Yanardağlar, magmanın yerin içinden yüzeye çıktığı veya daha önceleri çıkmış olduğu, koni biçimindeki dağlardır. Beklenmedik zamanlarda patlayabilirler ve genel itibarıyla büyük endişe kaynaklarıdır.
Peki tüm yanardağların patladığı bir senaryoda başımıza neler gelirdi?
İlk olarak, her bir volkanın patlaması sonucunda kitlesel bir panik yaşanırdı.
Etiyopya’nın Erta Ale’si ya da Hawaii’nin Kilauea’dı gibi daha yavaş ve sakin patlamalarıyla bilinen volkanlar, etraflarına sıvı sıcak lav fışkırtıp, yakınlarda ikamet eden herkese büyük bir korku yaşatırdı.
Ancak lavlar, volkanlardan oldukça yavaş hareket ederdi ve bu sayede insanlar, hava ve kara yolu ile kaçma fırsatı bulabilirdi. Bu yanardağların aksine Fuji Dağı ve İzlanda yanardağları gibi daha uzun stratovolkanlar, daha büyük sorunları beraberinde getirirdi.
Bu yanardağların her ikisi de o kadar çok kül üretirdi ki bu küller gökyüzünü kaplar ve dünyayı âdeta karartırdı. Güneş ışığı yok olur ve tarım çökerdi.
Bununla birlikte insanlar açlıktan ölmeye başlar ve bu küllerden herhangi birini soluyan herkes acı verici solunum problemleri yaşardı.
Ayrıca binalarda saklanan herkes, altyapı çöküşüne karşı savunmasız olurdu.
Çünkü çoğu kül, sudan 5 kat daha yoğundur ve birçok altyapı, üzerlerine düşen tonlarca külü tutacak şekilde tasarlanmamıştır. Tüm yanardağların patlamasıyla birlikte, Dünya okyanuslarındaki ve Arktika’daki devasa dengesiz karbon rezervuarları çözülürdü.
Mikroplar tarafından karbondioksit ve metana dönüştürülürdü. Ne yazık ki daha güçlü ancak daha kısa ömürlü bir sera gazı da gökyüzünene salınırdı.
Bu durum, gezegensel ısınmayı hızlandırır ve nihayetinde daha fazla sıkışmış buzlu metan rezervinin, potansiyel olarak ölümcül bir döngüde atmosfere kaçmasını teşvik ederdi.
Yine daha sıcak okyanuslar, karbondioksiti daha az tutar ve geriye kalan karbondioksit, gökyüzüne yayılırdı. Özetle hayal etmesi oldukça güç felaketler bizi beklerdi.