ANKARA – Seçimlerin geride kalmasıyla birlikte siyasi partilerin seçim sonuçlarını mercek altına aldığı, eleştiri ve özeleştirilerin gün yüzüne çıktığı bir sürece girildi. Alınan sonuçlar itibarıyla en çok eleştirilen siyasi partilerden biri de Yeşil Sol Parti oldu. Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili ve Halkların Demokratik Kongresi Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, seçim öncesinde alınan kararlara yönelik eleştiriler ve partisinin başlattığı ‘yenilenme’ sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
2023 seçim sürecinin 2019 yerel seçimlerini akla getirdiğini ifade eden Çiçek, 2019 yerel seçimlerinde PKK lideri Abdullah Öcalan’dan gelen mektubu hatırlattı. Mektubun ve Öcalan’ın Kürt siyasetine ve HDP’ye yaptığı ‘payanda olmayın’ uyarısının doğru temelde tartışılmadığını ve anlaşılamadığını belirten Çiçek, “Aradan geçen dört sene Sayın Öcalan’ın mektubunu doğruladı. Mektupta ifade edilenlerin güncelliğini koruduğunu gösterdi” dedi.
HDP’nin önceki dönem eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarına ilişkin soruyu da yanıtlayan Çiçek, “Demirtaş bizim yol arkadaşımızdır, yoldaşımızdır” dedi ve ekledi; “Tartışırız, kriz yaşarız ancak kol kola girip ayağa kalkmasını da yürümesini de biliriz.”
Çiçek’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
‘İKTİDARIN YIPRANDIĞI VE KAYBEDECEĞİ KOLAYCILIĞINA KAÇILDI’
Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı en temel sonuç nedir sizce?
Seçim sonuçları, ideolojik ve örgütlü bir mücadele yürütülmeden asla başarı sağlanamayacağını net bir biçimde açığa çıkardı. İdeolojik netlik sağlanmadan ve halkla birlikte, halkın içerisinde örgütlenme gerçekleştirilmeden asla başarı gelmeyeceğini gösterdi. Toplumda ciddi bir değişim talebi vardı. Ancak ne yazık ki bu talep doğru örgütlenemedi. Bu durumu sadece seçim takvimi üzerinden değerlendirmemek, uzun bir zaman dilimine yayılmış yetersizliklerin bir toplamı olarak görmek gerekiyor.
Yaklaşık 22 yıllık bir iktidarın ekonomik kriz, pandemi, deprem gibi sebeplerle çok yıprandığı ve kaybedeceği kolaycılığına da kaçıldı. Oysa karşımızda çok iyi örgütlenmiş bir iktidar bloku var ve bu iktidar bloku uzun bir zamandır bu seçime hazırlanıyordu. Bir bütün muhalefet, kaba ideolojik karşıtlık ve kişiye indirgenmiş bir söylemle kendini sınırlandırdı. Bu iktidarın yıllar içerisinde inşa ettiği ideolojik hegemonyayı ve toplumsal örgütlenme ağlarını görüp alternatiflerini somutlamakta yetersizlikler yaşandı.
‘ADAY ÇIKARSAYDIK DA TARTIŞMALARIN İÇİNDE KALACAKTIK’
Kamuoyunda ve seçmen kitlenizde en çok tartışılan konulardan biri Cumhurbaşkanlığı seçiminde partinizin aday çıkarmamış olması Bugünden bakınca bu kararınıza yönelik eleştirilerde haklılık payı olduğunu söyler misiniz?
Aday çıkarıp çıkarmama tercihi ile sonuçlara dair tahmin yürütmek olgusal açıdan doğru çıkarımları getirmeyebilir. Tersten bakacak olursak; aday çıkarsaydık ve ilk turda Erdoğan kazansaydı bugünkü eleştirilerin boyutu artacak ve şiddetlenecekti. Ya da muhalefet adayı kazansaydı, “HDP/Yeşil Sol Partiye, Kürtlere rağmen kazandık” propagandasıyla karşı karşıya kalacaktık. Cumhurbaşkanlığı adaylığı politikasını belirlerken her iki yönde de riskler vardı ve biz bu risklerden birini tercih etmek durumundaydık. Ve mevcut rejimi değiştirme önceliğiyle bir tercih yaptık. Neticede sonuca göre değişen bir dizi tartışmaların içinde kalacaktık.
‘ÖCALAN’IN YEREL SEÇİMLERDEKİ MEKTUBU ÇOK İYİ ANLAŞILAMADI’
Bu tartışma ister istemez son yerel seçimleri de hatırlatıyor. Hatırlayacak olursanız 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra iktidar, İmamoğlu’nun az farkla kazandığı seçim sonuçlarını tanımamış 24 Haziran’da seçimleri tekrar ettirmişti. İki seçim arasında İmralı’dan getirilen Sayın Öcalan’ın mektubu kamuoyuyla paylaşılmıştı. O mektupta Sayın Öcalan çok net bir biçimde Kürt siyasetine ve HDP’ye ‘payanda olmayın’ uyarısı yapmıştı. Esasında o mektup zamanında çok iyi anlaşılmadı. Doğru bir temelde tartışılmadı.
‘ARADAN GEÇEN 4 SENE ÖCALAN’IN MEKTUBUNU DOĞRULADI’
O dönem İmralı’dan gelen mektubun ‘taraflardan birini seçme’ konusunda HDP seçmenine bir mesaj olduğu, HDP seçmeninin tercihini ‘Öcalan’a rağmen’ yaptığı yorumları yapılmıştı. Bugünden bakınca nasıl okuyorsunuz mektubu?
Mektup ideolojik-siyasi bağlamdan azade bir biçimde gündelik ve seçim siyaseti üzerinden değerlendirildi. Çoğu kez haksız, mesnetsiz bir şekilde yorumlandı, ele alındı.
Elbette başta seçimler olmak üzere kimi taktiksel kararları alabiliriz. Ancak taktiksel hedefleriniz ne olursa olsun Sayın Öcalan’ın mektubunda belirttiği ‘Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk’ üçlü sacayağının dengesini kurmak, siyasal çizginin belirginliği, sonuç alıcılığı açısından önemli bir uyarıydı. Açıkçası o mektubunda Sayın Öcalan, Üçüncü Yolun Manifestosunu açıklamıştı. Mevcut Türkiye siyasetinin kurgusunu, açmazlarını tarif ederek halklara ve ezilenlere takip etmeleri gereken yolu göstermişti.
Aradan geçen dört sene Sayın Öcalan’ın mektubunu doğruladı. Mektupta ifade edilenlerin güncelliğini koruduğunu gösterdi. Meselenin tek başına İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimi olmadığını, sistemsel köklü dönüşümün ana itekleyicisi olan Kürt siyasal dinamiğinin ve HDP’nin politik çizgisinin, duruşunun önemini ortaya koydu. Dolayısıyla o mektupta yazılanlar hayata geçirilebilmiş olsaydı bugün ülkede bambaşka bir siyasi iklim hâkim olabilirdi. Halklar, inançlar, kadınlar, gençler, emekçiler kendi politik pozisyonlarını daha kararlı ve güçlü bir şekilde inşa etmenin olanaklarını yaratmış olabilirdi. Seçim sonuçları da böyle olmayabilirdi.
‘KÜRT SİYASİ HAREKETİ İLE TÜRKİYE SOSYALİST HAREKETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ YENİ ORTAYA ÇIKMADI’
İttifak süreci özellikle TİP ile ortak liste konusundaki müzakereler de bir hayli tartışmalı geçti. Seçim sonuçları açığa çıkınca da ittifak içerisinde yapılan işbirlikleri ve hatta bir bütün ittifak stratejisi, seçmeniniz tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Bu süreçte yapılan hatalar neler oldu? Ne yapılmalıydı?
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir; Kürt siyasi hareketi ile Türkiye sosyalist hareketi arasındaki ilişki tarihsel ve birçok değerin ortak yaratıldığı bir ilişki. Bu iki dinamik güç ittifak halinde olmazsa ülkede başta Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere emek, demokrasi ve özgürlükler namına ilerleme kaydetmek çok ama çok zor olur. Bizim ittifak meselesine bakışımızın stratejik hattı budur.
‘KÜRT MESELESİNE DAİR POLİTİKALARDAKİ GERİLEMELERİN SORUMLUSU SOSYALİST ÖRGÜTLER DEĞİL’
Emek ve Özgürlük İttifakı stratejik olarak doğrudur. Ancak taktiksel olarak hatalar yapıldı. Bakın hata diyorum, yanlış demiyorum. Bu iki durum farklıdır. Hatanın sebebi yol ve yöntem eksikliğidir; siyasal, örgütsel, toplumsal ödevlerden kaçmaktır, onlarla yüzleşmemektir.
Güncel tartışmalara atfen söylemek gerekirse Kürt siyasetinin Kürt meselesine dair politikalarındaki gerilemelerin, yetmezliklerin sorumlusu nasıl ki sosyalist örgütler, hareketler değilse; sosyalist mücadelenin zayıflığının, toplumsallaşamamasının sorumlusu da Kürt hareketi değildir. Bu iki yanlış okuma, tam da devletçi politikaların amaçladığı gibi Kürt hareketinin tecrit edilmek istenmesi, sosyalist örgütlerin de var olan krizli hallerinden çıkamaması demektir.
‘İTTİFAK SİYASİ PARTİLERİN YAN YANA GELİŞ FOTOĞRAFININ DIŞINA ÇIKAMADI’
Birlikte hareket etme konusunda ittifak bileşenlerimizle mutabık kalmış olsak da bu birlikteliğin biçimi konusunda farklı düşündük. Bizler en başından beri en doğru yöntemin seçimlere tek listeyle girilmesi olduğunu savunduk. Ancak uzun müzakerelere rağmen bunu gerçekleştiremedik. Öte yandan ittifakın günün sonunda salt siyasi partilerin, örgütlerin yan yana gelişi fotoğrafının dışına çıkamaması da bir başka ciddi eksikliğimizdir.
‘SEÇİMLE SINIRLANDIRILMIŞ İTTİFAKLARI GÜNDEMİMİZDEN ÇIKARMAMIZ GEREKİYOR’
Bundan sonraki süreçte, seçime endeksli, seçimle sınırlandırılmış ittifakları gündemimizden çıkarmamız ve ‘yan yana gelmezsek kazanırız’ şartını reddederek, stratejik hattımızı toplumsal mücadele ittifakları üzerinden örmemiz gerekiyor.
‘HDP’NİN YEREL ÖRGÜTLÜLÜĞÜNÜN ERİMESİNE MÜDAHALE ETMEDİK’
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Medya Haber TV’de yaptığı değerlendirmelerde il örgütlerinin adaylara ilişkin önerilerini yeterince dikkate almadıklarını, aday belirleme komisyonunun bu konuda hatalı olduğunu ifade etti. Bu özeleştiriyi nasıl değerlendirirsiniz? Seçim sonrasında tabandan da bu yönde eleştiriler geldiğini dikkate alacak olursak genel merkez ve yerel arasında bir kopukluk söz konusu mu?
Seçim sürecindeki özeleştirilerimizden biri adayların belirlenme yöntemleriyle ilgili. Seçimin kısa bir zaman dilimine sıkışacağını öngörüp zamanında kimi kararları alamamış olmamız ile yol ve yöntemlerimizdeki hatalar birleşince çeşitli sorunlar ortaya çıktı. Ancak yaşanan başarısızlığı veya hataları biz sadece aday belirleme veya seçim süreciyle ele alamayız. Bu, doğru sonuçlara götürmez. Bu sonucun nedenlerini aday belirlemeden örgütlü yapımıza, bir bütünlük içerisinde değerlendirmeliyiz ve öyle de yapacağız. Sonuçları tek nedenle açıklayamayız. Doğru sonuçlar veya dersler çıkarmak bütünlüklü ele almayla olur.
HDP’nin yerel örgütlülüğünün yıllar içerisinde erimesine müdahale etmememiz, Türkiye sahasında toplumsal örgütlenme programının oluşturulup hayata geçirilmemiş olması da bugünkü seçim sonuçları bağlamında sorumluluk alanlarımızdandır.
‘GENİŞ BİR YAPILACAKLAR LİSTESİ ÖNÜMÜZDE DURUYOR’
Seçimin ardından açığa çıkan sonuçlarla birlikte HDP olağanüstü kongreye gitme kararı aldı. Partinizin politik-ideolojik hattı da bu kongrede gündeme getirilip tartışmaya açılacak mı? Bu kongreyi öncekilerden farklı kılan nedir?
Bu kongreyi geçmiş kongrelerimizden farklı kılan temel yön, parti politikalarından parti yapısına kadar hemen her alana dair muhasebenin daha derinlemesine ele alınacak olmasıdır. Bir diğer fark, mevcut siyasal hattımızın vardığı eşiği sıçratma kararlılığıdır. Bileşen, birey ve ittifak hukukundan politik karar alma süreçlerinin demokratikleştirilmesine ve dayandığımız toplumsal, sınıfsal zeminlerin parti politikalarında söz sahibi olacağı temsiliyet ve mekanizmaları sağlamaya kadar geniş bir yapılacaklar listesi önümüzde duruyor. Partinin politik-ideolojik hattına dair üretilen stratejilerde ve devreye konan taktiklerde yapılan hatalarla ilgili dersler çıkarmak ve önümüzdeki süreçte demokratik cumhuriyet mücadelesini büyütecek zemini sağlamak da temel hedefimiz. Bu kongreden çıkaracağımız en güçlü sonuç Üçüncü Yol paradigmamızın her düzeyde daha güçlü savunulması olacaktır.
‘HDP FİKRİYATI YANLIŞLANMADI, EKSİKLİKLERİ ORTAYA ÇIKTI’
Seçmeninizden gelen bir değişim ve yenilenme talebi de bu dönemde görünür oldu. Mithat Sancar ve Pervin Buldan kongrede aday olmayacaklarını açıkladılar. Hem yeni eş genel başkanların hem yeni parti meclisinin belirlenme süreci nasıl olacak?
Geleneğimizin kongre süreci deneyimi dünyada az görülen şekilde tabandan örgütleniyor. İl ve ilçelerde çok sayıda toplantılar gerçekleşiyor. Sonra bölge konferanslarında tartışmalar kararlara dönüşüyor ve merkezi konferanslara taşınarak kongrenin taşları döşeniyor. Mevcut koşullarda en demokratik ve toplumcu kongre tartışma süreci işletilmeye çalışılıyor. Kongre bu süreç sonunda gerçekleşiyor. Bu dönem bizler açısından yeniden bir hamle sürecinin vesilesi kılınması itibariyle tarihi önemde. Yanı sıra tabanıyla daha sıkı ve esaslı mesai harcayan; iddia edildiği üzere sınırlarımıza dayanmadığımızı, aramızda mesafe bulunan toplumsal potansiyellerle buluşarak sınırlarımızı genişleteceğimiz bir dönemin ilk adımları olarak görüyor ve paradigmamızda ısrar ediyoruz. Dolayısıyla görevimiz tamamlanmadı, hala önümüzde duruyor. Yani HDP fikriyatı yanlışlanmadı, eksiklikleri ortaya çıktı. Konferans süreçleri sonunda açığa çıkan irade herkes için bağlayıcı olacak. Bu süreç sonunda eş başkanlar ve parti meclisi belirlenecek.
‘DEMİRTAŞ BİZİM YOL ARKADAŞIMIZDIR, YOLDAŞIMIZDIR’
HDP’nin önceki dönem eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın seçim sonrasında parti yönetimine ve seçim sürecindeki iletişimsizliğe dönük eleştirileri de içeren bir yazısı çokça tartışıldı. Demirtaş’ın eleştirilerine dair görüşleriniz nelerdir?
Her şeyden önce şunu söylemek isterim ki, Sayın Demirtaş bizim yol arkadaşımızdır, yoldaşımızdır. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinde önemli roller üstlenmiş ve üstlenecek birisidir. Koşullar ne olursa olsun mirasını yüklendiğimiz geleneğimizin gereği olarak bütün değerlerimizin, yoldaşlarımızın kolektif aklı etrafında yürüyüş ısrarımız devam edecektir.
‘TARTIŞIRIZ, KRİZ YAŞARIZ ANCAK KOL KOLA GİRİP AYAĞA KALKMASINI BİLİRİZ’
Partimiz gerek hapishanedeki yoldaşlarımızın gerekse dostlarımızın ve halkımızın eleştirilerini, önerilerini almıştır, almaya da devam edecektir. Bu süreci bir eleştiri özeleştiri süreci olarak değerlendireceğini, gerekli kararları alacağını deklare etmiştir. Biz işin bu boyutuna odaklandık. Eleştiriler bizi büyütür, güçlendirir, buna inanıyoruz. Tartışırız, kriz yaşarız ancak kol kola girip ayağa kalkmasını da yürümesini de biliriz. Bu gündemler etrafında ikilikler, karşıtlıklar çıkarmak isteyenlere de tarihimizi hatırlatırız.
‘ERDOĞAN’LA YA DA ERDOĞAN’A RAĞMEN KENDİ GÖREVLERİMİZİ YERİNE GETİRMEMİZ BU TOPRAKLARA BORCUMUZDUR’
Muhalefet partileri gibi iktidar da bir değişim sürecine girdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı kabinesinin neredeyse tamamını yeniledi. Yemin ettikten sonra yaptığı konuşmada da ‘ortaklık’ ve ‘kucaklaşma’ vurgusunu sıkça yaptı. Erdoğan’ın konuşmasını yeni kabine kompozisyonuyla birlikte ele aldığınızda nasıl değerlendirirsiniz?
Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın Türkiye’yi getirdiği nokta, çoklu krizlerin toplumsal bir buhrana dönüşmesi eşiğidir. Seçim sonuçlarında da görüldüğü üzere toplum ikilikler üzerinden parçalı yapılara bölünerek konsolide ediliyor. Kürt-Türk, Sünni-Alevi, kadın-erkek, dost-düşman gibi temel yaklaşımlar iktidarın seçim sürecindeki canlı dinamikleriydi. Tüm bunlar ekonomik kriz, siyasal ve toplumsal krizle birleşince Türkiye’nin kaldıramayacağı fay hatlarının tetiklenebileceği bir kerteye ulaşıldı.
Kürt sorunu başta olmak üzere bu ülkenin tarihsel ve siyasal sorunlarının şiddet ve baskı politikalarıyla çözülemeyeceği her gün yeniden ortaya çıkıyor. İktidar, 2015 yılından beri devreye koyduğu politikalarla Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirirken aynı zamanda halkı ekonomide korkunç bir manzarayla karşı karşıya bıraktı.
Öte yandan Erdoğan’ın tarihin gördüğü en pragmatik siyasetçilerden biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu pragmatizmiyle bir ‘imaj siyaseti’ yaptığına dair genel kanı var. Maduro’yu, İsmailağa Cemaati’ni, Paşinyan’ı Aliyev’i, NATO’yu; yani karşıt olduğu var sayılanları yan yana getiren bu eklektik yönelimi bu açıdan iyi okumak gerekiyor. Dolayısıyla Erdoğan’la ya da Erdoğan’a rağmen kendi görevlerimizi yerine getirmemiz, bu topraklara ve gelecek kuşaklara olan borcumuzdur.