Demokrasi diye diye!

Demokrasi diye diye!

Yüz yıldır hatta daha fazla zamandan beri bir türlü bulamadığımız bir yitiğimiz var. Bir türlü
bulamadığımız, bulduk sandığımızda aslında aradığımızın o olmadığını düşündüğümüz,
hayalimizdekini aramaya devam ettiğimiz demokrasi.
TDK Sözlüğünde demokrasi, “Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi” diye yazıyor.
İnternete de sorduğumda “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın
özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm
yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi” tanımı karşıma çıktı. Altında da “Oxford Languages
sağlayıcısından tanımlar” diye belirtiyordu.
Elbette antik çağlardan beri tartışılan konuya bir çırpıda sonuç bulmak iddiasında değilim. Sadece bazı
hususlara dikkat çekmeye çalışacağım.
Bizim hikâyemiz
Bugünkü deyişle geçmişte küresel bir güç olan devletimizin hikâyesi. Kurtarmaya çalışırken yıkıntıların
arasından üzerindeki tozları silkeleyerek ayağa kalkan, üzerine üşüşen akbabaları defeden ve yeniden
kendisine bir devlet kuran milletin hikâyesi. Tabi, küresel güçlerin çöküşü çok da kolay olmuyor. Dile
kolay 621 yıl süren bir ömür ve bunun büyük bir kısmı da acuna düzen vermekle geçmiş.
Demokrasi hikâyemiz meşrutiyet diye başlamış. Sonra ”Hürriyet, adalet, müsavat (eşitlik)" diye
devam etmiş. 1876 Anayasası’yla, devletin tebaası (uyruk, vatandaş) olanın bilâ istisna Osmanlı
olduğunu belirtmiş (M 8), şahsi hürriyetleri sahip ve koruma altında olduğunu hükmetmişiz (M 9-10).
Vatandaşların tamamına kanun önünde eşitlik sağlanmış (M 17), yanına da memuriyet için “devletin
lisânı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri (M 18)” şartını koymuşuz.
Yani devletin adının Osmanlı, sahibinin de Türk Milleti olduğu açık ve net bir şekilde ilân etmişiz.
Bu, Osmanlı için hep söylenen çok milletli yapının, sınırları içinde yaşayanlar açısından doğru
olmakla birlikte, devletin yapısı için geçerli olmadığının göstergesidir. Osmanlı millî bir devlettir,
Türklerin devletidir. Türk Milletinin devletin sahibi olduğuna dair şuuru da anayasada kendini
göstermektedir.
“Türkiye Devletinin şekli hükümeti, Cumhuriyettir”
İstiklal Harbi’nden çıktığımızda, yani çakalları kovduktan sonra, ilk olarak cumhuriyeti ilan ettik. Artık
yönetim şeklimiz cumhuriyettir. Yani halk yöneticilerini belli bir süre için seçerek belirleyecektir. Bu
ilkeden hareketle 1924 Anayasası hazırlandı.
1924 Anayasası’nda yine resmî dil Türkçe (M 2), “Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir (M 3)” ve
“Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili (M 4)”dir.
“Beşinci Fasıl Türklerin hukuku âmmesi” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm “Her Türk hür doğar, hür
yaşar (M68)” diye başlıyor. “Türkler kanun nazarında müsavi (M 69)”dir ve “Türkiye ahalisine din ve
ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur (adlandırılır)(M 88)” demektedir.
1982 Anayasası da aynı hükümleri taşımaktadır. “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir (M3). Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini
… eliyle kullanır (M 6)”
“Herkes, … ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.(M 10)” ve “Türk Devletine vatandaşlık bağı
ile bağlı olan herkes Türk’tür (M 66)”

Aslında bilinmeyenleri yazmadım. Sadece hatırlatma olarak da değerlendirilebilir. Hatta çok sık
yazıyorsunuz da denebilir. Hatta zamana zaman ben kendime, “Ya Hû yeter, hep aynı konularda
yazıyorsun” diye söylendiğim de oldu. Ama ne yapalım ki millet olarak bu konularda hep tekrara
düşmüşüz. Devamlı, yeni anayasa yaparsak demokrasi gelir, adalet sağlanır, eşit oluruz diye
konuşmuşuz. 21’inci yüzyılda -taammüden !- yaşatılan bu tekrarlar büyük tehlikeleri beraberinde
getirmiştir.
Aslında Atatürk ve arkadaşları meseleyi tamamıyla halletmişler. Son noktayı koymuşlar ve artık
yüzyılların eksikliklerini gidermek için çalışmaya, kurulan devleti ayağa kaldırmaya çalışmışlar. Devlet,
tıpkı yeni doğan bir insan gibi, önce emeklemiş, sonra ayağa kalkmış ve sonra da yürümeye başlamış.
Her anne babanın yeni doğan bebeklerine gösterdiği ihtimamı göstermişler. Hani anne ve babalar,
özellikle ilk çocuklarında, iki de bir gidip nefes alıyor mu, dönmüş mü, pozisyonu rahat mı diye
bakarlar ya, tıpkı öyle. Onlar da devletin üzerine titremişler. Kolay değil tabi, kurdukları devlet Türk
Milletinin kanı pahası… Hem kan akıtmışlar hem de alın teri.
İyi ama eksik ne?
Yara görünüyor, hastalık belli ama bir türlü iyileşmiyor. Yara hep yeniden kanıyor, hastalık
nüksediyor. Aslında tedavi belli, ilaç ortada. Reçete yasalarımızda var. Mesele yasaların
uygulanmaması. Yasalarımız sadece kâğıt üstünde kalıyor. Yasa varmış desinler kabilinden
davranılıyor. Ama uygulanmamasının sebepleri sadece siyasi popülizm ve iktidarın korunması değil.
İktidar açısından da muhalefet partilerinin önemli bir kesimi için de sebeplerin ideolojik hedefleriyle
ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Yaptıkları ve söylediklerinden de baktıkları pencereden görülen millet
ve devletin; 1876, 1924 ve 1982 anayasalarındaki Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne
benzemediği anlaşılıyor.
Eğer aynı olsaydı, Cumhurbaşkanı’nın önünde, küçücük bir çocuğun Ana Muhalefet Partisinin Genel
Başkanına “Hain” demesine izin verirler ve buna da gülerler miydi?
Lise çağlarımda, Türkiye’nin içinde bulunduğu ayrılık zamanlarında, bırakın Cumhurbaşkanı ve
başbakanı bir bakan hakkında bile hakaretamiz ifadeler ağzımızdan çıktığında azar yediğimizi
hatırlıyorum. “O bizim başbakanımız / bakanımız. Onlar devlet büyüklerimiz. Bir daha duymayayım.”
sözleriyle uyarılırdık.
Bu cümleler, Türk devlet anlayışının bir göstergesidir. Bu bugün çok tartışılan ve aranan değerler
eğitiminin önemli bir unsurudur. Aile büyüğüne, mahalledeki amcaya ya da teyzeye, devlet adamına
veya millî kahramanlara bakış ve onlarla kurulacak gönül köprüsünü anlatır. Toplumdaki bağlar bu
köprülerle kurulur. Milletin de bu ilişkilerin sağlıklı ve sağlam kurulmasına çok ama çok ihtiyacı vardır.
Yıkıldığında da yeniden kurmak hiç kolay olmayacaktır.
Eğer aynı olsa CHP Genel Başkanı “Demokratikleşmenin yolu Diyarbakır’da geçer” der miydi? 1924
Anayasası’ndan kuruluş ayarlarını ortaya koyan cümleleri hatırlatmakta fayda. “Türkiye Devleti,
Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara
şehridir.(M 2)”
Çok büyük bedeller ödeyerek elde ettiğimiz değerlerimiz, ideolojik hedefler uğruna hovardaca
harcanıyor. Ancak boşuna bir gayrettir. Yel kayadan ne aparır.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!