Videolarla savrulan Türkiye başlıklı yazımı (1 Haziran 2021) “Türk Milleti, dağıtılan devletine de sahip çıkarak geleceğe yürüyecektir. Çünkü Türk Milleti ve devleti ebed müddettir, ölümsüzdür. İçindeki veya dışındaki projelere karşı şerbetlidir. Bu şerbetin etkileri de genlerine işlemiştir.” diyerek bitirmiştim. Buradaki anahtar kelime dağıtılan devlet. Tarihî anlayışımızda devletimizin ebed müddet olduğu doğru ama Türk Milletinin çok sayıda devlet yıkıp kurduğu da doğru. Demem o ki ölümsüzlük Türk Milletinin kendisinde. Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir süreçte, yıkılmaya çalışırken, Türk Milletinin ayağa kalkmasıyla kuruldu.
Türkiye, Cumhuriyet’in ilanının yüzüncü yılına doğru yaklaşırken, bugün, büyük sarsıntılar geçiriyor. Devletin temel taşları yerlerinden oynamış durumda. Hatta -neredeyse- varmış gibi davranan bir devlet hâlinde devam ediyor.
Hâlâ rahat uyku uyabiliyorlar ya…
Son aylarda her gün bir yolsuzluk haberi patlıyor. Yasadışı oluşumlar, menfaat birliktelikleri, Suriye’de devam eden savaştan elde edilen ticarî rantın haberleri arkası arkasına geliyor. Yasal olmayan yollardan el değiştiren sermaye, uyuşturucu kaçakçılığı hikâyeleri binbir gece masalları anlatılır gibi konuşuluyor. Haydi konuşan açısından anladık, onlar masal gibi anlatsınlar ama devletin harekete geçmesi gereken bütün organları da tıpkı masal dinler gibiler. Heyecanla ve sadece yarın neyi duyacağız acaba diye merakla bekliyorlar. Devamı geldikçe de yatağında masal dinleyen çocuk misali uykuya dalmaktalar.
Masal dinleyince uykuya dalanlar aslında duyduklarıyla uykusu kaçması gerekenler. Onlar uyumamalı ki Türk Milleti rahat etsin. İnsanlar güvenlik ve huzur içinde olsunlar. Hatta kapılarını bile kilitleme ihtiyacı duymadan yaşasınlar.
Bütün bunlar olurken devletin herhangi bir savcısı çıkıp da ne oluyor diye sorma cesaretini bulamıyor. Hukuk cesaretini kaybedince halk uykusunu yitirir. Uykusuz geceler zifiri karanlıktır. Karanlık korkutur ve korku da bulaşıcıdır.
Birçok yazımda kullandım, yine hatırlatacağım. Merhum Dündar Taşer, “Acele Islahat Osmanlı imparatorluğunu bitirmişti. Derhal Reform da Türkiye Cumhuriyeti’ni eritebilir.” der. Galiba bu vecizeyi güzel bir hatla yazıp yöneticilerin karşısına assak iyi olacakmış. Ama artık vakit geçti tabi. Çünkü o kadar çok reform yaptık ki sayısını unuttuk. Devletin yönetim şeklini de reforma tâbi tuttuk.
Reform ama nasıl?
Devletin yeniden yapılandırılması bir Amerikan danışmanlık firması tarafından çalışıldı. Çalışıldı diyorum çünkü bu haberler hiç yalanlanmadı. Şirket kuruluyordu sanki. Emekli olduğum kurumda da yeniden yapılanma çalışmaları aynı firma tarafından verilen danışmanlıkla gerçekleşti. Ben de bu projede görev almıştım.
Her biri döneminde üniversite giriş sınavında ilk birkaç yüz kişi içinde olan Türk çocukları ile çalışıyorlardı. Zeki, ne yaptığını bilen ve alanlarında çok başarılı kişilerdi. Biz çalışanlardan aldıkları bilgiyi analiz ediyor ve sonuç hâline getiriyorlardı. Un bizden, maya bizden… su, tuz ve fırın bizdendi. İşimizin nasıl yapıldığını da bize sormuşlardı. Sonunda da bize işimizi yeniden tarif edeceklerdi.
Çalışmalar sona yaklaşırken bir şey fark etmiştim. Kullandığımız terminolojiyi değiştiriyorlardı. Artık teşkilat yapımızda alıştığımız isimleri terk etmemizi, kendilerinin daha uygun göreceği isimleri kullanmamız gerektiğini söylüyorlardı. Hatırımda kaldığı kadarıyla, ben işe girdiğimde adı işletme daire başkanlığı olan bölüm için operasyonel faaliyetler dairesi diyorlardı. Danışman çocuklara “Bizi yeniden yapılandıracaksınız ama bizim dilimizi değiştirmeyin. Çok ama çok uzun yıllardan beri bu kavramları kullanıyoruz. İsmimizi ve dilimizi değiştirmeden eksiğimizi tamamlayın, fazlalığımızı atın ama bizi başkalaştırmayın.” demiştim. Bu çalışma yapılırken yaklaşık yüz yıllık bir tecrübenin sahibiydik. Bize hak verdiler ve uyarımı dikkate aldılar. Fakat sektörde kardeş kuruluşlarımızda da benzer çalışmalar yapılmıştı. Yeni(!) uğruna eski ortadan kaldırılıyordu. Aynı şirketin bir devlet bankasında da yeniden yapılanma çalışması yaptığını ve orada da terminolojinin farklılaştırıldığını bir şube müdürü arkadaşımdan dinlemiştim. Sudan çıkmış balığa döndüklerini söylemişti.
Şirket kolay da ya devlet?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de böyle bir mantık ve kabulle yapılandırıldı. Binlerce yıllık devlet tecrübesi yok sayıldı. İsimler değişti, yeni birimler oluşturuldu, eskiler ya kaldırıldı veya tamamen farklılaştırıldı. Yaşanan yenileşme değil başkalaşmaydı.
Artık eski normaller de yenilendi. Bir bakanın şirketi bakanlığa mal satıyor hukuk yine görmezden geliyor. Hukukun görmemesi ve duymaması normalleşti. Bakanlıklarda bakan yardımcılarının da şirketlerinin olduğu ve bakanlıklarının ihalelerini aldığı haberleri basında çıkar oldu.
Bir genel müdür yardımcısının, Türk bürokrasisinde görülmeyen şekilde bakana kafa tuttuğu basında yer aldı. Hiçbir işlem yapılmadı. Birkaç gün sonra aynı kişi “Söyledim ama yazılmamak kaydıyla söylemiştim.” dedi. Söylediğini hem inkâr etmiyor hem de kafa tutmaya devam ediyordu. Bakan da bu konuda hiç sesini çıkarmadı. Anlaşılan “Yeni(!) devlet (aslında şirket desek de yanlış olmaz)” içindeki kavga çok büyük ve hakem konumundaki makamlar sadece seyretmekteler. Video fırtınalarıyla başlayan savrulmaların büyüklüğü, kavganın boyutunu gözler önüne sermekte.
Yeni yapılanma dedikleri başkalaşmada devlet hem metal ve hem de mental yorgunluğu içinde. Metal yorgunluğu sistemin yükü taşıyamaz duruma geldiğinin habercisi. Mental yorgunluğu da yönetimde yaşanan sıkıntıları anlatıyor. Her ikisi birleştiğinde de devletin yokluğuna doğru bir seyahat görünüyor. Bu coğrafyanın yükü bırakın devletsizliği, sağlam temelleri olmayan bir devlet olmadan da taşınamaz…