Sadri Maksudi Arsal Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları’nda “Fertlerin var olmak azim ve
iradesine ‘kendi kendini koruma’ insiyakı denilir; milletlerin var olmak azim ve iradesi de ‘Millî
şuur’, Milliyet duygusu’ veya ‘Milliyetçilik’ adlarını alır” demektedir.
Milliyet duygusu ve milliyetçilik tartışma konusu olmaktan uzak, çok net bir sosyolojik gerçektir. Böyle
olmakla birlikte artık rutin hâle gelen siyasi polemikler hâlâ yapılmakta. Ancak bu yazının konusu
milletin varlığının devamıyla ilgili endişeler. Dolayısıyla bütün bunları bir yana bırakarak sadece var
olmak iradesine bakacağız.
‘Olmak ya da olmamak’
Milletlerin kendini koruma iradesi devlet olmakla sağlanır. Yani sınırları (kara, deniz ve hava) olan bir
ülkede egemenlik söz konusudur. Devletin yaşaması da millete bağlıdır. Biri diğerine bağlı öbürü ona
muhtaç. Yani millet ve devlet birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki olgudur.
Milletin devletle ilişkisi kadar kendi içindeki ilişki de güvenliği doğrudan etkiler. Hatta güvenliğin ilk
şartı milletin içindeki birliğidir. Aksi hâlde varlığını sürdüremez. Birliğin gücü de değerlerin (Evrensel
ve millî) millet içindeki kıymetine, milletin bu değerlerle ilişkisine bağlıdır.
Değer kavramının birçok tanımı var ama bizi ilgilendireni ahlakî ve sosyolojik açıdan yüklediğimiz
anlamlardır. Ahlakî açıdan “Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği
karşılık, kıymet”, Sosyolojik olarak “Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel
değerlerini kapsayan maddi ve manevi öğelerin bütünü”dür. Ayrıca felsefi bir anlam da taşır: “Kişinin
isteyen, gereksinim duyan bir varlık olarak nesne ile bağlantısında beliren şey” (TDK Sözlük).
Değer, insanın taşıdığı özellik olmakla sübjektif (öznel), topluluk olarak birleştiğinde de objektif
(nesnel) bir hâl alır. Yani artık bireyin görüşünden bağımsız, topluluğun ortak özelliği hâline
gelmektedir.
Değerler insani olmak özelliğinden ötürü aynı zamanda evrensel nitelik de taşır. Mesela din olgusu
evrenseldir ancak hangi din olduğu belirlenirse özelleşir. Doğruluk, hak ve adalet, hukukun üstünlüğü,
hakikate “yüksek” sadakat, vatanseverlik, nezaket, sevgi, saygı, aile birliğine önem verme, sorumluluk
sahibi olma gibi daha birçok değer evrenseldir. Yani insanlığın ortak değerleridir.
Ve bu değerlerle milletin kimliği ve davranışı birleştiğinde millî olurlar. Milletin çoğunluğunun inandığı
(nasıl inandığı değil) din, içinde yetiştiği kültür, vatan duygusu, tarih şuuru, milleti için büyük işler
yapmış millî kahramanlar ve devlet adamlarıyla ilişkisi yön ve şekil verir. İşte Sadri Maksudi’nin “Millî
şuur” dediği bu olsa gerek. Aile ve okuldaki eğitim olmazsa olmaz parçasıdır. Aile ve okula,
mahalledeki komşularla ilişkiler hatta sokaktaki hayat da yardımcıdır. Arkadaş, akraba ve yoldaki
insanlarla diğer canlılar da devreye girer. Yani insanlar, çevre, tabiat ve millet bir bütündür.
Hakikate “yüksek” sadakat kaybolurken…
Peki, Türk Milleti bugün ne kadar bir ve bütün? Değerlerimiz üzerindeki mutabakatımız devam ediyor
mu? Birbirimizi seviyor muyuz? Hadi sevgi duygu ve gönül işi, saygımız ne kadar? Devlet adamlarımız
nezaketini niçin kaybetti? Bu kayıp milleti nasıl etkiliyor?
Hepsi de yaman sorular. Ama ortak bir cevapları da var, bu değerler kayboluyor. Mutabakatımız iyice
azaldı. Nezaket ortadan kalktı. Artık insanlar birbirlerine saygı duymaz hâlde. Tozdan dumandan
ferman okunmaz oldu. Cumhurbaşkanı camide dil bile koparıyor.
Gerçekler kendi siyasi emelleri doğrultusunda farklılaştırılıp, bir de yanına hakaret dolu üslup
eklenince, toplumun içine her gün bir nükleer bomba atılmış gibi oluyor. Hem hakikate “yüksek”
sadakat kayboluyor hem de tesiri çok uzun bir zamana yayılıyor.
Devleti temsil eden makamlara da saygı iyice azaldı. Çünkü o makam sahipleri kimseye saygı
göstermiyorlar ve nezaketi kaybettiler. Devletin ellerindeki gücünü de sopa gibi kullanıyorlar.
Camide siyaset yapılmakla da kalmıyor. Sarıklı askerler tarikat dergahlarına artık resmî arabayla
gidiyor. Siyaset din üzerinden kışlaya, okula taşınıyor. Diyanet İşleri Başkanı karakol ziyaret ediyor,
ona tekmil veriliyor. Türkçe öldü, Arapça öğrenilmeli ve dil Arapça olmalı diyen kişi Millî Eğitim Bakan
Yardımcısı yapılıyor. Böylece millî değerlerin en yükseği, en önemlisi olan dilimize ve eğitimimize en
büyük saldırıda bulunuluyor.
İnsanlar kendi bilgi sınırları içinde ve başkalarından bağımsız hareket ediyor. Kendi egemenlik
alanlarında doğru ve haklı olan bu davranış, toplumla ilişkilerde büyük bir yanlışa kapı aralıyor. Bu
davranışları değerler ve yasalar sınırlandırabilir. Ancak değerler üzerindeki uzlaşma ortadan kalkmak
üzere ve yasalara uyulmaması da normalleştirildi. Kargaşa yaşanıyor. Eğer önlen(e)mezse bu sefer
dağılmaya doğru gidiyor.
Millî kahramanlar en büyük değerdir
Türk Milletinin en büyük millî kahramanlarından birisi de Atatürk’tür. Sadece Türkiye Türklerinin ve
son yüzyılın değil Türk tarihinin ve dünya Türklüğünün tartışmasız en büyüklerinden birisidir. Son bir
haftada iki olay Türk Milletinin mâşerî (ortak, kolektif) vicdanını yaralamıştır. Birisi Samsun’da Onur
Anıtı’na yapılan saldırı, diğeri bir büyükşehir belediye başkanının yaptığı bir konuşmada 2023’te
yapılacak 100 yıllık hesaplaşmadan bahsetmesiydi. Söylediği de tarihle hesaplaşma bir nevi rövanş
almaydı.
Anıt’a saldıranlar tutuklandılar. (Ancak tesadüf (!) yine ‘Kabarık bir suç dosyası olan sabıkalı kişiler’
olduğu açıklaması geldi. Ama özellikle olayın geçtiği Samsun medyasından gelen haberler çok da bu
yönde değil.)
Söz konusu büyük hesaplaşmanın birinci raundu, 16 Nisan 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
referandumu akşamındaydı. Hani atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, mühürsüz oyların geçerli sayıldığı
referandum.
O akşam Cumhurbaşkanı “200 yıllık yönetim tartışması bitti” diye açıklamıştı. Yandaş bir gazetede de
“Osmanlı’ya 3 Kasım 1839’da okutturulan Tanzimat Fermanı ile ‘sultan’ ve ‘halife’nin otoritesinin
azaltılarak … başlayan süreç, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanı ile devam etmişti. Ülke çift başlı
bir yönetime teslim edilerek, … 29 Ekim 1923’te perçinlenen çift başlı sistem, 16 Nisan 2017 itibariyle
sona erdi. Böylece Türkiye, zerk edilen narkozdan resmen ve fiilen kurtulmuş oldu” yorumu vardı 1 .
(Belediye başkanının konuşmasında basında görülmeyen “2023’ te bunun duruşması olacak,
temellerin duruşması. 100 yıllık hesaplaşma olacak” ifadesindeki temellerin duruşması başka bir yazı
konusudur.)
Bütün bunların üzerine bir de ekmek derdi çökünce, değerlerle ilişkilerde zayıflama iyice hızlandı.
Toplumda, insanların birbiriyle ve değerleriyle ilişkilerinde böylesine gerginlikleri taşımak da
toparlamak da oldukça zordur. Bir de ideolojik siyasi hedefe yolculuk hiç hız kesmeden devam ediyor.
Ancak kim ne yaparsa yapsın, Türk Milleti nereye götürülmek istenirse istensin başaramayacaklar.
Türk Milleti, Orhun Nehri gibi, tarihin binlerce yılında oluşturduğu yatağında akmaya devam ediyor.
Bu yatağı değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez.
Bu hususta geniş değerlendirme Türkiye’nin Rotası kitabımın 99-104’üncü sayfalarındadır.