Ya bölücülerin dediği ya da dış müdahale (mi?) başlıklı yazıda AKP kurucusu ve eski milletvekili İhsan Aslan’la yapılan ve dikkatlerden kaçan, “Farz edelim federasyon, özerklik gibi çözümler… Türkiye’de de eğer sorunun çözümü oradan geçiyorsa siyasi bir karardan geçiyorsa ne yapacağız?” diyen röportajı konu etmiş, devam edeceğimi belirtmiştim. Yazının yayıma girdiği saatlerde İhsan Aslan da ihraç talebi ile AKP Disiplin Kuruluna sevk edildi. Aslında röportaj üzerinde çok konuşulmamıştı da. İhsan Aslan da bir açıklama yapmadı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan 22 Kasım 2020’de partisinin beş il kongresine hitaben yaptığı konuşmada, “Velev ki geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsi ifadeleri Cumhurbaşkanı’yla, Hükûmetimizle, Partimizle ilişkili hâle getirilemez.” sözleri de Bülent Arınç’la ilişkilendirilmişti. Ama Arınç Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesiydi ve onu istifaya götüren süreç, bu ayrıntının dikkatlerden kaçmasına sebep oldu.
ABD de aynı hainler de…
Son dönemde bu röportajdan başka gerek içeriden gerek dışarıdan veya terör örgütü ve uzantısı partisinden benzer açıklamalar sıkça duyulmaya başladı. Aslında yeni bir sürece doğru yöneldiğimizin işaretleri. Aslında yeni bir sürece doğru yönelmemiz özellikle ABD başkanlığına Biden’in seçilmiş olması ile de alâkalı. Bu konuda Biden’li yılların ışığında Biden’in söyledikleri yazımızda da düşüncelerimizi paylaşmıştık. Sekiz yıl süren Obama döneminin ikinci adamı. O da sekiz yıl başkan yardımcısı. Ve özellikle bölgede olanların mimarbaşı desek çok da yanılmış olmayız. Görünen o ki bu değişim bölgede hareketlilik isteyenleri, Türk Milletinin egemenliğine yönelik hareketlerini tekrar hızlandırmaya başladı.
PKK terör örgütünden Murat Karayılan’ın İsrail gazetesine verdiği röportajda da ABD’den, yalvarırcasına yardım talepleri vardı. Karayılan, ABD’nin Türkiye ve PKK arasında arabuluculuk sorusu üzerine, “Evet, Amerika buna ağırlık verirse bunu yapabilir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, 1919’da kurucular tarafından Kürt federalizmi onaylandı. Kürtlere özerk bir bölge sözü verildi, ancak 1923’te Kürdistan dört ülkeye bölündü. ABD ve Avrupalılar, tıpkı İrlanda’daki sorunların çözülmesine yardımcı oldukları gibi bir barış anlaşmasına aracılık etmeye yardımcı olabilirler.” diye cevap veriyor.
Tarihî gerçeklere ve sosyolojiye aykırı, iftiralarla dolu cümlelerle sürdürülen bir bölücülük söz konusu. Ne 1919’da onaylanan bir federalizm, ne verilen bir söz, ne de bölünen bir ülke var. Türk Milleti o dönemde istiklâlinin derdinde ve bütün herkes canhıraş bir gayretle vatan topraklarından düşmanı kovma derdinde.
Hiç değişmeyen eski hevesler…
Tıpkı “Cumhuriyet tek bir etnisite üzerine kuruldu. Hâlbuki 26 (bazen 36. Bazen daha fazla) etnik yapı var… Cumhuriyet tekçi, retçi ve asimilasyoncu politikalar üzerine kuruldu… 1920 ruhunu canlandıracağız…” cümleleri gibi değil mi?
Ve yine gündeme Uluslararası Kriz Grubu da dâhil oldu. Tıpkı 2014’te çözüm süreci dönemindeki gibi. O zaman Dolmabahçe Mutabakatına doğru giderken de devredeydiler. Oslo Sürecinde de vardılar. Bugün de ABD’nin çözüm(!) için arabulucu olması gerektiğine dair raporlarının haberleri çıkmaya başladı.
İhsan Aslan da benzer düşüncelerde. “Eğer biz kendi içimizde bu sorunu çözemezsek dışarıdan büyük devletler müdahâle ederler… Ama şimdi dış devletlerin müdahâlesi zorunlu hâle geldi…” diyor. Ve ekliyor, “Bundan sonra illa adımlar atılmak zorunda, atılacak her adım bize daha pahalıya mâl olacak. Çaresi yok.”
Bütün bunların sebebi ne diye bakıldığında, “AK Parti öncesi, Millî Görüş’ün siyasette var olduğu dönemde biz ütopyayı yaşıyorduk. … İslam’ı yaşadığımız toplumda hâkim kılma, tırnak içinde şeriat devleti kurma gibi bir idealimiz vardı. Bunu nasıl hayata geçireceğimiz konusunda büyük tecrübe edindik. Ne kadarını yapabilip ne kadarını yapamayacağımızı anlamış olduk.” cümleleri görülüyor. Yaşadıklarımızdan anlaşılan o ki, kastedilen devlet “kuralları kendi inandıkları gibi şekillenecek olan devlet”. Böyle bir anlayış da başlı başına tartışma konusu. İnsanlık tarihinde de çok büyük ve kanlı savaşlara yol açmış. Bu tartışmayı bir kenara koyduğumuzda bile görülen, yine “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak… Rabia’mız…” sloganları atılıyor. Bir değişiklik yok. Veya en azından inandırıcılığı çok ama çok zayıf.
Hukukun elinde sadece hak vardır
Röportajda Aslan’ın “AK Parti’nin bir milliyetçi bagajı yoktu, elinde Kürt kanı yoktu” dediğinden bahsediyor. Bu da şikâyet edilen ırkçılığın ta kendisi. Türk Milletinin birliğine, dirliğine, bütünlüğüne, egemenliğine saldıran bir terör örgütü ve buna karşılık Türk Milletinin hukukunu savunan devlet var. Devletin elinde hiç kan olmadı. Türk Milleti tarihinin hiçbir döneminde, hiçbir insanı bir gruba dâhil olduğundan dolayı öldürmedi. Her dönemin kendi hukuku içinde kalarak savaştı, dışına da çıkmadı.
Milletin evlatları vatanları için kadın erkek demeden kanlarını akıttılar. Kimileri hayatının baharında, kimileri eşlerini minicik çocuklarıyla birlikte geride bırakarak, hatta bazıları eşlerinin karnındaki çocuklarını göremeden kara toprağa verildiler.
Aksine, İslamcıların mütemadiyen gerçekleştirmeye çalıştıkları ütopyaları ve zorlandıkça değiştirdikleri yanlış siyasi tercihleri yüzünden milletin evlatlarının kanları aktı. Röportajda kendisi yanlış yaptıklarını söylüyor. İktidarlarında bagaj birikimin oluştuğundan bahsediyor. “İktidar, servet ve çok şey bilmek insana yanlış da yaptırabiliyor.” diyor. Bütün bu yanlışlar yüzünden binlerce şehit verildi.
Bu cümlelerin içinde bir tane de doğru var. “Hata yapan birilerinin bu hatayı düzeltip doğru olanı yapmaya çalışması zor oluyor biraz.” Haklı, basit ideolojik hedeflerle bir milleti darmadağınık hâle getirenler, bozduklarını düzeltemezler. Çünkü bagajları hep onlarla birlikte olacak ve artık çok fazla görünür durumda.
İnsan; açılım davullarının çalınmaya başlayan bölücülük tamtamları daha fazla duyulmasın diye mi curcuna fırtınası estirilmeye çalışılıyor, sormadan edemiyor doğrusu.