Adları lazım değil malum davların savcılarıydılar. Haklarında soruşturma açılır açılmaz yurt dışına firar ettiler. Bu davlardan birisinin savcısı da henüz hakkında dava dahi açılmadan o da ihtiyaten yurt dışına kapağı attı.
Bu savcılar baktığı davalarda “kaçma ihtimali var” diye önlerine gelen herkesin tutukluk halinin devamına şeklinde karar veriyorlardı. İkametlerin belli olması, delillerin toplanmış bulunması da onları çok fazla ilgilendirmiyordu. Tutuklamanın istisnai bir tedbir olmasına karşın bu savcılar nezdinde tutuklama kural haline gelmişti.
Sanıklar değil savcılar firar ediyor!
Genel Kurmay Başkanlığı yapmış bir şahsı “silahlı terör örgütü lideri” diyerek tutuklayanlar bunlardı. Kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelen Generali, profesörü, emniyet müdürünü hepsini birden tutuklayanlar da bunlardı. Totaliter devletlerde görülen toptan tutuklamayı bunlar gerçekleştirmişlerdi. Milletvekili seçilenlerin dahi tutuksuz yargılanmasını sağlamayı akıllarından geçirmemişlerdi. Büyük bir keyifle ‘tahliye taleplerinin reddine’ diye kararlar veriyorlardı.
Onurundan intihar eden Tatar, kanser olduğu halde hastaneye sevk edilmeyerek hapishanede ölmesi beklenen Okkır ve daha niceleri onların savcılığını yaptıkları davaların kurbanı oldular.
Sonunda bu davaların kumpas sonucu açıldığı açıklandı. Bu davalar sırasında yaşanan ihmaller, kasıtlar ya da komplolar araştırılmaya başlandı. Davaların en popüler savcıları birer ikişer yurt dışına hicret ettiler.
Bu savcıların haklarında dava açtığı şahıslar, tutuklanacağını bile bile gelip adalete teslim olurlarken. Bu davaların savcılarının henüz haklarında tutuklama kararı dahi yokken yurt dışına kaçıyorlar! Garip değil mi?
Her yerde sanıklar firar eder. Türkiye’de savcılar firar ediyor!
Can Dündar ve Erdem Gül’ü tutuklamak!
Davaları görülüyor. Davanın içeriği hakkında yorum yapmayalım. Ama ortada gazetecilik yapan, sorumluluk sahibi, tanınan bilinen iki önemli gazetecinin tutuklanma kararı var. Özellikle Can Dündar henüz soruşturma aşamasında defalarca yurt dışına çıkmıştı. Bu sıralarda da Cumhurbaşkanı tarafından ‘yapılanın hesabı sorulacak’ türünden bir tavırla karşılaşmıştı. Buna rağmen Can Dündar ‘hazır yurt dışına çıkmışken beni tutuklayacaklar burada kalayım’ düşüncesini aklından bile geçirmemiştir.
Hakkında açılan davaya giderken de “beni tutuklayacaklar” demiştir. Tutuklanacağını bile bile yayını yapmış ve kendi ayaklarıyla da yine tutuklanacağını bile bile mahkemeye gitmiştir.
Bu iki gazetecinin de kaçma ihtimalinin bulunmadığı, -delil gazete haberleri olduğuna göre- delil karartmanın da söz konusu olamayacağı ve ikametinin de cümle âlemce bilindiğine göre tutuklu yargılanmasının mantığının ne anlama geldiğini de hiç kimse anlamış değildir.
Dahası bu iki gazetecinin tutuklu yargılanmasını Başbakan Davutoğlu bile “Bu tür durumlarda tutuksuz yargılanma esastır” diyerek ifade etmiştir.
Yargı reformu değil yargıç reformu yapmak lazım!
Türkiye adeta tutuksuz yargılamayı beceremeyen bir ülke konumundadır. Buna karşın Başbakan Davutoğlu, “yargı reformu”ndan söz etmektedir. Sihirli ve büyük sözcüklerle yargının düzeleceğini düşünenler yanılıyor. Türkiye’de zaten yargı reforme-deforme edile edile bu hale geldi. Bugün yargı üzerinde siyasi iktidarın nasıl bir baskı kurduğu, adli sistemin koy-kaldır ve tekrar koy yasalarıyla nasıl dizayn ettiği herkes tarafından bilinmektedir.
Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, Hâkim teminatı, kuvvetlerin ayrılığı kavramları anayasada var. Kural olarak teoride tutuksuz yargılama da söz konusudur.
Bütün bu kavramlara ve yapılan onca reforma karşı yargı halk nezdinde giderek irtifa kaybetmektedir. Roma ve Antik Yunan’dan bugüne “iyi yasalar kötü yasalar yoktur. İyi uygulayıcılar ve kötü uygulayıcılar vardır” sözü söylene gelmiştir. Türkiye’de yargı değil yargıç zihniyetinde reforma ihtiyaç vardır. Belki o zaman hakkında soruşturma açılan yargıçlar firar etmezler!