Son yılların ısrarlı tartışma konusu, “Laik Türkiye mi, Dindar Türkiye mi” ikilemi üzerine. Kısırdöngü olduğu açık olan bu yanlış zeminde, doğruya ulaşmanın ertelenmesi mukadderdir. Bu çıkmaz sokak; şartların getirdiği bir yanılmamı, yoksa şartların oluşmasına matuf bir yanıltmamı, öncelikle irdelemek gereği önemlidir.
Hangi Türkiye düşüncesi bu karşıtlığın kıskacında tüketilmektedir.
Bugün laiklik din düşmanlığına, din ise cumhuriyet değerleri düşmanlığına indirgenirken, Türkiye bu iki kurgu düşüncenin arasına hapsedilmek suretiyle şekillendirilmek tuzağına düşer olmuştur.
***
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında taassuptan kurtulmak üzere başlatılan gayretler, devamında İslami değerlerin göz ardı edilmesi sonucunu doğuran uygulamalara feda edilmiştir. Bu durum karşıt bir toplumsal duygu merkezi oluşturmuş ve değerlerin ikamesinden ziyade, şekli sahiplenme düşüncesinin yüzeyselliği öncelik kazanmıştır.
Laiklik tarif dahi edilmezken din karşıtlığı ve düşmanlığına alet edilmiştir. Dindarlık ise kimi dini sembollere sahip çıkma ve güçlü olmak düşüncesinin, her türlü yanlışlığı meşru kılma çabaları arasına hapsedilmiştir.
Bu durum bugün hedef yanlışlığı, değer çürümüşlüğü, davranış bozukluğu olarak bünyemize sirayet etmiştir. Birlik ve beraberliğimizin yok edilip uçlara taşınmış, kamplara bölünmüş bir toplum yapısı, çalkantılara davetiye çıkarır konuma getirilmiştir.
Kendilerini laik ve savunucusu ilan edenler her türlü mukaddesimize dil uzatmayı marifet kabul eder durumdadırlar. Bu temel hezeyan çoğu insanımızı din kisvesi altında devlet ve millet düşmanlığı yapanların kucağına itmektedir.
İslamcı yazarlar etiketi ile gündeme yön veren zevat bugün, vatan-millet-devlet mevhumlarının önemsizliği ve değersizliği üzerine ahkâm keser hale gelebilmişlerdir. Batının bayrağımıza bez paçası konumunda bakıyor oluşu ile kimi yazar takımımızın, vatanımıza, batının çıkardığı ve kutsiyet verdiği bir kavramdır mealinde görüşler, aslında aynı adresi tarif etmektedir.
Bugün dindarlığı bir kör dövüş kıskacında sadece güçlü olmak üzerine bina edenler aslında bizzat dini değerlerin katlini husule getirmektedirler. Maalesef, İslam için güçlü olma mücadelesi yerine, güçlü olmak için İslam’ın değerlendirildiği algısı kuvvetle hissedilir durumdadır.
İslam’ın temelde en büyük düşmanı kapitalizm, bugün çoğu dini yapılanmalarla bütünleşmiş haldedir. İnsanlığın zararına bir akım olarak dahi telaffuz edilmez olmuştur. Bilakis kapitalizmin acımasızlığını güç olma yolunda hunharca kullanabilmektedirler. Son yıllarda ülkemizde ısrarla ifade edilen dindarlaşıyoruz nakaratları, kapitalizmin yükselişiyle paralellik arz eder durumdadır.
Yine sözde dindarlaşma görüntüsünün gölgesinde, sosyal adaletin tamamen unutulduğu, ekonomik dengelerin daha da uçlara taşındığı, yetim hakkının gözetilmez olduğu, suçların artışı ve sapıklıklara dönüşünün devam ettiği bir durum yeterince açıklayıcıdır.
Ne hazindir ki bekamızın teminatı olan değerlerimizin aşındırılması, bugün din adına estirilen rüzgârla gerçekleştirilmektedir.
Burada bir konu özellikle dikkat çekicidir. Birbirinin zıddı ilan edilen her iki akımda, (laiklik, dindarlık) emperyal merkezlerin, zamana göre kullandıkları argüman olmuştur. Dün laik Türkiye için seferber olan dış güçler, bugün dindar Türkiye için tüm imkânlarını kullanmaktadırlar.
Ne acıdır ki, Türkiye için bölgede biçilen rol, sosyal dokumuzun akıbeti ile orantılı gelişmektedir.
Bizlere dayatılanda, bizlerin kendimizi uğrunda mücadele eder bulduğumuz da, bizlere biçilen rollerinde çıktığı kapı bu garabetlerdir.
Bir taraftan yanlış olanlardan birine tabi olmak zorunluluğu yanında, diğer yandan asıl olandan uzaklaşmak istikbalimizi meçhule mahkûm kılar olmuştur.
Türk Milleti bu sınırlanmayı, hak etmemektedir. Bu tuzağı bozmak zorundadır! Bu mesnetsiz savaştan sıyrılmalıdır…
***
Tarihte tüm yükseliş dönemlerimizin özü; “Devlet-Millet-Din-Toprak üzerine bina edilmiş milli mefkûremizdir.”
Nitekim İslam anlayışının yüksek idrak üzere şekillendiği dönemler bu dönemlerdir.
Bireysel hak ve özgürlüklerin yanında, din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alındığı bir yapı, birlik ve beraberliğimizi pekiştirecektir. Türk Milletinin uçlardan arındırılıp, merkez şuur üzerine yapılanması, en temel meselemiz olan, “milli mefkûremizin” inşa ve ihyası mücadelesini belirleyici kılacaktır.
Gerçek özgürlüğün, gerçek dindarlığın, gerçek bağımsızlığın vücut bulacağı zemin burasıdır.
Hangi Türkiye? Sorusunun doğru ve mutlak cevabı; “Milli mefkûre etrafında saf tutmuş Türkiye” demek olmalıdır!
Türk Milleti bu kutlu şahlanışa her zamankinden daha fazla muhtaçtır!
Nitekim devletimiz, milletimiz, dinimiz ve toprağımız topyekun tehdit altındadır….
İstikbalimize çizilen hudut olan, “laiklik-dindarlık” gibi çıkmaz sokak kavramlardan kurtulmayı başaracak irade, milli değerlerimizin imar edilmesinde yatmaktadır.
“Milliyetçi Türkiye” tek çaredir!…