ABD ile Türkiye arasında ilişkiler soğuk savaş döneminden bu yana sürekli olarak asimetrik bir biçimde yürütülmüştür. Çoğu zaman Türkiye ABD/NATO ittifakı yüzünden sürekli emrivakilerle karşı karşıya kalıyordu.
Türkiye, 1956 yılından itibaren ABD’ye ait olan ve Adana’daki İncirlik hava üssünde bulunan U 2 uçaklarına, bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere bilgi toplamak amaçlı uçuşlar gerçekleştirmesine izin vermiştir.
ABD bu uçakları SSCB’nin uzay programı konusunda casusluk yapmak üzere uçurmuş ve SSCB topraklarında bir uçağın Rusya üzerinde düşürülmesiyle ABD ve SSCB arasında kriz patlak vermişti. ABD casus uçuşları yaptığı konusunda bilgi vermemiş ve gerçekleri gizlemişti.
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği konusunda bu gerçek bir kriz olmuştur. Kriz sona erdikten sonra yine Türkiye’nin haberi olmadan ABD ile SSCB arasında yürütülen Türkiye’deki 15 adet Jüpiter füzesi karşılığında Küba’ya SSCB’nin yerleştirdiği SS4 füzelerinin kaldırılmasıyla ilgili pazarlığı dünya kamuoyu ile birlikte Türk kamuoyu öğrenmişti. Bu durum ABD’nin kendi çıkarları için Türkiye’yi nasıl yok saydığını göstermiştir. Türk kamuoyunda o günden beri ABD’ye karşı bir güvensizlik vardır.
Türkiye ile ABD ilişkileri 1952 yılından bu yana gerçekte hep sorunlu olmuştur. 1963’te ABD başkanı Johnson’ın İsmet İnönü’ye yazdığı mektuptan tutun 1974’teki Kıbrıs Harekâtı sırasında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargoya, Afyon ekiminden tutun F-35 projesinden Türkiye’nin dışlanmasına kadar bu hep böyle devam etmiştir. Dahası Türkiye’de demokrasiye darbe yapanlar, 15 Temmuz dahil hep ABD’nin çocukları olmuştur.
Gelinen aşamada Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin can düşmanı terör örgütü PYD/YPG’yi ABD, stratejik müttefiki (!) Türkiye’ye tercih etmiştir. Irak’ta kendisine bağlı yapılar ve üsler kuran, Suriye’de Türkiye’yi bölmek üzere örgütlenmiş terör örgütüne yüzbinlerce TIR silahla teçhiz edip, eğiten stratejik müttefik (!) ABD olmuştur. Sanıldığı gibi ABD, Avrasya jeopolitiğinde yalnız Cin ve Rusya’yı değil bu iki güçle birlikte Türkiye’yi de kuşatma altına almaya çalışmaktadır. Güney Kıbrıs’ta, Girit’te, Yunanistan’da yirmi yerde, Bulgaristan ve Romanya’da üs açıp kuvvet yığan ABD’nin bunu yalnızca Rusya’yla ilgili olarak yaptığını sanmak hem eksik hem de yanlıştır.
Sonuçta Türkiye’ye karşı ABD geleneksel stratejisine yeni ilaveler yapmıştır. O da Türkiye’nin hayati çıkarlarının farkına vararak Doğu Akdeniz, Libya, Karabağ, Kıbrıs ve Ege’de harekete geçmesiyle ilgiliydi.
ABD resmen Türkiye’ye, ‘ABD’nin düşmanları yasası’ kapsamında yaptırımlar uyguluyor. Türkiye’ye düşman muamelesinin yapılması aslında sözün bittiği yerdir.
ABD tarafından Türkiye’nin yumuşak karnı olarak görülen 1915 olaylarını “Soykırım” olarak ilan edilmesidir. ABD’nin bölgeyle ilgili olarak en deneyimli, en birikimli başkanı olarak lanse edilen Joe Biden, Türk Milleti’ni “Suçlamak için değil, tekrarlanmasın diye soykırım ifadesini kullanıyoruz” dedi.
Esasen ABD’deki 50 eyaletin 49’u 1915 olaylarını sözde ‘soykırım’ olarak tanırken, sadece Mississippi eyaleti olayları tarihçilerin değerlendirmesi gerektiğini söylemişti. Joe Biden, Ermeni soykırımı ifadesini kullanan Reagan’dan sonra ikinci ABD Başkanı olarak Türk düşmanlarının tarihine geçmiş oldu.
ABD bu aşağılayıcı tavrı ve emrivakisiyle Türkiye’nin hata yapmasını ve ani tepki vermesini beklemektedir. Oportünist ve pragmatist bu tavra karşı Türkiye’nin hata yapmaması, duygusal tepkiler vermemesi son derece soğukkanlı ve rasyonel davranması gerekir. Malum öfkeyle kalkan zararla oturur.
Türkiye orta ve uzun vadede hem NATO hem de ABD’yle ilişkilerini gözden geçirmelidir. Bunun için de ekonomisini, teknolojisini ve sosyolojisini güçlendirmelidir. Merkezi üssü Ankara olan bir ittifakın alt yapısını hazırlamalıdır. Yeteri kadar güçlendikten sonra da Türkiye ABD’ye böyle müttefiklik olmaz olsun demelidir.