Çözüm süreci: Egemenliğe aranan ortak

Çözüm süreci: Egemenliğe aranan ortak

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Temmuz (2021) cuma günü Diyarbakır’da yaptığı konuşma, aslında PKK açılımı olan çözüm sürecini yeniden gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı, “Şimdi bir geriye dönüp 20 yıllık muhasebeyi yapalım. Biz ne dedik, ne yaptık, onlar ne dediler, ne yaptılar. Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız.” dedi. “Biz ve onlar” ayrımı önemliydi. Onları da Cumhurbaşkanı tarif etti: terörden beslenenler, terörü destekleyenler, terörü açıkça telin etmekten korkanlar, sırtını size değil de PKK’ya, terör örgütüne dayayanlar”. Ve yine ret, inkâr, asimilasyon politikalarını ortadan kaldırdıklarını söyledi.

Cumhurbaşkanının sorumlu kim sorusu kamuoyunu yoğun bir şekilde geçmişte olanların tartışmasına kilitledi. Dolayısıyla dün konuşulurken bugün neler olduğu dikkatlerden kaçıyor. Bu da yarın yaşanacakların düşünülmediği anlamına geliyor. Hâlbuki açılım süreci hızlı bir şekilde devam ediyor.  Türkiye’nin hızlı değişen gündemi de düşünceleri farklı konulara çekiyor.

 

PKK açılımı iyiydi (!) ama…

Tartışmanın süreci kimin bitirdiğine kilitlenmesinin diğer boyutu da zihinleri farkında olmadan, çözüm süreci (PKK açılımı) iyiydi ama… kabulüne doğru yöneltmesi. Açılım aslında bireylerin eşitliği esasına göre kurulmuş anayasal düzeni yıkıp, yerine unsurların (etnisitelerin) eşitliğine taşıyan bir proje. Proje, milletin ayrılmaz, bir ve bütün olan bireylerini guruplar hâline getirmeyi hedefliyor. Bu şekilde de egemenlik Türk Milletinin elinden alınarak guruplara paylaştırılacak. Yani aslında egemenlik paylaşımının durdurulması suç ilan edilmiş, suçlu aranıyor.

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında gerçeklerin farklılaştığı önemli bir konu da kazılan hendekler ve çukurlar ile yollara döşenen bombalar. Erdoğan’a göre belediyeler teröristlerin emriyle hendek ve çukurlar kazmışlar. Daha sonrasında da kayyum belediye başkanlarının hizmetini görünce PKK yollara bombalar döşenmiş. 2011’de Oslo’daki 5. toplantıda PKK ile pazarlık kayıtlarında dönemin bir güvenlik kurumumuzun ile Başbakanlık’ın müsteşar yardımcıları vardı ve PKK temsilcisine metropolleri patlayıcı ile doldurduğunuzu biliyoruz diyorlardı. Bunu yöneticilerin de bilmemesi mümkün müydü? Çukurlar ve hendekler 2015’te birkaç ayda açılıp, patlayıcılar birkaç günde döşenmemişti ya…

 

Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar

Sırrı Süreyya Önder açılım sürecinin en önemli isimlerinden birisi. Meclis’te dokunulmazlıkların kaldırılması görüşmelerinde “Sayın Cumhurbaşkanı o zaman Başbakan’dı. Beni aradı. ‘Kandil’e gittiniz, ne oldu?’ dedi. Bunun devamını mahkemelerde söyleyeceğiz” şeklinde konuşmuş ancak mahkemede bu konuda konuştuğuna dair bir haber görülmemişti. Cezaevinden de konuşmadı. Uzun zamandır suskunluğunu koruyan Önder 12 Haziran 2021 tarihinde bir röportaj verdi. Röportaj kamuoyunun yoğun gündemi içinde pek öne çıkmadı.

Önder “Peki, sürecin bitirilmesinin esas sorumlusu kimdi?” sorusuna “Kendimizi katmadığımız, dışarıdan bakarak yaptığımız bütün değerlendirmeler gerçekliğin bir kısmını budamayı gerektiriyor.” diye başlıyor ve devam ediyor “Savaş kadar barışın da dili, diplomasisi ve araçları vardır. Savaşların araçları arasında silahın tuttuğu yer çok küçüktür. Savaş önce dilde başlar. Bunun için de zihinlerin formatlanması gerekiyor.”

Röportajdan bazı cümleler:

“Dünyadaki benzer deneyimlerden biliyoruz; çatışma sonrası çözüm süreçlerinde taraflardan biri gereğinden fazla güç biriktirirse, … bu da çözüm süreçlerini bitiren bir unsura dönüşebiliyor.

… o günlerdeki görüşmelerimize dayanarak Kürt hareketinin böyle bir iradesinin olmadığını söyleyebilirim. Ama birdenbire, yer yer lümpen tutumlar içeren yapılanmalar ve bunların yol kesme, insanları alıkoyma gibi hareketleri ortaya çıktı.

Öcalan bunu duyuyordu, görmüştü. Zaman zaman haberlere de çıkıyordu. En çok itiraz ettiği meselelerden biri de buydu.

Soru: Sizce bu olayları kim veya kimler yaptı?

Muhtemelen bunlar hiç ortaya çıkmayacak.

Biz heyet olarak her İmralı-Kandil görüşmeleri sonrası bakanlar düzeyinde toplantılar yapıyorduk.”

Önder’in en önemli sözü de Mevcut iktidar gidecek de, gelecek olan kör bıçağıyla bekliyor gibiyken biz neyle umutlanacağız?” cümlesiydi.

28 Şubat 2015’te okunan Dolmabahçe mutabakatının hazırlanmasında Ankara ile İmralı ve Kandil arasında mekik dokuyan kişi bunları söylüyor. Mutabakatı da okudu. O metinde devlet vardı, çözülen egemenlik vardı. Parlamentoda bir izleme heyeti kurulacak, ayrıca hakikat ve yüzleşme komisyonu oluşturulacaktı. Bu da Cumhurbaşkanı’nın gördüğü ve Diyarbakır’da okunan bölücübaşının mektubundan anlaşılmıştı. Terör örgütü bunu isteyen taraftı ve elde etmişti.

Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır konuşmasıyla röportaj arasında ilginç paralellikler görülüyor. Ve Cumhurbaşkanı 9 Temmuz konuşmasında hâlâ çözüm sürecinin arkasındayım diyor.

 

Bir başka röportaj

Yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır, geçtiğimiz Kasım ayından bu yana yaklaşan yeni açılımla ilgili yedi yazım var. Açılım davul çalarak geliyor. Özellikle ABD’nin yeni başkanı Biden’le süreç daha da hızlanmış görünüyor.

Bu yazılardan ikisinde AKP’nin kurucularından İhsan Aslan’ın BBC Türkçe’ye verdiği röportajı konu etmiştim. Aslan “Türkiye’deki bütün sorunların temelinde bu Kürt Sorunu yatıyor. Eğer biz kendi içimizde bu sorunu çözemezsek dışarıdan büyük devletler müdahale ederler… Ama şimdi dış devletlerin müdahalesi zorunlu hâle geldi… Bundan sonra illa adımlar atılmak zorunda, atılacak her adım bize daha pahalıya mâl olacak. Çaresi yok.”  sözleriyle aslında devletimizi tehdit eden bir dil kullanmıştı.

104 emekli amiral Montrö ve Boğazlar üzerine yaptıkları açıklama için günlerce gözaltında kaldılar. Soruşturma sürüyor. Ancak yargı İhsan Aslan’ın bu tehdidi karşısında hiç harekete geçmedi. 2014 yılında verdiği röportajda, 2007 yılında yaptığı “Kürt sorunu öcalanla görüşmeden çözülemez” açıklamasına Cumhurbaşkanı’nın “Görüşmediğimizi kim demiş?” dediğini söylemişti. Bugün de yeni bir “Görüşmediğimizi kim demiş” vakası yaşadığımıza dair güçlü karineler görünüyor.

Son olarak 9 Temmuz günü Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı Felat Aygören’in AKP’ye girdiği ve rozetini de AKP Genel Başkanı’nın taktığı haberi basında çıktı. 2018’den sonra Kürdistani ittifak adıyla bir ittifak kurulduğunu ve Aygören’in de KDP-Bakur (Kuzey- Türkiye) temsilcisi olarak seçimlere girerek Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı seçildiğini yazmış ve “Türkiye’de kur(dur)ulan “Kürdistani İttifak” başlıklı yazımda geniş bir şekilde ele almıştım. Ne oldu, nasıl oldu da HDP’den seçilmiş bir bölücü bugün AKP’ye girdi? Allah korusun CHP veya İYİ Parti’ye (olmaz ya, faraza) geçseydi gök kubbe o partilerin başına yıkılmaz mıydı? Ama görünen zaten baştan beri yürüyen bir projenin devam ettiği. Hani 4 Haziran 2018’de Washington’da Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun görüşmesinden bir gün sonra Çavuşoğlu’nun “Münbiç için Türkiye, ABD, Bağdat ve Erbil’in dörtlü bir iş birliğinin olacağı açıklamasındaki proje…

Görünen açılım projesinde yeni bir aşamaya geçilmek üzere. Yaşadıklarımız bugüne biraz daha dikkatli bakmamızı sağlıyor. Geçmişte de sorumlular tarafından yalanlanan birçok konuda yalanlamanın doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Ama değişmeyen bir gerçek var, açılım Türk milletinin egemenliğinin paylaşılması anlamına gelmektedir.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!