MESCİT VE CAMİ
Hazreti Peygamber’in Mekke’den Medine(Yesrib Kasabası)ye hicreti sırasında (622) Kuba Köyünde yapılan ilk cami “Kuba Mescidi”dir.
Kuba Mescidi, Hz. Peygamber’in Hicret sırasında yaptığı ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslâm’da inşa edilmiş ilk mesciddir.
Mescit, secde edilen yer anlamındadır.
Hicretin gerçekleşmesinden sonra, Medine’de Hz. Peygamberin evinin yanına yapılan Caminin adı ise, “Mescid-i Nebi”dir.
Halen Medine’de, “Ravza-i Nebi” olarak bilinen Hz. Peygamberin Türbesi de bulunan Caminin adı da “Mescid-i Nebi” / “Mescid-i Nebevi“ dir.
Ayrıca Kudüs’te bulunan “Mescid-i Aksa“ da önemli ve ilk mescitlerden olarak anılmalıdır.
“Mescid” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 22 yerde, bu kelimenin çoğulu olan “mesâcid” kelimesi de toplam 6 âyette geçer. Mescid kelimesinin türediği kök olan “secde” ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 92 yerde kullanılır.
“Allah’ın mescitlerini ancak, Allah’a ve ahiret gününe îmân eden ve namazı kılan ve zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece hidayete erenlerden olması umulur”(Tevbe,18).
Kur’anda, Kabe’nin olduğu mekan ile Kudüs’deki Mescid de geçer:
“Nereden sefere çıkarsan, namazda yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. Bu yöneliş emri Rabbinden gelen gerçek bir haktır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir” (Bakara,149).
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram‘dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa‘ya götüren O (Allah) Yücedir Gerçekten O, işitendir, görendir“(İsra,1).
Kur’an, daha Hz. Peygamber zamanında, “müminlerin arasını açmak” amacıyla kötü niyetle mescit yapacakların olduğundan da bahseder ve bütün müminleri uyanık olmaya davet eder:
“Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü’minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var.
“İyilikten başka bir niyetimiz yoktu “ diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever” (Tevbe, 107-108).
Bu durumun günümüzde olmadığını kim inkar edebilir?
“Ve hakikat mescitler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başkasına duâ etmeyin”. (Cin,18 )
Cami kelimesi de Arapça’dır. Cem’ (Toplanma, bir araya gelme) kökünden gelir. Cami, “toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri” demektir.
Mescid anlamında Cami kelimesinin hangi tarihte kullanılmaya başladığı bilinmese de, “cami” birlikte ibadet edilen mekân anlamında kullanılagelmiştir.
Cami kelimesinin kullanılmaya başlanılmasından sonra, birlikte ibadet edilen küçük yapılara veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibadet için ayrılmış mekânlara Mescit, büyüklerine Cami denilmeye başlanılmıştır.
Türk Kültüründe mescid; caminin küçük olanlarına verilen isim haline gelmiştir.
Batı dillerindeki ‘mosque’ kelimesi, Endülüs’te gelişmiş olan İslam medeniyetinin bakiyesi olarak İspanyolca ‘mezquita’ sözcüğünden geçmiş. Bu kelime Arapça ‘mescid’ kelimesinden…
Eskiden şehirlerde ve askeri bölgelerde, birlikte ibadet etmeye yarayan açık alanlar vardı. Bu yerlere namazgâh denirdi. Bu namazgâhlardan bazılarının yerine cami yapılmış olup, “Namazgâh Camisi” olarak adlandırılmışlardır.
Câmi sözcüğü, aynı zamanda Allah’ın 99 isminden birisidir. Bu anlamda Câmi’ “istediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan” güç ve kudretin sahibi Cenab-ı Hak demektir.
Özellikle Türkler tarafından kullanılan “Cami” kelimesi bu anlam dikkate alınarak, “Allah için toplanılan”, “Allah’ın huzurunda toplanılan yer” anlamındadır.
Hz. Peygamber’in hadislerinde Mescid kelimesine çokça raslanılır. Biz bunlara örnek olmak üzere üç hadis nakletmekle yetineceğiz.
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir” (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
“Yeryüzü bana mescid ve (teyemmüm için) temiz kılındı. Ümmetimden kim bir namaz vaktine ulaşınca,ı nerede olursa namazını kılsın.” (Nesâî, Mesâcid 42, hadis no: 2, 56)
Ebu Zerr (r.a.) şöyle anlatır:
– Ey Allah’ın Resulü! Yeryüzünde (ibadet için) yapılan ilk mescit hangisidir? diye sordum.
“- Mescid-i Haram” buyurdu.
Ben:
– Sonra hangisi? dedim.
Allah Resulü:
“Mescid-i Aksa” buyurdu.
Ben:
– Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim.
Allah Resulü:
“- Kırk sene vardır. Namaz sana nerede yetişirse namazı orada kıl. İşte orası bir mescittir” buyurdu. (Sahih-i Müslim hadis numarası: 808)
İSLÂMDA İLK İBÂDET NAMAZ
İslâm’da Allah’a imândan sonra ilk farz kılınan ibâdet, namazdır. İkinci vahiy ile el-Müddessir Suresinin ilk ayetlerinin indirilmesinden sonra, Mekke’nin üst yanında bir vâdide Cebrail, Hz. Peygamber’e gösterip öğretmek için abdest almış, peşinden Cebrail‘den gördüğü şekilde abdest almıştır.
Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’e namaz kıldırmış ve namaz kılmayı öğretmiştir. (İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227’nin açıklaması); Tâhir Olgun, İbâdet Târihi, 28, İstanbul, 1946)
Eve dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayı ve namaz kılmayı eşi Hz. Hatice’ye öğretmiş, o da abdest almış ve ikisi birlikte cemâatle namaz kılmışlardır.
Hz. Peygamber’e ilk imân eden ve O’nunla birlikte ilk defa namaz kılan kişi, eşi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd ve Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Ali oldular.
İLK CUMA NAMAZI
Allah Rasûlü Efendimiz, Rabb’inin emri üzerine, arkadaşı Hz. Ebu Bekir(r.a)’le beraber Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Kuba köyüne geldiler. Peygamber fendimiz(s.a.v),Amr b. Avf oğullarında on dört gün ikamet etti. Bu esnada onlarla beraber Kûba Mescidi’ni inşa ettiler.
Medine’de yapılan ilk mescit bu oldu. İlk Cuma namazı da burada farz kılındı. Ensar’dan, Said b. Zürare’nin evinde iki rekat namaz kılarken, Allah(c.c) da, Nebisi Hz. Muhammed’e Cibril’ı göndererek Cuma namazının farz olduğunu bildirdi. Böylelikle Cuma namazı Ümmet-i Muhammed’e farz oldu.
Rânuna mevkiine geldiklerinde Cuma namazı vakti girdi. Efendimiz Rânûna Vadisinin ortasındaki Cuma Mescidinin yerine indi ve burada Cuma namazı kıldı.Bu, Peygamber Efendimizin Medine’de kıldığı ilk Cuma namazı idi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz burada arka arkaya iki hutbe okudu buyurdu.
KUR’AN’DA CUMA NAMAZI İLE İLGİLİ AYETLER
“Ey iman edenler! Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya) gidin; alışverişi bırakın. Bu (hutbe dinlemek ve namaz kılmak), sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz”. (Cuma:9)
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz”. (Cuma, 10)
Bu ayette geçen, “Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya) gidin” İlâhi emri, “Cuma namazı kılınabilmesi için çalışmanın helal olmadığı ve Cuma namazı kılınacak kadar sürenin tatil olduğu” şeklinde kabul edilmiştir.
Bunun dışında “Müslümanların tatili” denilebilecek bir zaman yokyur. İslam gücü yettiğince hayat boyu çalışmayı emrediyor, hükmüne varılmıştır.
Buna rağmen günümüzde bazı insanların, “Cumartesi Yahudilerin, Pazar Hıristiyanların, Cuma günü de Müslümanların tatili olsun” demelerinin İslam kültür ve tarihi açısından anlamı yoktur. Halkın ifadesiyle, “Gâvurun var, bizim de olsun” mantığı ile önerilen “Cuma tatili” anlamsız ve boş bir gayrettir.
CUMA EZANI
Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirlerinde Cuma namazı vaktinde ezan dışarıda okunmaz, hatip minbere çıkınca okunurdu. Bu gün bu ezana “iç ezan” diyoruz.
Hz. Osman zamanında Medine’nin nüfusundaki artış ve ümmetin diğer namazlarda olduğu gibi, namaza davet anlamında mescit dışında da okunmaya başlandığını biliyoruz. Bu uygulama bütün İslam dünyasında “icmâ-ı ümmet” haline gelmiş ve ortak olarak uygulanmaktadır.
Osmanlı döneminde bu hususa esprili bir anlatımla, “Cuma namazı dış ezanla avâma, iç ezanla havâsa farz olur”, denilirdi.
CUMA SALÂSI
Cuma günleri, daha çok Arap şairlerin Hz. Peygamber hakkında yazdıkları “mersiye”ler, günün Cuma olduğunu ve cuma namazını için hazırlık yapılmasının sağlanması amacıyla minarelerden okunmasına “Cuma salası” denildi.
Osmanlı döneminde Cuma salasında, benzer “Naat” veya “kaside” okunduğu da olmuşsa da daha sonraları, ülke genelinde ortak sembol olmak üzere Cuma salası olarak Hz. Peygambere “Salât ü Selam”adı verilen “Essalâtü Vesselamü aleyke Yâ Rasûlallah” diye başlayan salâ okunmaya başlanmıştır. Bu gelenek halen ülkemizde, Cuma namazından yaklaşık bir saat önce makamla minarelerden okunmaktadır.
CUMA NAMAZININ FARZ OLMASI İÇİN ŞARTLAR:
Diğer namazların farz olması için aranan şartlara ilâveten cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için aşağıdaki şartlar gerekir:
a) Erkek olmak; cuma namazı kadına farz değildir, kılarsa sahih olur ve artık o günün öğle namazını kılmaz.
b) Hür olmak.
c) Cuma kılınan yerde ikâmet eder olmak.
d) Mazeret sahibi olmamak:
Mazeret Sebebiyle Cuma Namazı Farz olmayanlar şunlardır:
1) Cumaya gittiği takdirde zarar görecek hastaya,
2) Kendisini cumaya götürecek kimsesi olmayan kör ve kötürüme, özürlü,
3) Bitkin hale gelmiş yaşlı kişilere,
4) Tehlikeli sıcak ve soğuktan korkan kimseye,
5) Çok yağmur ve çamur bulunduğunda,
6) Haksız olarak yakalanıp hapsedilmekten korkan kimseye,
7) Gittiği takdirde mal, can veya namusun zâyi olmasından korkan kimselere
Cuma farz değildir, (Bunlardan mükellefiyetleri düşer, sorumlu tutulmazlar).
CUMA NAMAZININ SIHHATİNİN ŞARTLARI
a) Cuma kılınacak yer, şehir veya şehir hükmünde olan yer olacak.. (Şehir, en büyük camii cuma ile mükellef olanları alamayacak kadar nüfusu olan yerdir. Bir idârecisi ve) bir de hâkimi olan yer diye de tavsif edilmiştir. Daha uzaktakiler şehir dışında sayılırlar. Ayrıca, bir ictihada göre devletin şehir saydığı yer şehir kabul edilir).
b) İmam, devlet başkanı veya onun vekâlet ve/ya izin verdiği kimse olacak.
c) Camide cuma kılınmasına devlet izin verecek. (Devlet başkanının izni cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir). Bu izin bundan sonrası için de geçerli olur.
d) Öğle vaktinde kılınacak.
e) Hutbe okunacak.
f) Cami herkese açık olacak.
g) Cemaat ile kılınacak.
Yukarıdaki şartların bazı maddelerinde ehli Sünnet mezhepleri arasında farklılık varsa da genel esaslarda ciddi bir ihtilaf yoktur. Bunlar daha çok, cemaatin kaç kişi olacağı, bir şehirde bir yerde Cuma kılınması gibi hususlardadır.
CAMİ YAPILACAK YERE VE CUMA HUTBESİ OKUYACAK KİŞİYE İZİN VERME YETKİSİ
Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılmış camilerin tamamına CAMİ yapılmadan önce, beş vakit ve Cuma kılınmak üzere devlet başkanı olan Padişah tarafından “cami yapma izni” verilmiştir. Caminin tamamlanmasından sonra da hutbe okuyacak “Hatib” için hayat boyu geçerli yetki verilmiştir.
Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı bu konudaki bir izin talebine 6.2.1933 tarihinde köylerde de Cuma kılınabileceğine yazılı olarak cevap/izin vermiştir (A. Hamdi Akseki, İslâm Dini, (Ankara, 1957), s. 172).
Bu izinden sonra Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK arasında yapılmış bir görüşmeye dayanılarak, 16. şubat 1934 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yazılarak, Cumhurbaşkanı’nın imzası alınan bir yazı ile, devlet başkanına ait olan, “nereye cami yapılacağı ve kimin hutbe okuyacağı”na dair (Cuma Beratı) “izin verme yetkisi Vilayet ve Kaza müftülerine devredilmiştir.”
Halen çerçeveli bir levha olarak, bütün camilerde bulunan bu izin belgesi “Cuma Beratı”, caminin bağlı olduğu il ve ilçe Müftüsünce imzalanmaktadır.
Bu belgenin aslı tarafımdan yüksek lisans çalışmam sırasında, Cumhurbaşkanlığı arşivi il ve ilçe müftülüklerinin arşivlerinde yapılan araştırmalarda aslı veya suretine rastlanılmamıştır.
Meslekteki büyüklerimize ait beyanlar ise, 1965 yılında Kocatepe Camii yanındaki binaya taşınırken, “Başkanlık ulemâsından yetkili bazıları”nın “yeni binaya eski evrak yakışmaz” diyerek, mevcut Başkanlık arşivindeki evrakın “SEKA”ya kağıt yapılmak üzere gönderildiklerini anlatmışlardır.
CUMA AYNI ZAMANDA SİYASİ BİR İBADET
Cuma kılınacak caminin yapılması, hutbenin okunması ve Cuma namazının kıldırılması, devlet başkanı veya onun izin verdiği kişi tarafından yapılıyor olması sebebiyle aynı zamanda siyasi bir ibadet olarak kabul edilmektedir.
OSMANLI SARAYLARININ İÇİNDE NİÇİN CAMİ YOK?
İçinde çok büyük mekânlar, salonlar, hatta tiyatro bile bulunan Osmanlı sarayında Cuma namazı kılınacak cami niçin yoktur, sorusu zaman zaman sorulur.
Cuma namazının kılındığı ve Cuma hutbesinin okunduğu yerin kapısı herkese açık olacak. Böyle olmaz da gelmek isteyenlerden içeri giremeyecek yerlerde kılınan Cuma namazı sağlıklı olmaz, geçersiz sayılır. “Halkın serbestçe giremediği, avlularda, surlarla çevrili, özel izin gerektiren yerlerde Cuma kılınamaz” kuralı gereği, Osmanlı Saraylarında Cuma namazı kılınabilecek cami yapılmamıştır.
Küçük, mescit şeklindeki yapılar ise, ikamet edenlerle çalışanların günlük namazlarını kılabilmeleri için yapılmıştır.
Bir de Osmanlı Sultanları, halkın içine girmeyi, onları dinleyerek halkın ihtiyaçlarını ve taleplerini almayı çok önemserlerdi. Onun için her Cuma günü resmi tören düzenlenerek yapılan “Cuma Selamlığı” giderek büyük bir camide halkla birlikte namaz kılmak ve cemaate iştirak eden halktan isteyen herkesle görüşme, dilekçe kabul etme faaliyetleri sebebiyle de Saraya cami yapılsa, belki bu işten vaz geçileceği endişesini de zilretmek lazımdır.
CUMA VAİZİ
Cuma hutbesinin Arapça okunduğu zamanlarda, Cuma vaazı namazdan sonra yapılırdı. Namaz sonrasında vaaz edilmesini bekleyen cemaate ulemadan birisi vaaz ederdi. Vaazın konusu ise, daha çok hatibin Arapça okuduğu hutbe konusunda açıklamalar ve nasihat şeklinde olurdu.
Hutbenin Türkçe okunmasıyla birlikte Cuma vaazları Cuma namazından önce Vaizler tarafından yapılmaya başlandı. Bu gelenek halen devam etmektedir.
CAMİDEKİ SEMBOLİK MAKAMLAR VE ANLAMLARI
Camilere girildiğinde, üç adet makam sayılabilir mekân olduğu göze çarpar.
1. Caminin ana giriş kapısından girildiğinde sağ tarafta “Minber” vardır. Bu kelime söylenirken “Mimber” şeklinde de söylenir.
Minber, Hz. Peygamber’in ilk yaptığı Kuba Mescidi ile Mescid-i Nebi’de de vardı. İlk önce bir Hurma kütüğü konulmuştu. Hz. Peygamber, bu kütüğün üstünde hutbe okurdu. Kısa bir süre sonra bu kütük kaldırıldı ve üç basamaklı bir minber yapıldı.
Bektaşi Dergâhları başta olmak üzere bu üç basamaklı minber sembolik anlamı sebebiyle muhafaza edilir. Bektaşiler bu sembolik minbere “Taht—Muhammed” adını verirler. “Allah’ın Nuru”nu temsil ettiği kabul edilen “çerağ”lar (çıra, mum ve/ya benzeri aydınlatıcılar) bu tahtın üstüne konulur.
Toplantıya katılanlar, “Taht-ı Muhammed Muhammed”den parlayan ilâhi ışıkla aydınmış olur.
Camide Minber Hz. Peygamberin aynı zamanda devlet başkanı olmasından sebep, devleti temsil eder. Devlete ait işler ciddi ve resmi işlerdir. Bu sebeple hutbe “resmi devlet metni” olarak devleti kuran iradenin diliyle okunur.
Karahanlı, Selçuklu, Akkoyunlu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin özü aynı şekilde Türk’tür; dili Türkçedir.
Günümüzde bazı yerlerde Kürtçe Hutbe okutulmasının amacı ortaya çıkmış olmuyor mu?
– Afedersiniz Kürtçe ne zaman devlet dili olmuştu?
– Kürtçe denilen dilde “Kürt” ve “Kürtçe” kelimeleri var mıdır?
– Varsa “Kürtçe biliyor musunuz”, diye sorulmuyor da niçin “Kırmanç biliyor musunuz?” diye sorulur.
Gorani ve Sorani bölgelerinde de soru aynı şekildedir.
Bu sorular ben Kürdüm, diyenleri aşağılamak veya Kürdü, ve/ya Kürtlüğü inkar anlamına da soruluyor değil. Bir parça Kırmanç dili veya şivesi öğrenmiş, Gorani ve Sorani bölgelerinde bilimsel araştırma yapmış birisi olarak merakımı gidermek için soruyorum.
2. Caminin ana girişine göre sol tarafta bulunan ve halkın aydınlatılması için konuşma yapılması için konulmuş “kürsü”nün halkı temsil ettiği kabul edilir. Aydınlatılması gereken en önemli kesim halk olduğu için kendiliğinden böyle bir kabul ortaya çıkmış olabilir.
Kürsü, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “din nasihattir” hadisleri gereği nasihat makamıdır. Kürsü de halkın kolayca anlayacağı bir dil ile konunun anlaşılması için hikaye, darb-ı mesel, şiir, fıkra gibi şeylerden de yararlanılabilir.
3. Caminin ana giriş kapısına göre tam karşıdaki duvarın ortasında ise, halkla devleti birleştiren ve herkesi “Hak Divanı”ında buluşturan “Mihrab” vardır.
Mihrab’ta namazı kıldıracak “İmam” bulunur. Bu makamda bulunmak “Hak Divanı” diye de anlatılan, “Allah’ın Huzurunda olmanın vakar ve ciddiyeti” vardır. Bu sebeple de herkesi Yüce yaratanın huzurunda, O’nun rahmetine nail olmaya davet yapılır. Peşinden namazı kıldıracak olan İmam niyet eder:
“- Niyet ettim, Allah rızası için …… Namazının farzını kılmaya ve İmam oldum bana tabi olanlara (uyanlara)” !..
Mihrap, siyasetin asla olamayacağı, tam bir tarafsızlık gerektiren, Allah’la baş başa olmanın idrak noktasıdır.
Cemaat, eskiden İmama uyarken, “durdum Divana (Hak divanı kastedilir) uydum hazır olan İmama, derdi. Bu ifade yukarıda anlatılanlarla uyum ve ahenk içinde olmayı da ifade ederdi.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, bu makamların özelliklerini koruyamazsak, dini koruyamamış hale düşeriz.
Allah dinini ve Kitabını kıyamete kadar koruyacaktır. Bunda şüphe yok, ama hangi coğrafyada, hangi milletin gönlünde koruyacağını ise, sadece O biliyor.
Biz ise, bu topraklarda, Milletimizin elinde ve gönlünde asırlardır duran İslam’ın Sancaktarlığı da dahil, bütün değerlerimizi kıyamete kadar muhafaza edelim istiyoruz.
CAMİLERDEKİ YILDIZLI İŞARETLERİ VE YILDIZLARIN TEMSİL ETTİĞİ DEĞERLER
Ülkemizdeki klasik camilerle tekke, türbe ve dergahların tamamında iç süslemede sanat eseri olarak bulunan ve farklı biçimlerde yer alan yıldız resimleri, kabartmaları, oymaları, vitrayları vardır.
Bunlar ne anlama gelmekte veya neyi anlatmak için konulmuştur?
Camilerde Selçuklu ve Osmanlı döneminde tezyinat olarak yapılmış hiçbir renk, hiçbir desen veya hiçbir çizgi anlamsız değildir. Bunlar sadece sanat renk veya şekil olarak anlam ifade etmezler, aynı zamanda tasavvufi anlamları olduğu gibi, bazı resim veya çiçeklerin harflerinin “ebcet hesabı” ile de anlam ifade ettikleri bilinir.
Bunlara yeri geldikçe temas edilecektir.
Camilerde genellikle üç adet yıldız öne çıkar. Bunlar altı köşeli, sekiz köşeli ve 12 köşeli yıldızlardır.
Cumhuriyet döneminde yapılan bazı camilerde beş köşeli yıldızlar görüldüğü gibi, sayı önemli olmaksızın ve belli bir anlamı yüklemeden, mimarın aklına veya keyfine göre yıldız yaptığı da görülmektedir. Buların kötü niyet olmaksızın bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyoruz.
Bahsettiğimiz yıldızlardan sekiz köşeli yıldız Mekke’de Kâbe-i Şerif’in bulunduğu mescidin farklı yerlerindeki varlığından bahsetmeliyiz.
8 KÖŞELİ YILDIZ
Suudiler her türlü resim ve işarete Vahhabilik sebebiyle olumsuz baktıkları halde Kâbe’de 8 köşeli yıldız resmini niçin koymuşlardır?
Araplara göre, 8 köşeli yıldız “Hz. Âdemin Mührü” kabul edilmektedir. Bu yıldız bu amaçla konulurken, “Âdem de Araptı ve Mekke’liydi” anlamı ile birlikte bunu yaptıkları anlaşılıyor. Bununla insanların doğduğu yer ve bütün insanlığın kendilerinden neş’et ettiği gibi bir övünç payını da ifade ediyor.
Ülkemizdeki camiler dahil, dergâh ve tekkelerde 8 köşeli Yıldız bulunması ise, bu anlamla ilgisi olmayan ve tamamen tasavvufi anlam taşır.
Ülkemizdeki Seyyid kabul edilenlerin çoğu, özellikle de Kızılbaş (yeni deyimle, Alevi) Dedelerinin çoğunluğu sekizinci İmam Ali Rıza soyundan gelir. Sekiz köşeli yıldız da İmam Ali Rıza’nın remzi, işareti olarak kabul edilir.
Kadiri, Rufai, Mevlevi, Şazeli, Bektaşi, Gülşeni, Cerrahi gibi tarikatların çoğunluğu silsile (tarikat soyu) olarak Hz. Peygambere, Hz. Ali’den bağlanır. Bunların tümüne “Alevi Tarikatlar” denilir.
Günümüzde en muteber tarikatlardan biri olan Mevlevi Tarikatının kurucusu merkez dergâhı olan Konya’daki Mevlevi Dergâhının kubbelerinde “12 İmam”ın sıra ile isimlerinin yazılı olması da bundandır.
Mevlevi Dergâhı müze yapılırken, geniş mekân elde etmek amacıyla da olsa, dergâhın mescidi ile dergâh’ın duvarları yıkılarak birleştirilmiştir. Bu yapılırken tarihe ve kültüre saygısızık edilmişse de bu isimlere dokunulmadı diye gönüller ferah tutulmaya çalışılmıştır.
Bektaşi Tarikatının remzi, (alamet-i farikası) olarak Hacıbektaş Mermeri’nden yapılan, kemerin tokasına veya özel bir bağ ile boyuna asılan “Teslim Taşı”nın bir zamanlar altı ve sekiz köşeli olarak yapıldığı ve kullanıldıkları da biliniyor.
İmam Ali Rıza’nın Türbesi İran’ın kuzeyindeki Meşhed şehrindedir. Meşhed, Horasan eyaletinin merkezi ve İran’ın ikinci büyük şehridir. İran Horasan’ı, tarihte var olduğunu bildiğimiz büyük bir coğrafyayı ifade eden Horasan’ın güney bölgesindedir. Meşhed ve çevresi Türk bölgesi olarak bilinir.
Meşhed’de ki türbeye yaklaşık 20 km ilerde İmam Gazali türbesi bulunduğu gibi, 70 km ilerisinde Hacı Bektaş Veli ile Şair ve matematik bilgini Ömer Hayyam’ın şehri Nişabur vardır.
6 KÖŞELİ YILDIZ
Cami, dergâh, tekke ve türbelerde en yaygın olarak kullanılan yıldız altı köşeli yıldızdır. Her kya kovuğunda Yahudi arayan, ne yapılırsa Allah’dan, insanların yanlış veya hatalarından demeyip, Yahudi’lerden zannedenler için bu Yahudi işareti sayılır. Camideki ahşap işlemeleri veya çinileri kazıyan, söken, kıran hasta ruhlu insanlar da vardır.
Türk-İslam tarihinde sıkça kullanılan bu “altı köşeli yıldız” deseni zaman içinde “Seal of David” adıyla Yahudi ve Masonlar tarafından da kullanılmaya başlandı. Yahudiler sonraki dönemlerde bu şekli kutsal kabul edip sancak, flama ve muskalara işleyerek büyücülük tılsımı yaptılar.
Bu şeklin Yahudiler tarafından bir sembol olarak sıklıkla kullanılmaya başlanmasıyla birlikte Müslümanlar tarafından kullanımı da o oranda azalmış ve günümüzde ise hemen hemen terk edilmiştir.
6 KÖŞELİ YILDIZ tarih öncesinde bir “proto Türk” “tamga” (damga)sıdır. Yahudilere; Hazar Türklerinden geçtiği kabul edilmektedir.
Barbaros Hayrettin Paşa’ın Akdeniz’de şanla, şerefle dalgalanan Sancağı’nda da ALTI KÖŞELİ YILDIZ vardı.
Barbaros Hayrettin Paşa Yahudilere mi çalıştı dersiniz?
Yahudi ve mason propagandası o kadar aklımıza yerleştirilmiştir ki, ilk önce onları hatırlıyor duruma gelmişiz. Bu korku ve panik bizi “Yahudi ve/ya masonların yapamayacağı şey yok” sonucuna götürmekte, umudumuzu kaybetmek dahil, başımıza geçmiş herkesi de nerede ise, bu sebeple Yahudiler, masonlar başımıza getirdi, zannediyoruz.
Bu psikolojinin terk edilmesi,