Partisinin Diyarbakır il kongresinde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu; “çözüm süreci her ne olursa olsun başarıya ulaşacak” derken, “Kobani’ye buradan selam ediyorum. Kobani’deki her kardeşimin alnından öpüyorum” sözleriyle devam etti.
Kobani; PKK ve Peşmergenin devletleşme iddiasının sembolü kılınıp, Emperyal devletlerin özel destek ve yardımları ile zafer naraları atabilir hale gelmiş, PKK-PYD’lilerin savaştığı yer…
Başbakan’ın Kobani’dekileri alnından öptüğü gün içinde ise, ülkemizde ilan edilmiş kantonlarda başkaldırılar devam etmekteydi. Cizre’de haftalardır süren kalkışma hala çözülemezken Şırnak’ta PKK gençlik yapılanmasının silahları ile asker düzeninde, uygun adım yürüyüşle meydan okuyuşu rahatça sahne alıyordu.
*
Başbakan’ın Diyarbakır konuşması, içerik olarak ise, anlaşılamaz çok vahim temeller üzerine oturtulmuştu.
Bol ölümlü, cinayetli, barışlı konuşmada nedense on binlerce insanımızın katledilişinden sorumlu bölücü terör örgütünün adı ima ile bile olsa zikredilemedi. Tuhaf bir şekilde, Türk ulusalcıları, Kürt ulusalcıları dengelemesi ile PKK bir çırpıda ak’lanıverdi.
Ertuğrul Gazi’nin torunları, Selahaddin Eyyübi’nin torunları deyip kardeşlik mesajı verirken, aslında bölücülerin ayrıştırıcı tezini peşinen meşrulaştırıveriyordu. Rahmetli Eşref Bitlis’in, Rahmetli Gaffar Okan’ın şehit edilmeleri, ömürleri boyunca karşısında mücadele ettikleri ayrılıkçı kalkışmanın bir parçası, bir tarafgiri haline getirme anlamı taşıyan bir zemine taşınıyordu. Bölücü terör örgütü karşısında devletçe teslimiyet anlamı taşıyan muhatap alınışının her defasında devletin karanlık odaklarınca engellendiği gibi garip ve izah edilemez bir iddia ortaya çıkıyordu. İşlenen cinayetler ve toplu katliamların bu şekilde terör örgütünce işlenmediği izlenimi kuvvetli bir şekilde savunulup, algı oluşturuluyordu.
Yetmiyor, Cumhuriyet mitingleri, Gezi olayları bu oluşturulmak istenen algının içine serpiştiriliyordu.
Hız kesmiyordu! Türkçenin karşısına Kürtçe ustaca eşitlenip, ayrıştırma bir kez daha kemikleştiriliyordu.
Haliyle, paralel çeteler unutulmuyor, fon müziği olarak konuya dâhil ediliveriyordu.
Tabii ki her zamanki gibi, analar ağlamasın eşitliği üzerinden şahadet ile ihanet denk tutulur noktaya geliniyordu.
Konuşmanın nihayetinde yıllardır ülkemizde kan döken terör şebekesinin, insanlık dışı eylemlerini kapatmak için, arkasına sığındıkları masum haklar üzerine tezleri, bizzat devlet eliyle meşru kılınmış oluyordu.
Dinleyen bölücülerin, bebek katillerinin baştan sona, rahatsız olmayacakları, benimseyecekleri bir düşünce bütünlüğü tescil ediliyordu.
*
Diyarbakır’dan, Kobani’dekileri alnından öperken, Cizre’de tecavüze uğramak yeterince ağırken!
On yıllardır, on binlerce insanımızın kanına giren bölücü eşkıyaların akıttığı kandaki sorumluluklarının sıfırlanması, daha bir ağır gelse gerektir vicdan taşıyanlara!..