Olguyu Türkiye ile ABD'nin "ittifak" ve "stratejik ortaklık" ilişkileri bağlamında irdelemekte eksiktir.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlarını Başkan Trump'ın kişiliği ile ilişkilendirilmesi de akılcı ve açıklayıcı değildir.
Bütün bunlar ABD ile Türkiye arasındaki krizi derinleştiren olgular olarak görülebilir. ABD ile Türkiye arasında son zamanlarda meydana gelen krizleri tek bir olaya, ilişkiye ya da şahsa bağlamak da doğru değildir.
Kriz üstüne kriz!
ABD ile Türkiye arasında son zamanlarda yaşanan krizlerin süreklilik ve derinlik arz ettiği görülmektedir. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralamak mümkündür: "Çuval Krizi", “Korumaları Tutuklama Krizleri”, “Vize Krizi”, “Münbiç Krizi”, “F-35 Krizi”, “S-400 Krizi”, “Astana Krizi”, “Suriye’nin Türkiye Sınırında Sınır Gücü Oluşturma Krizi”, “PYD’ye Beşbin TIR Silah Verme Krizi”, “Kudüs’ün başkent ilan edilmesi krizi”, “Hakan Atilla Krizi”, “FETÖ elebaşısını iade etmeme Krizi”, “Halk Bankası Krizi”, “Brunson Krizi” ve son olarak da çelik ve alüminyumdan alınan gümrük vergilerinin artırılması krizidir.
Demek ki ABD ile Türkiye arasındaki krizin gerçek adı “Brunson” değildir. Papaz Brunson krizini bitirmekle ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşeceğini sananlar yanılıyorlar.
Brunson krizi ABD ile Türkiye arasında yaşanan krizlerin devam eden halkasıdır.
Sonuçta ABD ile Türkiye arasındaki derin ve taban tabana zıt görüş ayrılıkları ne “müttefiklik” kavramıyla görmezlikten gelinebilir ne de kısa sürede çözümlenmesi mümkün olabilir.
ABD ile Türkiye arasında “evlat acısı kuyruk acısı” sorunu vardır. Türkiye için Kudüs/Filistin meselesi bir evlat sorunudur. ABD için de aynı değerlendirme İsrail için yapılabilir.
Türkiye-ABD ilişkilerini krizler bozmuyor aksine mevcut ilişkilerin asimetrikliği sürekli kriz yaratıyor.
Temel sorun Filistin/İsrail ve bir bütün olarak Ortadoğu’nun geleceği konusunda ABD ile Türkiye arasında uzlaşılması çok zor bir açıklığın bulunmasıdır.
Geçmişte "Irak'ı beraberce işgal edecek", "Suriye'de Esad rejimini ortaklaşa devirecek" bir Türkiye’den ABD’nin projelerinin Irak ve Suriye’de hayata geçirilmesini engelleyen bir Türkiye söz konusudur.
ABD’nin "kara gücü" olarak kullandığı PYD’yi Türkiye vatanına kast eden "terörist örgüt" olarak tarif etmektedir. S-400’leri güvenliğinin zorunlu sonucu olarak gören Türkiye’ye karşı ABD bu silahları tehdit olarak görmektedir.
Bu durumda ABD ile Türkiye arasındaki diplomatik temaslardan Ortadoğu’nun geleceği konusundaki görüş ayrılıkları azaltılmadan bir sonuç almak mümkün olmayacaktır.
Kral Abdullah’ın ihaneti!
Mevcut Suud Kralı ABD’nin arzusu doğrultusunda PYD/PKK bölgesine yüz milyon dolar bağışlayacağını açıkladı. Bu durum bir zamanlar dedesinin yaptıklarını hatırlattı.
Osmanlıyı arkasından vuran Kral Abdullah “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik” adlı hatıralarını şu satırlarla sonlandırmış:
“Ey Araplar! Bilmelisiniz ki İngiltere ile işbirliğine eğilimli olmamız gerekiyor. Çünkü dikkat edin, bütün büyük uluslar onlara karşı çıkmaktan aciz kalmışlardır. İngiltere hiç kimseye hak etmediği değeri vermez, İngiltere yalancı, korkak ve tembellerle işbirliği yapmaz. İngiltere politikaları duygularıyla hareket ederek ya da herhangi bir anlaşma veya savaşta kendisine yapılan yardımlara bakarak oluşturmaz. Tam tersine İngilizler sabırlı ve istikrarlı bir millettir ve ancak güçlülerle saygı duyarak onları kedilerine katmak isterler. Başarısızlığı sevmedikleri gibi, ondan uzak dururlar. Şu halde siz de güçlü, uyanık, sözünün eri ve dikkatli olun ki İngiltere yanınızda yer alsın ve dostluğunu sizinle paylaşsın.
Sözlerimin sonunda Britanya’ya, Kral’a ve lider Churcill’e saygı, hayranlık ve en iyi dileklerimi sunuyorum.”
Sonuç: tarih tekerrür ediyor!