Güneşe tapılan yerde ısı kanunları önemini yitirdiği gibi ideallerin yerini kişinin, eylemin yerini söylemin, tevazunun yerini kibirin aldığı yerde de gerçekler önemini yitirir. Devlet dairelerinin ya da kamu yönetiminin liyakate dayalı bir bürokrasiyle değil partili oligarklar ya da iltimaslılarla doldurulması sistemi işlevsiz kılar.
Yanlış adamlar tarafından yanlış araçlarla yanlış amaçlara ulaşmak için atılan yanlış adımlarla yürütülmeye çalışılan bir sistem kendi varlık nedenine ihanet etmiş olur.
Ülkenin bugünkü tek kişilik sisteminin ürettiği hali pürmelalini özeti budur.
Bütün bunlara ilave olarak Türkiye’de tek başına karar veren, tek başına yetki kullanan, tek başına belirleyen, tek başına anlatan –yalnız bir partinin değil- bir ülkenin her şeyi haline gelmesine neden olan bir Cumhurbaşkanlığı sistemi var. Her yerde konuşan, her konuda konuşan, sürekli racon kesen, bakanların ve her yetkilinin konuşmasında onun ismini mutlaka geçirten, yerine göre Cumhurbaşkanı yerine göre parti genel başkanı sıfatlarını kullanmaya imkân veren bir sistemle ülke yönetiliyor.
Uygulamalarına bakıldığında bu sisteme “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” değil keyfilik sistemi demek daha doğru olur. Bu sistem TBMM’yi formaliteye indirgemiştir. Sonuçta bu sistem sayesinde bir kişi istediğinde ülke uluslararası antlaşmadan çekilebiliyor, bir kişi iki yıl içerisinde gece yarısı kararnameleriyle dört MB Başkanı, üç TÜİK Başkanının görevden alabiliyor. İstenirse daha fazlası da alabilir ve atayabilir olduğu ortaya çıkıyor. Seksen dört milyona görevden alınanların niçin alındığı, göreve atananların ise niçin atandığı konusunda hiçbir bilgi verilmiyor.
Görevden almaların ve göreve atamaların ekonomik, mali ve sosyal maliyetini ise doğal olarak vatandaş ödüyor. Bir gecede bir görevden alma doları tepeye, borsayı tabana çakıyor bedelini vatandaş ödüyor.
İktidarkiler için hesap vermek yok, denetim yok, açıklık yok; muhalif olanlar için de baskı, haksızlık ve yasak çok. Böyle bir sistem demokratik görünümlü bile olsa devleti zorunlu olarak parti devletine dönüştürüyor.
Tek kişinin kararıyla yönetilen Türkiye, ekonomik yönden ciddi risklerle karşı karşıya kalmıştır. Halk yönünden pahalılık, yoksunluk ve yolsuzluk taşınabilir olmaktan çıkmıştır. Bugünkü Türkiye’de artık birçok insan için yaşam/geçim sürdürülebilir değildir. Geçmiş dönemlerde seçim sonuçları üzerinde “yolsuzluk iddialarının sinek ısırığı kadar etkisinin olmamış olması” değişen şartlarda da olmayacağı anlamına gelmiyor.
Halkın çektiği geçim sıkıntısı geçmiş dönemin yolsuzluklarını yeniden tartışma konusu yapmıştır. Bunun nedeni vatandaşların çoğunluğu için hayatın sürdürülebilir olmaktan çıkmasıdır.
Sıradan insan geleceğinin ya da parasının uygulanan sistem tarafından çalındığının farkına vardığı için tavrı da değişmiştir. Yoksulluğunun, açlığının ve çaresizliğinin nedeni olarak uygulanan ekonomik politikayı, ayakkabı kutularını, birilerine ihale edilen, peşkeş çekilen kamu kaynaklarını gören yurttaş teslimiyet değil tepki koyar hale gelmiştir.
Sonuçta bir yanda üç/beş yerden birden maaş/ücret alan, ihale kapatan, diğer yanda asgari ücrete umudunu bağlamış olanlar var. Bir yanda altı milyon mülteci barındıranlar diğer yanda ülkedeki öğrencileri yurtlarda barındıramayanlar var. Bir yanda 12 bin liralık ayakkabı, 25 bin liralık çanta alanlar diğer yanda asgari ücretle ailesini doyurmaya çalışanlar var. Bütün bunlar uygulanan sistemin ürünüdür.
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul/Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.” Böyle bir taksimi kurdun bile yapmayacağını söyler şair. Her şeye sahip, herkese hâkim tek kişilik bir sistemin ülkeyi getirdiği yer burasıdır. Yapılacak ilk seçimde iktidarla birlikte sistem de tarihin arşivindeki yerine alacaktır!