CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, MYK gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi.
İzmir depremi sonrası düzenlenen AKP il kongresini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yapmasını eleştiren Öztrak; “Şu hale bakın. Milletin deprem acısı çok tazeyken, daha bebekler enkaz altındayken, kongrelerinde şarkılar, türküler çaldırıyor. Bunlar, milletin harsını, örfünü, geleneklerini unuttular. Bu milletin geleneklerinde, komşusunda bir cenaze varsa, bıraktık eğlenmeyi, müzik çalmayı evde bir hafta televizyon bile açılmaz. Ama bunları unuttular. Varsa yoksa kendileri… Milli bayramlarımızın, Pandemi gerekçesiyle coşkuyla kutlanmasına izin vermeyen, sarayın kibirlisi, iş kendi il kongrelerine gelince ne pandemi dinliyor, ne de deprem acısı…” ifadelerini kullandı.
CHP’li Öztrak’ın açıklamalarından satır başları şöyle:
“2020 yılının bitmesine iki aydan az kaldı. Bu yıl, çok zor bir yıl oldu. Yılın ilk günlerinde; Elazığ depremiyle sarsıldık. Geçtiğimiz Cuma günü de; deprem, bu sefer İzmir’de yüreklerimizi dağladı.
Bugün MYK toplantımızda öncelikli olarak İzmir depremini ele aldık. İzmir’deki depremde şu ana kadar, 85 yurttaşımız yaşamını yitirdi. 994 yurttaşımız ise yaralandı. Arama ve kurtarma çalışmaları halen devam ediyor. Kayıplarımızın sayısının artmaması en büyük dileğimiz.
Cumartesi günü Sayın Genel Başkanımız, MYK üyelerimiz, Milletvekillerimiz ve Belediye Başkanlarımızla birlikte İzmir’deydi… İzmir halkına verilebilecek destekleri hızla tespit etmek, depremzedelere gereken desteği verebilmek ve depremin yaralarını hızla sarabilmek için oradaydık.
Genel Başkanımız, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımızdan yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Sahada incelemelerde bulundu. Türkiye’nin her tarafındaki belediyelerimiz arama kurtarma faaliyetlerine destek ekiplerini gönderdiler. Halen de depremzedelerin yaşamlarını kolaylaştıracak araç ve gereçleri İzmir’e yolluyorlar.
Gün, güzel İzmir ve İzmirli hemşerilerimizle dayanışma günüdür. Zaten tüm Türkiye’nin kalbi İzmir ve İzmirlilerle beraber atıyor.
Acımız gerçekten çok büyük. Biz bir kez daha, depremde yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet; ailelerine ve sevenlerine sabır, yaralı yurttaşlarımıza ise şifa diliyoruz.
Arama kurtarma çalışmalarını canla başla yürüten, mucizeler yaratan, fedakâr kurtarma ve sağlık ekiplerimizin gayretleri her türlü takdirin üzerindedir.Kendilerine çok teşekkür ediyoruz. “İzmir’e ve tüm Türkiye’ye umut olmaya devam edin” diyoruz.
Bugünkü toplantımıza, MYK üyelerimizin bir kısmı İzmir’den, İnternet üzerinden katıldı. Kendileri hala sahada durumu yerinden izliyorlar. İhtiyaçlar hakkında son bilgileri verdiler.
Ülkemiz doğusundan, batısına kadar deprem kuşağında… Bu gerçekle de maalesef sık sık yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Neden işler hep arama kurtarma ekiplerimize kalıyor? Bunun cevabını biliyoruz.
Yurttaşlarımızın canını alan: Tedbirsizlik, kuralsızlık, tamahkârlık ve acımasız rant hırsı… İmar Kanunu ülkemizde, imar mevzuatının Anayasasıdır.
1985’ten bu yana yürürlükte olan bu Yasa, bugüne kadar tam 30 kez değişikliğe uğradı. Yapılan değişikliklerin 22’si ise son 18 yılda… Yani AK Parti iktidarlarında yapılmış. Bu da bir başka ihale yasası hikâyesi…
Bu dönemde “imar affı” çıkarmak vakayı adiyeden oldu. En son 2018’de, seçime gitmeden hemen önce, Meclis’ten bir “imar affı” çıkardılar.
İmar affını çıkarırken de gerekçelerinden biri oldukça önemliydi. Aftan toplanacak paralar, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinde kullanılacaktı…
Şimdi yıkılan bu binalardan bazılarının, çıkarılan imar affından da yararlandığını duyuyoruz.
Bu durumda sormak gerekir: Bu binalar neden dönüşüme tabi tutulmadı? Burada eksik olan ne? Hasarlı binanın tespitini kim yapıyor? Yıkıp yeniden yapmanın finansmanı nasıl sağlanıyor? Bunların açıklığa kavuşturulması, ve bir eksiklik varsa hızla giderilmesi gerekiyor.
Elazığ depreminden sonra, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak pek çok öneride bulunduk.
“Aktif fay hatları üzerinde yerleşime izin vermemeliyiz. Ya da ancak çok özel tedbirler aldıktan sonra, vatandaşlarımızın yerleşimine izin vermeliyiz” dedik.
Bugün bunun eksikliğini hissediyoruz. Mevcut mevzuatta bir eksiklik varsa, bunu telafi etmek için el birliğiyle çalışmalı, gereken adımları hızla atmalıyız.
Yine, “Bina envanterimizin depreme dayanıklılık durumunu tespit etmeliyiz” dedik. Türkiye’de şu an itibariyle 685 bin konutun riskli yapı olduğunu Cumhurbaşkanı’nın kendi programı söylüyor. Tüm bina stokunu hızla gözden geçirmeliyiz.
Yine, “Başta İstanbul olmak üzere; Depremler için şimdiden kriz masası oluşturmalıyız” dedik.
“Kriz senaryolarını yeniden gözden geçirmeliyiz. Toparlanma ve barınma alanlarını yeniden belirlemeliyiz iletişim ve ulaşım alt yapımızı depreme hazırlamalıyız” dedik.
Biz depremlerde vatandaşlarımızın hayatını kurtarmak için Meclis’e getirilecek her yasa teklifini ve kaynakların bu iş için seferber edilmesini destekleriz.
Bu iş için kaynak ve finansman mı yok? Aslında kâğıt üstünde var. Hani, imar affından toplanan paralar bu işler için kullanılacaktı. Toplanan paraları bu iş için kullanılmadığına göre; Nereye harcandı, kimlerin cebine gitti?
Sadece imar affından toplanan paralar mı? Deprem vergisi olarak, yıllardır vatandaştan toplanan Özel İletişim Vergileri de var. 2003 ile bu yılın Eylül ayı arasında toplanan Özel İletişim Vergisi; Tamı tamına 35 milyar dolar. Yani öyle az, buz paralardan bahsetmiyoruz. Bu 35 milyar dolarla milyonlarca konut, depreme dayanıklı hale getirilebilirdi.
Biz, “Bu 35 milyar dolar nereye gitti?” diye sorduğumuzda, Saray sinirlenip, “Bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanım yok” demişti…
Ama ne kadar kızarsa, kızsın. Ne kadar sinirlenirse sinirlensin, milletten deprem için toplanan paraların neden kentsel dönüşüme gitmediğinin, neden bu can kayıplarına mani olmak için kullanılmadığının hesabını, biz kendisinden sormaya devam edeceğiz.
Bu tek adam vesayet rejimi Erdoğan’a yaramadı. Milletten koptu… Depremmiş, ihtiyaçmış, bunları unuttu.
Bu rejimde, Artık her konuda tek yetkili kendisi… Sorunları çözmek için bizzat sorunun başında olması gerekiyor ama o, milletin sorunlarını bir kenara atmış, il il dolaşıp Partisinin kongrelerinde nutuk atıyor.
Şu hale bir bakın… Saray’ın kibirlisi için her türlü tedbir alınmış… Sosyal mesafe uygulanmış. Ama tribündeki vatandaş için hiçbir tedbir yok.
Daha da kötüsü, milletin deprem acısı çok tazeyken, daha bebekler enkaz altındayken, kongrelerinde şarkılar, türküler çaldırıyor.
Bunlar, milletin harsını, örfünü, geleneklerini unuttular. Bu milletin geleneklerinde, komşusunda bir cenaze varsa, bıraktık eğlenmeyi, müzik çalmayı evde bir hafta televizyon bile açılmaz.
Ama bunları unuttular. Varsa yoksa kendileri…
Milli bayramlarımızın, Pandemi gerekçesiyle coşkuyla kutlanmasına izin vermeyen, sarayın kibirlisi, iş kendi il kongrelerine gelince ne pandemi dinliyor, ne de deprem acısı…
Somalı maden işçilerimiz, hak arama mücadelesi için Ankara’ya yürümek isteyince, “Pandemi var” denerek, önlerini kesiyorlar.
Barolar kongrelerini yapmak isteyince, yasa falan dinlemeyip, “pandemi var” diyerek baroların kongrelerini yasaklıyorlar. Ama sıra AK Parti’nin il kongrelerine gelince, pandemi etkisini yitiriveriyor.
Milletimiz bunların riyakârlığını görüyor. Sandığın önüne gelmesini bekliyor. Geldiğinde de gereğini yapacak. Bunların alayını evlerine gönderecek.
Erdoğan’ın sinirleri artık iyiden iyiye bozuldu. Önüne gelenle kavga ediyor. Kavga etmediği bir tek kendisi kalmıştı. Şimdi kendi kendisiyle de kavga etmeye başladı.
Hafta sonu çıkmış: “Uzun yıllar boyunca bu ülkeye hâkim olan vesayetçi zihniyetin en çok ihmal ettiği alanlardan biri de afetlere dayanıklı yapı inşasıdır” demiş.
Hoppala, El insaf… İstanbul’u 1994’ten 2019’a kadar 25 yıl, ülkeyi ise son 18 yıldır yöneten kim? Recep Tayyip Erdoğan.
Deprem vergileriyle milletten 35 milyar dolar toplayıp, bunun nerelere harcandığını saklayan kim? Yine Erdoğan. “İstanbul’a ihanet ettik” diyen kim? Erdoğan.
Peki, kadim şehirlerimizin göbeğine, Osmanlının payitahtlarına bu ucube hançerleri saplayan kim? Recep Tayyip Erdoğan.
Şimdi kalkmış vesayetçi rejim edebiyatı yapıyor. Hem de yaşanan depremin üzerinden 24 saat geçmeden, yaralar kanarken, acılar zirvedeyken.
Şimdi biz Vesayet zihniyeti nedir söyleyelim. Vesayet tek kişinin seçtiği bir avuç atanmışın, milletin seçtiği milletvekillerinin önüne geçirilmesidir. Tek adamın, milletin iradesini hiçe saymasıdır. Sarayın memurlar bakanlarının milletvekillerinin önünde oturtulmasıdır.
İşte bu tablo vesayetin daniskasıdır. Evet… Erdoğan döneminde, rant peşinde koşarken, bu ülkeye hâkim olan vesayetçi zihniyetin, en çok ihmal ettiği alanlardan biri de afetlere dayanıklı yapı inşasıdır.
Hayatta üç şey vardır ki insanın özüne zarar verir derler: Aç gözlülük, öfke ve kibir.
İçine düştüğü öfke ve kibir hastalığı, Erdoğan’ı anlaşılan yiyip, tüketmeye başladı. Erdoğan’a bakınca, sağlıklı bir ruh hali görüyor musunuz? 18 yıldır iktidarda kendisinin olduğunu da unuttu. Artık Erdoğan, Erdoğan’a karşı…
Hafta sonu depremi falan bir kenara itip gittiği partisinin il kongresinde garip hikâyeler anlattı. “Yıllarca bu ülkeyi faiz, kur, enflasyon şeytan üçgenine sıkıştırarak, cri açığını yüksek maliyetli borçlanma ile kapatarak sömürenlerin, bün bunların oyunlarını birer birer bozuyoruz” dedi.
Bir defa daha hoppala ki ne hoppala. Daha düne kadar kim ekonomi üzerinde millete başarı destanları anlatıyordu? Recep Tayyip Erdoğan. İki senede ne değişti de birileri ülkeyi faiz, kur, enflasyon şeytan üçgenine sokuyor? 1975 ile 2002 arasındaki 27 yılda, bütçeden yapılan faiz ödemeleri toplam 251 milyar dolar. 2003 ile 2020’nin ilk dokuz ayı arasında, yani Erdoğan yönetimindeki 18 yılda, bütçeden yapılan faiz ödemeleri ise 491 milyar dolar.
Tekrar ediyorum. 27 yılda; 251 milyar dolar. 18 yılda; 491 milyar dolar. Yani Erdoğan döneminde ödenen faiz, önceki 27 yılda ödeneni ikiye katlamış. Şeytan üçgenine ülkeyi kim sıkıştırmış? Devletin rakamları, “Erdoğan” diyor.
Yine Erdoğan iş başı yaptığında 1 dolar, 1 lira 62 kuruş idi. Eski parayla 1 milyon 620 bin lira. Bugün 1 dolar ne kadar? 8 milyon 400 bin lirayı da geçti. Türk Lirası tarihinin en değersiz seviyesinde… Paramız pul oldu.
Kim sayesinde? Tabi ki kendisi ve kendinin atadığı “dolara bakmayan” damadı sayesinde…
Yine 1950’den 2002’ye kadar geçen 52 yılda Türkiye ekonomisi toplam 44 milyar dolar cari açık verdi. Tekrar ediyorum. 52 yılda verilen cari açık toplam 44 milyar dolar. Erdoğan yönetimindeki 18 yılda verilen cari açık ne kadar? Sıkı durun. 100 değil, 200 değil, 300 değil, 400 değil, 500 değil. Tamı tamına 556 milyar 708 milyon dolar. Yani yaklaşık 557 milyar dolar. Cari açık rekoru da sizin Sayın Erdoğan.
İktidara geldiğinizde kamunun elinde Türk Telekom, PETKİM, TÜPRAŞ, Petrol Ofisi gibi milyarlarca dolarlık kamu varlığı vardı. Bunların hepsini 62 milyar dolara sattınız. Yetmedi, bu ülkenin dış borcunu 130 milyar dolardan 422 milyar dolara getirdiniz.
Şimdi bu ülkeyi kur, faiz cari açık şeytan üçgenine sokup, ülkeyi borca batıranı arıyorsunuz. Sarayınızın altın varaklı aynalarına bakın. O sizsiniz, sorumlu sizden başkası değil Sayın Erdoğan.
Ama aynaya baktıkça da kendinizle kavga ediyorsunuz… Beyefendi sadece kendisiyle kavga etse iyi… Artık sarayına bekçilik eden ortağıyla da kavga ediyor. Saray, artık “kavgalı saray” oldu. Küçük ortak, ülkeyi sürükledikleri fakr-ü zaruret karşısında çaresiz kalınca, “Askıda ekmek” kampanyası başlattı. Erdoğan’dan da fırçayı yemekten kurtulamadı. Çünkü Erdoğan farkında. Dün doğum günü olan rahmetli Demirel’in güzel bir sözü var: “Boş tencerenin yıkamayacağı hiçbir iktidar yoktur.” Evet, boş tencere nasıl iktidarları götürürse, Askıda ekmek de bu saray hükümetini götürecek.
Hazine 2021 borçlanma programını açıkladı. Gelecek yıl içeriye 449 milyar lira borç ödeyecekler. İçeriden de 541 milyar lira borçlanacaklar. Yani piyasaya 100 lira ödeyip, 120 lira çekecekler. Daralan bir ekonomide, ödediğinizden daha fazla borçlanırsanız, kaynaklara siz el koyarsanız, bu durumda, özel kesim yatırım yapmak için kaynağı nereden bulacak?
Sarayın sayesinde ülkemiz korkunç bir “devalüasyon sarmalına” girdi. Yaşanan devalüasyon sarmalı, hem şirketlerin hem de devletin bilançolarını alt üst ediyor.
2009’da, döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanmanın önünü kim açtı?
Siz açtınız Sayın Erdoğan. Bunun sonucunda, şirketlerin döviz açık pozisyonu hızla arttı. Bugün reel sektörün “net döviz borcu” 162 milyar dolar.
Türkiye bu nedenle 2013’ten beri, dünyada en kırılgan beş ekonomi arasında… O günden bugüne de buradan çıkamıyor.
Sadece son iki aydaki devalüasyon nedeniyle, şirketlerin yabancı para cinsinden borcu 159 milyar lira arttı. Bunu ödeyemeyen şirket ne yapacak? Ya zam yapacak,
Ya işçi çıkaracak, ya da kapısına kilit vuracak. Bunun sorumlusu kim Sayın Erdoğan? Siz değil misiniz?
Yerli parayı pul ettiniz. Paramıza güven bırakmadınız. Böyle olunca da Hazine,
Sadece dışarıdan değil, içeriden de dövizle ve altınla borçlanmaya başladı.
Hazine’nin döviz cinsinden iç borçlanmasının vadesi 1 ila 2 yıl. Amerikan dolarıyla yapılan borçlanmaların faizleri, yüzde 3,5-4 civarında.
Oysa aynı vadede Amerikan tahvillerinin faizi binde 1. Almanya ve Fransa’da eksi…
Dövizle yapılan iç borçlanmaların hem faizleri yüksek, hem vadeleri kısa, hem de kur riskini bütçeye taşıyor. Dış borçlanmadaki fahiş faizlere hiç değinmiyorum bile.
Eylül sonu itibariyle, devletin dövize endeksli iç borç stoku 37 milyar dolar. Devletin dış borç stoku 97 milyar dolar her ikisinin toplamı 134 milyar dolar. Bu durumda son bir ayda gerçekleşen devalüasyon, hazineye 67 milyar liralık ilave yük getirdi.
Bu beceriksizliğin sorumlusu kim? Erdoğan ve damadı. Şimdi Erdoğan çıkmış, hiç sıkılmadan, “Cari açığı, yüksek maliyetli borçlanmayla kapatanların oyunlarını bozduk” diye şişiniyor. Oyun bozmak bu mu Sayın Erdoğan? Milletin sırtına durduk yere 67 milyar lira yük yüklediniz. Bu 67 milyar lira nereden ödenecek? Hangi yatırımlar, kimlere yapılan yardımlar, kimlere ödenecek maaşlar kesilecek?
Bu liyakatsiz, bu beceriksiz yönetimin elinde, Türkiye, düşük ve orta gelirli ülkeler arasında, dış borcu en yüksek 10 ekonomiden biri oldu. Yine, Arjantin’den sonra, döviz rezervinin dış borcu karşılama oranının en düşük olduğu ikinci ülkeyiz.
Borç çok, borçlanmanın maliyeti çok, döviz rezervi ise hiç yok… Eylül itibariyle,
İade etmek kaydıyla başka ülkelerden alınan paralar hariç net rezervler eksi 49 milyar dolar. Merkez Bankası’nın döviz rezervi, eksi bakiye veriyor.
Bu da yetmezmiş gibi, Eylül’de TCMB’nin kasasından 45,5 ton altın satıldığını öğreniyoruz. Anlaşılan bunların niyeti, kasanın dibini iyice sıyırıp, öyle kaçıp, gitmek…
Böyle bir Hazine, kamu finansmanı ve risk yönetimi olmaz.
Böylesine beceriksiz ellerde düşman dışarıda aranmaz. Bu kafayla idare edilen borç
Memlekete Düyunu Umumiye’yi getirir. Şimdi bu tabloyu gören Alman gazeteleri,
Türkiye ekonomisinin iflas ettiğini ilan ediyor. Yazık değil mi güzel ülkemize… El âleme böyle lafları söyletiyorsunuz. Sonra da saldırıyorlar diyorsunuz.
Değerli Basın Mensupları, ülkemizin kaderini, geleceğini kene gibi emen bu iktidarın
Ülkemize verebileceği bir şey kalmadı.
Ekonominin içine düşürüldüğü buhrandan çıkış için birbirini destekleyen iki temel unsur şart:
İlki; Ehliyetli, liyakatli kadroların elinde uyum içinde çalışan, kurumsal altyapısı güçlü, ekonominin tüm aktörleriyle istişareye açık bir yönetim, ikincisi ise; ayakları yere basan, etrafında mutabakat sağlanmış, yapısal reformlarla güçlendirilmiş
Ciddi bir ekonomik programın tavizsiz şekilde uygulanması…
Gelinen noktada, yeni kurallara, yeni kurumlara ve bunları hayata geçirecek yeni kadrolara ihtiyaç var. Bunlar olmadan, ekonominin yeniden dikiş tutması, ülkemizin buhrandan çıkması mümkün değil.
SORU CEVAP
DOĞU AKDENİZ NAVTEX İLANI VE YUNANİSTAN’LA GERGİNLİK
Doğu Akdeniz’deki sorunlarımızı bir tek Yunanistan’la çözemeyiz. O yüzden bölge ülkeleriyle yapıcı diyalog kurmak zorundayız.
İZMİR DEPREMİ ÇÜRÜK RAPORU İDDİALARI
Dayanıksız binaların tespitini kimin yapacağı konusunda ortada belirsizlik var. Bu binaların yıkılması halinde önlemlerin kim tarafından alınacağı konusunda da ciddi sıkıntı var. İzmir’de belediyelerimiz bazı tespitlerde bulunmuşlar. Ancak buralarda oturanlar uzlaşmaya varamamışlar. Ortada mevzuattaki karmaşadan kaynaklanan bir durum var. Bu meselelerin artık süratle çözülmesi lazım.
İmar olayı Türkiye’nin en önemli meselelerinden biridir. Aynı zamanda kentsel dönüşüm Türkiye’nin önündeki en büyük fırsatlardan biridir. İktidar bu fırsatı kaçırmıştır. Kentsel dönüşüm yoluyla inşaat sektörünü canlandırmak yerine AVM ve rezidanslarla bu sektörü canlandırmayı tercih etmiştir.
Her siyasetçinin kendine göre bir yoğurt yiyişi vardır. İktidar AVM’lere öncelik vermiştir ama CHP iktidara geldiğinde kentsel dönüşüme öncelik verecektir. ”