Dincilik Karşısında Bu Defa Dindarlık!

Cumhurbaşkanlığı seçimleri “çatı aday” belirlenişi sonrası çok farklı bir konum kazandı.  Henüz ilan edilmeden propagandası başlatılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çıkışı, çoğu ilklerin yaşanacağı bir seçim dönemini beraberinde getiriyor.

Adaylıklarına kesin gözüyle bakılan isimlerden, Erdoğan’ın siyasal İslam söylemiyle var oluşu yanında, İhsanoğlu’nun, İslam Ülkeleri tepe teşkilatında 9 yıl başkanlık yapışı, İslam Dünyası üzerine eserler yazan bir bilim adamı oluşu, ailesi ve geçmişi itibarı ile dindar yönü öne çıkmaktadır.

Bir tarafta toplumda dinci bakış olarak ifade edilen siyasal İslam akımı, diğer yanda zamanın gereklerine göre teçhiz edilmiş, asli mecrasında vücut bulan İslam anlayışı karşı karşıyadır.  
 
Bu defa “baskıcı laik düzen” söylemi kullanılamayacaktır.

İlk defa dini referansların gündemin merkezinde olacağı, başka bir anlamda tek başına dini bakışın belirleyici olmayacağı bir dönem yaşanacak.

Kalıpların yerle bir olduğu bu özel durum, nasıl bir Türkiye, nasıl bir İslam anlayışı sorularının cevabını da uhdesinde bulunduran bir zihniyet mücadelesi olarak önemini artırmaktadır.

*

Rahmetli Erol Güngör “İslam’ın bugünkü meseleleri” adlı eserinde, büyük bir çelişkinin ortaya çıkardığı çöküşten bahseder. İslam hukuku getireceğiz” diyerek milyonlarca Müslümanın sokaklara döküldüğünü, ama getirilebilecek bir İslam hukuk sisteminin olmadığını belirtir.

Güngör; “Mevcut durumda İslam hukuk sistemi olmadığını, İslami çerçeveyi esas alan bir hukuk sisteminin geliştirilmesi gerektiğini” ifade ederek özetle; “Kur’an-ı Kerim’de hukuk ile ilgili Ayet-i Kerime sayısı 400 civarında olup, ancak Kur’anı Kerim’in belirttiği esaslar çerçevesinde bir hukuk sistemi oluşturulabilir” der. “Tüm Dünyada temel kabul edilen Roma hukuk sisteminin bugün gelişmelere cevap veremez oluşunun, bu ihtiyacı son derece önemli kıldığından” bahseder. Devamla; “ Bugün tüm İslam ülkelerinde böyle bir hukuk sistemi geliştirmek üzere bir araya getirilecek üç âlim bile yetiştirilemeyişinin hazinliğine” vurgu yapar. Yine, “İslam esaslı ekonomik ve idari sistem üzerine yüzeysel birkaç eser dışında gelişme olmadığı” tespitlerine yer verir.

Dolayısı ile gelinen noktada, İslam dini, anlaşılamamış, anlatılamamış, yaşanamamış, zamanın hastalıklarının içine hapsedilmiş, şekil ve kalıplarda kaybedilmiş oluşu acı gerçeğimizdir.

Nitekim İslam coğrafyasında bugün yaşanan olaylar dikkate alındığında tam bir çöküş dönemi yaşanmaktadır. Kan gölü, vahşet ve insanlık dramlarından bahsetmek kaçınılmaz hale gelmiştir. “Allahuekber” diyerek pala ile insanları doğrayan caniler bu katliamları İslam adına yaptıkları iddiasındadırlar. Açlıktan ölenler bu coğrafya da olduğu gibi, altın küvetlerde banyo yapanlarda bu coğrafyanın insanlarıdır. Bitmek tükenmek bilmeyen savaşlarda kimsesiz kalan çocuk gelinlerin zengin Arap tüccarlara sunulduğu pazarların olduğu coğrafya burasıdır. Anlamsız mezhep çatışmaları insanın kanını dondurur mahiyette ilerlemektedir.

Keza ülkemiz farklı çözülmeler ve çürümelerin girdabında savrulmaktadır. Çoğu yıkımlar din kisvesi altında, dini ritüellerin tatminkârlıklarında gerçekleştirilmektedir.
Din yükselen değer olarak gösterilirken;

  • Hırsızlıklar, yolsuzluklar, zulüm ayyuka çıkmış, aklın almayacağı cinayetler, fuhuş, çocuk yaşlardaki uyuşturucu bağımlılığı olağan hale gelmiştir.
  • Gelir dengesindeki adaletsizlik kalkışmaların kaynağı haline ulaşmıştır.
  • Yetim hakkı, hakkaniyet duygusu sadece anı olarak durabilmiş, güçlü olanın zalimliği meşru bilinir olmuştur.
  • Alınacak rüşvetlere fetva verilecek kadar zıvanadan çıkılmıştır.

Tüm gelişmeler göstermektedir ki; Din ile ahlakın arası süratle açılmaktadır.
Yüzyıllar boyu İslam’ın bayraktarlığını yapmış Türk Milleti bugün etnik bölücülüğün tahakkümünde, mezhep tarafgirliğinin kıskacında, emperyal projelerin esiri haline getirilmiştir. Ecdadımızı Dünya hâkimi kılan, “devlet-millet-din-toprak “ mefkûresi yok sayılmış, din adına; devlet öcü, millet gereksiz, toprak değersiz olarak nitelenme sapkınlığına düşülmüştür.

*

  • Türk Milleti bu çarpık din anlayışından beslenen sosyal uçurumdan süratle sıyrılmalıdır.
  • Türkiye yükselen din perdelemesinde barınan bu zilletten derhal kurtulmak zorundadır.
  • Dini ritüellerin sarmalında kaybedilen milli ve manevi değerlerimiz yeniden inşa edilmeli, hak, adalet duyguları tesis edilmeli, vatan ve millet sevgisindeki önceliğimiz onarılmalıdır.
  • Körleştirilen hassasiyetlerimiz canlandırılmalıdır.

Böylesi can damarı hedefler için;

Dincilik akımı ve dindarlık arasındaki müthiş fark çok iyi irdelenmeli ve anlaşılmalıdır. Dinciliğin ayrıştırıcı, ötekileştirici, yok edici, zümre imtiyazlı sonuçlarından arınıp… Dindarlığın, yanlışı reddedip, doğru olanları geçerli kılmakta bir engel olmadığı gerçeğini aydınlatmak zorundayız. Dindarlığın gerçek anlamda insanlığımızı zenginleştirmek, sevgi ve saygının her alanda, tüm kesimlere ihyası anlamı taşıdığının idrakinde olmalıyız.

Dinciliğin İslam dünyasına Protestan anlayışının etkin kılınma gayreti olduğunu… Dindarlığın ise İslam’ın toplumu birleştirici, bütünleştirici yönü oluşunu anlayabilmeliyiz.

*

İşte önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi “dindarlık” ve “dincilik” anlayışının karşılaşması üzerine bir işaret fişeği olarak önemlidir.

Bu defa “sanal din düşmanlıkları” türetilemeyecektir.

İçinde olduğumuz cendereden sıyrılışın ilk ve en önemli adımı bu seçimle atılabilecektir.

Devlet ve millet olarak birliğimiz, bütünlüğümüz, dirliğimiz bu zihniyet karşılaşmasındaki tercihimizle şekillenecektir…

Ya esaret! Ya asalet!..

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!