AK Parti öncesi uygulanan dış politikanın ülkenin “üç tarafı denizle dört tarafı da düşmanla çevrili” hale getirildiği tezi ileri sürülerek “Yeni Dönemde Sıfır Sorun Politikası” uygulanacağı iddia edilmişti.
Bu bağlamda Davutoğlu, “Hükümetimiz, Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturma, Suriye ile düşmanlığı sona erdirme ve Ermenistan ile ilişkileri normalleştirme gibi çok sayıda ezber bozan girişimlere imza attı.”
Bu anlayışla Zürih’te protokoller imzalandı, Ermenistan’la kapı açma girişimleri yaşandı. Kıbrıs’ta “yes be Annem” sloganıyla desteklenen “Annan Planı” kabul edildi. Yetmedi “Bir adım önde olmak” adlı garip bir siyaset devreye sokuldu.
Jeopolitikten kopuk, tarihi gerçeklikten uzak, güç odaklarının hedeflerinden habersiz, romantik ve teorik politikaların başarı şansı yoktu. İzlenen bu teorik, ütopik ve romantik yaklaşımın sonuçları Türkiye’ye pahalı mal olmuştur.
AK Parti kendinden önceki Türkiye’ye eski diyerek reddi miras etti. Kendisi “Yeni Türkiye” diye bir kavram icat etti. İktidarın kudret elitleri kendilerinden önceki dış politikayı yürüten diplomatlara “monşer” yürüttükleri siyasete de “monşerler diplomasisi” adını vermişlerdir. Başbakan Erdoğan “sizin o diplomasiniz…Türkiye’yi bu hale getirdi. O diploması artık tarihe kavuştu.” Demişti.
BOP eş başkanlığının üstlenilmesi ve devamında uygulanan “sıfır sorunlu” ve “Emevi Caminde Namaz” politikası sonuçta Türkiye’yi bölgede bütün ülkelerle karşı karşıya getirdi. Türkiye’nin karşısında, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yanında pek çok ülke ve kurum da saf tuttu. Bunlar: Fransa, Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya.
İşte tam bu sırada dış ilişkilerde Türkiye’nin arzulanan desteği görmemesinden korkmaması ve tek başına da olsa yoluna devam etmesi gerektiği savunulmaya başladı. Bunun adına da “değerli yalnızlık” denildi.
Dış politikada yalnızlığı, değerli olarak nitelemek sağlıklı bir aklın kabul edeceği bir şey değildi.
Akıl başa geç geldi!
AK Partinin kudret elitleri sonuçta dış politikada dene yanıl, koy kaldır, yap boz, yöntemiyle bir yerlere varılamayacağını tecrübe ederek öğrendi. Sahada olmak, gücün hem farkını hem de sınırını keşfetmek başarıyı getirecekti.
Sonuçta daha önceki aklı yedeğe alma, sineye çekme, görmezlikten gelme politikası terk edildi. Kıbrıs’ta Rum’a kapı açmaktan vaz geçildi aksine kapalı Maraş açıldı. Suriye’de Süleyman Şah Türbesini taşımanın doğru olmadığı öğrenildi, Kuzey Suriye’ye Fırat Kalkanı operasyonu yapıldı. Ermenistan’la Zürih protokolleri yapmak yerine Azerbaycan’la “İki devlet bir millet” olmanın gereği yapıldı. Libya’da olanı biteni seyretmek yerine Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması yapılarak Mavi Vatan kuşatması yarıldı.
Bütün bunlara ek olarak Suriye’den Mısır’a, BAE’den Suudi Arabistan’a Türkiye’nin karşısında yer olan ülkelerle ilişkileri önce dengelemek sonra da bu ülkeleri Türkiye’nin yanına çekmek gerekiyordu.
Mısır’la Mursi/İhvan ile Sisi/darbe; Suriye’yle ise Esat/Rusya/İran ile YPG/ABD çelişkisi yüzünden karşı karşıya gelindi. Sonuçta Türkiye cami avlusunda altı milyonu aşkın göçmenle karşı karşıya kaldı.
Keşke çok önceleri birileri Mursi ya da Sisi’nin Mısır, Esat’ın da Suriye halkının sorunu olduğunu anlasaydı.
Sonuçta Savunma Bakanı Hulusi Akar, Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın “Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açılabilir.” Şeklinde açıklamalarda bulundu. Kahire-Ankara bu yapıcı havayı Doğu Akdeniz’de anlaşma zeminine taşıyabilir. Darısı Suriye’yle ilişkilerin başına!
Gelinen aşama akılcı, gerçekçi ve tutarlı olmanın sonucudur. Bazı ülkelerle dost olamıyorsanız düşman da olmayacaksınız. Yanınıza çekmiyorsanız, düşmanınızın yanına da itmeyeceksiniz. Müttefiklerinizi artıramıyorsunuz düşmanlarınızı da artırmayacaksınız. Akıl bunu emrediyor.