12 Eylül 1980 darbesi sonrası ortaya çıkan garip bir durumdu başörtülülerin üniversitelerde uğradığı başörtüsü zulmü. Üstelik yazıcıları tarafından Biz bu anayasayı Allah korkusuyla kaleme aldık besmeleyle yazdık denilen anayasa; inancın gereği olarak takılan bir örtüye zulm aracına dönüşmüştü.
Her zaman söylerim bu ülke gariplikler ülkesi diye. Başörtüsü zulmünün tavan yaptığı yıllar rahmetli Erbakan Hocanın milli görüşünün iktidarda olduğu yıllardı. Erbakan kürsülerden nutuklar atıyor ‘’ o rektörleri o kızların önünde saygı duruşunda durduracağım’’ diyordu. 28 Şubat’ta Bir brifing yedi başörtüsü yasağını imzalayan adam olarak tarihteki yerini aldı. Mütedeyyinlerin o zamanlardaki pasif tutumu; bugün agresif oldukça agresif tutumlu mütedeyyin iktidarını yarattı. 28 Şubat sürecinde mütedeyyin ailelerden olmayanlar insanların nasıl bir zulme uğradıklarını fark edemediler bile. Başörtüsü yüzünden okuldan atılan öğrenciler, öğretmenler. Okuyabilmek için Kanada’ya, Viyana’ya hatta ve hatta Güney Afrika’ya gitmek zorunda kalan katsayı mağdurları. Namaz kıldığı için özel sektörde dahi büyük baskı gören dini bütün insanlar.
Bugün AKP iktidarının en büyük direnç noktasını oluşturuyorlar. Şahsi kanaatime göre o dönemde yaşanan en garip durumlardan birisi Kahramanmaraş Sütçü İmam üniversitesinde yaşanan başörtüsü ile girme yasağıdır. Sütçü İmam kimdir sokakta başörtülü kadınların başörtüsünü zorla açmaya çalışan Fransız askerlerini öldüren bir halk kahramanı. Maraş direnişini bu olayla başlatan isim. Başörtüsünü açtırmamak için adam öldüren bu uğurda şehit olan adamın adının verildiği başörtüsü zulmünün sembolü garip bir Üniversite.
AKP gittiğinde yeni bir 28 Şubat yaşanır korkusu insanları sokakta kefenle, hatta kefen bulamadığı için fırfırlı masa örtüsü ile gezecek kadar korkutuyor bunu anlamak lazım. Başbakanın gezi sürecinde anlattığı korku hikâyesi de bu korkuları kaşımanın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Neydi o korku hikâyesi hatırlıyor musunuz. Benim başörtülü bacımı dövüp üzerine işediler. Camide içki içtiler alem yaptılar. Bize göre komedi filmiydi ama ülkenin büyük kısmına göre en korkutucu hikâyelerden birisi… Yıllarca süren ve bedeller ödenerek verilen, Başörtüsü mücadelesi henüz tam olarak olmasa da zaferle sonuçlandı.
Yıllar süren başörtüsü mücadelesi artık bir siyasi iktidarın korkutma aracı olarak kullanılmaya; her fırsatta sömürü cümleciklerinin içinde geçirilmeye başlandı. Her başı sıkıştığında Başbakan benim başörtülü bacım okuyamıyordu, benim başörtülü kızım Türkiye’de okuyamadı, bunlar başörtüsü düşmanı, 12 yıllık iktidarda hala mağdurum edebiyatı. Artık bu konuda yepyeni bir merhaleye geçildi. Dün ülkemizin En ünlü şarkıcılarından birisi olan Transseksüel Bülent Ersoy programına başörtüsü ile çıktı. Şahsi kanaatim Çarşafa girse, hatta burkayla örtünse daha iyiydi ama tercihini bu yönde kullandı. Bu gün başörtüsü mücadelesi veren milyonlarca mütedeyyinin mağlup olduğu gün arkadaşlar. Artık başörtüsü serbest ama serbest olan başörtüsü sizin uğruna mücadeleler verdiğimiz başörtüsü değil, bir moda aleti mini etekten farkı olmayan bir başörtüsü. Bir kumaş parçası, dinin gereği değil bir zorlama aracı.
Dedim ya gariplikler ülkesi bu ülke iktidarın 12. yılında ise artık bir açık saç zulmü yaşanmaya başladı memlekette. Başı açık olan kadınlar artık özel sektörde personel olarak tercih edilmiyor. Ülkenin en tepesindeki insanlar tarafından başı açıklık bir ideolojik simge olarak lanse ediliyor.(tıpkı 28 şubat sürecinde Başörtünün ideolojik simge olduğu iddiası gibi) Bir nevi yoğun mahalle baskısı oluşturularak toplumda kamplaşma oluşturuluyor. Kadınlar başlarını örtmeye gizli gizli zorlanıyor. Bir demokratik talep olarak hakkımız olan istediğimiz uğruna türlü cefayı göze aldığımız başörtüsü serbestliği artık yepyeni bir zulmün aracı olmaya başladı. Sözü Galip Erdem ile noktalayalım olaya denk düşen ‘’Bizler davayı Ağrı dağının zirvesine çıkaracaktık, yola koyulduk, bin bir zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer bir davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.’’