksek tahsil de ancak öğretmen yetiştiren kurumlarda, eğitim enstitülerinde yapılabilirdi. Yani bir defa Öğretmen Okulu’nun kapısından içeri girmişseniz üniversiteyi unutmanız gerekirdi.

Bu sistemin istisnası Yüksek Öğretmen Okulları idi. Öğretmen Okulu öğrencisi beşinci sınıftan altıncı sınıfa geçerken ayrı bir sınava tabi tutulmadan başarısına göre öğretmenler kurulunca Yüksek Öğretmen Okulları’na önerilirdi.

Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’nde lise son sınıf müfredatına göre eğitilen bu öğrenciler, üniversite sınavlarına girer, puanlarına göre seçtikleri öğretmenliğe uygun bölümlere kayıt yaptırırlardı. Genellikle de Fen ve Edebiyat Fakültelerinin bölümleriydi bunlar.

Ülkemizde İstanbul, Ankara ve İzmir’de olmak üzere üç Yüksek Öğretmen Okulu vardı. Bu okulların sayısı artacak sanılırken nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir rüzgarla kapatıldılar.

Bugün geriye dönüp baktığımızda bu sürecin pek masum olduğunu düşünemiyorum.

Ankara’nın Beşevler semtine dönemin en güzel yerleşkelerinden birini yapan Bakanlık nasıl oldu da bu okullardan vazgeçti? Şimdilerde MEB Beşevler Kampüsü olarak kullanılan bu binalar neden amacına uygun kullanılmıyor? Dönemin en güzel çok amaçlı kültür merkezlerinden biri olan konferans salonu MEB Şura Salonu olarak, spor salonu ise bilmem ne için kullanılıyor. Bahçedeki futbol sahası ve basketbol, voleybol sahaları ise terkedilmiş. İzmir Bornova’yı hiç görmedim. İstanbul Çapa’dan geçerken de canım sıkılır ama Mimar Kemaleddin’in o anıtsal binasının hiç olmazsa eğitim için kullanılıyor oluşu içimi rahatlatır.

Zaten tam Türk Eğitim tarihi içinde yer almaya başlamışken ilk İstanbul Yüksek Öğretmen gözden çıkarılır; okul Ortaköy’e taşınır. Bu okulların geleceğinin karartılması bilinmez ofislerde belki de o zaman kararlaştırılmıştır.

Yüksek Öğretmen Okullarındaki sosyal gidişe hiçbir müdahale olmamıştır. Zaten o dönemdeki keskin kamplaşmalara da kayda değer bir müdahale yoktur. O günlerin Türkiye’sinde yönetenler sanki öğrencilerden korkmakta idiler.

1960 larda dönemin Milli Eğitim Bakanı bürokratlara kızar: "İyi de biz bu okulları üniversitelerin asistan açığını gidermek için mi açtık" der. Ne garip bir algı değil mi? Öğretmensin sen, öğretmen kal.

Maalesef hiçbir bürokrat bakana şu cevabı veremez? "Sayın bakanım üniversiteler bu ülkenin okulları değil midir?"

Yüksek Öğretmenliler Anadolu’da kurulan üniversitelerin belkemiğiydi. Liselerde öğretmen olarak kalan azdı belki ama dersanelerin gözbebeği de onlardı. Başka mesleklere geçenler de alanlarında başarılı oldu.

Birileri geleceği göremedi, kadir kıymet bilemedi, öğretmenlik mesleğindeki nitelik kaybına razı oldu ve bu sahipsiz Anadolu çocuklarına haddini bildirdi.

Yüksek Öğretmen sözkonusu olunca ocağın içinden biri olarak nesnel olmakta zorlandığımı biliyorum. Ama aralarından yüzlerce akademisyen (Şu yabancı dil öğretmeyip dil sınavlarında elemenize rağmen), onlarca dekan, bölüm başkanı çıkan değerleri unutmayalım istedim. Onları yetiştiren sistemi de.

Eğitim maceramızın tek mağduru ne Köy Enstitülülerdir, ne İmam Hatipliler; bir de Yüksek Öğretmenliler vardır: yuvaları ellerinden alınan, birbirlerini tanımalarına fırsat verilmeden ayrıştırılan, merkezden dışlanan.

Bu günlerde birileri bu okulları farkedip sistemlerini yeniden ele almayı düşünür mü dersiniz?

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!