Son zamanlarda iltisaklı, imalı ya da darbeyi çağrıştırıyor diyerek yapılan değerlendirmelerin çoğu izaha muhtaçtır. İma, iltisak, çağrıştırmak sonuçta bir yorumdur.
İnsanlar bir metinden veya bir tavırdan siyasi mülahazaları yüzünden anlaşılması gerekeni değil anlaması lazım geleni anlıyor.
Mübalağalı, aşırı ya da anormal değerlendirmeler sahip olunan siyasi ve ideolojik konuma göre değişiyor.
Değerlendirmenin içine siyasi ön yargı girince de olgu ve akıl çığırından çıkıyor devreye ön yargı giriyor.
Düşünürler ön yargıyı parçalamanın atomu parçalamadan daha zor olduğunu söyler. Tanım olarak da önyargıyı insanların “bazı şeyleri bilmemesi değil, kendi kendini bilmemesi” olarak nitelerler.
Bir yerde akıl ve ahlak taraftarlığa ya da karşıtlığa endekslenmiş, önyargılarla da bezenmişse o yerde yapılacak çok fazla bir şey yoktur.
Olgular aklıselimle, sağduyuyla, objektif, bilimsel ve akli ölçütleri bağlamında değerlendirilmediği takdirde ortaya son derece yanlış yorumlar çıkıyor.
Türkiye’de olgunun değil algının, konunun değil konuğun, gerçeğin değil görüntünün tartışılmasının bir nedeni de budur.
Amirallerin yazdığı ve bir gece yarısı ilan edilen bildiriyi bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bildiri ya da açıklamanın kurmay zekâsı, yöntem, usul ve stratejik perspektif yönünden eleştirisi haklıdır.
Ancak bu açıklamaya murat edilmeyen anlamlar yüklemek, bağlamından koparmak, genellemecilik, indirgemecilik ve toptancılıkla yaklaşmak da o ölçüde yanlıştır.
Bu bildirinin 103 amiral tarafından imzalanıp yayınlanmasının böyle bir tepkiye ve linçe tabi tutulacağını kurmay zekâsı tahmin etmeliydi.
Görüşler başka yöntem ve usullerle de kamuoyuyla paylaşabilirdi.
Türk halkının bu tür bildirilere karşı olan duyarlılığı dikkate alınmalıydı.
Bütün bunların yanı sıra iktidar yandaşlarının bu bildiriye mal bulmuş mağribi gibi sarılmaları ve bundan da yeni bir mağduriyet türetmeleri haksızlıktır.
Açıklamayı ön yargılı olarak darbe kışkırtıcılığı, darba çağrısı ya da darbe iması olarak nitelemek bu açıklamaya olmayan anlamlar yüklemektir.
Diğer yandan bildiriyle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin Türkiye gibi darbeden, bildiriden, muhtıradan çok çekmiş bir ülkede paranoyaya dönüşmesi de doğal karşılanmalıdır.
Türkiye’de darbeyle ilgili oluşmuş hassasiyet ve gelişmeler dikkate alınarak bu konuda çok daha hassas davranılmalıydı. Yalnız bu açıklama değil bildiri, muhtıra, darbeye teşebbüs ve darbeyi çağrıştıran her olgunun bir bütün olarak üzerine gidilmelidir.
Amirallerin bildirisinden darbe iması keşfedenler, başkenti İstanbul, dili Arapça, bayrağı yeşil olan ASRİKA devletini kurmak için SADAT diye askeri birim oluşturduğunu söyleyen generale karşı aynı tepkiyi göstermemişlerdir.
Açıklandığına göre bu SADAT askeri eğitim veriyor, gayri nizami harp yaptırıyor, silahlı eğitim kampları olduğu söyleniyor. Burada 200’den fazla emekli subay ve ast subayın çalıştığı özel güvenlik şirketi kamuflajı altında iş tutuyor.
Üstelik başındaki adam da zamanında Cumhurbaşkanı danışmanlığını yapıyordu.
Amiral açıklamasına konu edinilen cübbeli ve takkeli mürit kılığındaki amiralle ilgili olarak da yandaş ağızlardan hık/mıktan başka ses çıkmamıştı.
Yandaş ağızlar “15 Temmuz kursağımızda kaldı” diyene de “Biz bir daha sokağa çıkarsak eğer kimleri toplayacağız, listelerden haberiniz var mı?” diyene de ciddi bir tek söz etmemişlerdir.
Gelinen aşamada yargısız infaza tabi tutulan 103 Amiralin Türk Denizciliğini Akdeniz’de büyük bir güç haline getiren kişiler olduğunu unutmadan değerlendirmeleri yapmak gerekir.
Bu amirallerden 22’si 15 Temmuz darbe girişiminin asli faili olan FETÖ adlı örgütün kumpasına muhatap olarak yıllarca hapishanede yatmışlardı.
Olanı biteni bağlamından koparmadan bir bütün olarak anlamaya çalışmak gerekir. Olguları önyargı ve paranoyanın etkisiyle değil akıl, bilim ve sağduyunun rehberliğinde değerlendirmek gerekir.