Başbakan Davutoğlu “Kılıçdaroğlu’na hesabı öğreteceğiz. Bahçeli’ye millilik, milliyetçilik ne demek onu öğreteceğiz. Demirtaş’a, HDP’ye de demokrasi ne demek, barış ne demek, onu öğreteceğiz” diyor.
Davutoğlu’nun sözleri her şeyden önce son derece itici, tepeden inmeci ve inciticidir. Jakoben ve megaloman bir zihniyetin somut kanıtıdır.
Başbakan Davutoğlu bir başbakan gibi değil de sanki bir havari gibi konuşuyor. Bilindiği gibi Havari Pavlus, kutsal amaç uğruna herkesle her şey olunması gerektiğini söyler. O şöyle der; “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım… Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum”.
Pavlus’tan farklı olarak Davutoğlu ‘herkesle her şey olmak’ aşamasını geçmiş adeta herkese her şeyi öğreten bir bilge aşamasına gelmiş bulunuyor. Sokrat bile öğretmek konusunda Davutoğlu kadar iddialı değildi. O, ‘bir şey biliyorum o da hiçbir şey bilmediğimi’ demişti. ‘Sokratik tevazu’ böyle bir şeydir. Çok açıktır ki, tevazu ve megalomanlık bir terazinin iki kefesi gibidir; birisi alçalmadan diğeri yükselmiyor.
Bahçeli’yle milliyetçi, Kılıçdaroğlu ile hesap adamı, Demirtaş ile birlikte bölücü/Kürtçü ya da demokrat olmak böyle bir şey olsa gerek. ‘Herkesle her şey olmak’ ya da ‘herkese her şeyi öğretmek’ iddiasında bulunmak cüretkârlık bir yana megalomaniyi de aşan bir durumdur.
Diğerleri bir yana da millilik ve milliyetçilik konusunda ders almaya ihtiyacı olan Davutoğlu’nun bu konuda öğreticiliğe soyunması ibretlik bir durumdur. Davutoğlu’nun öğretmeni ‘Milliyetçiliği ayağımın altına alıyorum’ ya da ‘milli görüş gömleğini çıkarıyorum’ demişken ve kendisinin de ‘Ulusalcılıkla (millilikle) mücadele etme zamanı gelmiştir’ tespitinde bulunmuşken bugün millilik (ulusal) ve milliyetçilik öğretmenliğine soyunması düşündürücüdür.
Bilmek gerekir ki, ağaçlar meyveleriyle milliyetçilik ya da millilik de millet ve vatan için ortaya konulan hassasiyetle ölçülür. Hâlbuki Davutoğlu ve zihniyeti on iki yıldır milliyetçilik, millilik ve Türk Milleti kavramıyla mücadele ediyor.
Süleyman Şah ecdadının kırk kilometre ötesindeki kabrini muhafaza edemeyen bir iktidarın başındaki Davutoğlu’nun milliyetçilik iddiası, Türk Milletinin vicdanıyla alay etmek anlamına gelmektedir. Diğerleri bir yana gayr-i milli bir proje olan BOP’un eş başkanlığını da Davutoğlu’nun partisinin genel başkanı yapmışken onun hala millilikten bahis açması akla ziyan bir durumdur.
Davutoğlu, “Kuvayi Milliye ruhu bugün Ak Parti’nin ruhudur” diyor. Herhalde Davutoğlu, tuz ruhu ile Kuvva-i Milliye Ruhunun birbirine karıştırmış!
Napolyon da zafer için herkese bir başka kılıkta görünmeyi siyasi strateji olarak benimsemişti. O, “Ben Katolik geçinerek Vendee savaşını kazandım; Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim; Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman’ın tapınağını yeniden kurardım” demişti.
Oy devşirmek ve iktidarda kalmak uğruna Davutoğlu’nun söyledikleri Napolyon’un söyledikleriyle bire bir uyum içindedir. Davutoğlu da Erzurum’da millici ve Kuva-i Milliyeci kesilerek dadaşın; Sivas’ta Âşık Veysel/Hacı Bektaşi Veli’den bahsederek Alevi’nin, Yozgatta milliyetçi söylemlere sarılarak Türk’ün; Diyarbakır’da Öcalan’ın mesajlarını okutarak Kürdün oyunu alarak seçimi kazanmak istiyor.
Davutoğlu’nun millilik ve milliyetçilik diye bir davası yoktur. Onun seçimi kazanmak diye bir davası vardır.
Davutoğlu’nun milliyetçiliği Caber Kalesi önünde ki vatan toprağını terk etmek, Dolmabahçe’de Öcalan’ın taleplerini huşu içinde dinlemek, ABD’nin BOP’una eş başkan olmak, Türk Milleti kavramını anayasadan çıkartmak anlamına gelmektedir. Davutoğlu böyle bir milliyetçiliği (!) bizzat uygulayarak öğretmiştir!