Çocukluk kavramı, birçok insana göre yaşam zincirinin doğal bir evresi olarak kabul edilmektedir. Bu evre, insanın en doğal ve yalın halidir. Yalın halde bulunan insan, boş bir kaset olarak nitelendirilebilir. Kasete yüklenecek her bilgi çocuğa yazılmış hayat haritası özelliği taşıyacaktır. Bu düşünce felsefe de Tabula rasa düşüncesi olarak 17. yüzyıl filozoflarından John Locke tarafından da öne sürülmüştür. Locke göre ”insan zihninde doğuştan gelen hiçbir şey yoktur”. Boş bir levha olan insan zihni çevresel uyaranlar ile dolacaktır. Yaşam zincirinin ilk halkası olan çocuk, Locke’nin üzerinde durduğu yönden bakıldığında boş bir odadır, bu odayı döşemek, eşyaları yerleştirmek zaman ve adım adım zihin yollarının çevre tarafından kullanılması ile mümkündür. Zihnin bütün öz niteliklerinden yoksun, hiçbir idesi olmayan, özel deyimiyle beyaz kâğıt olduğunu düşünülür ise bu zihin nasıl donatılacaktır?
Tarih boyu çocuk kavramı, kapsamı, biçimi ve tarihsel gelişimi açısından farklılıklar göstermiştir. Bu farklılıklar toplumların sosyal, kültürel gelişmesine, örgütlenmesine ve toplumun içindeki egemenlik koşullarına göre de ele alınmaktadır. Ortaçağda çocuk ve çocukluk terimi kullanılmazken çocuklar yetişkinler gibi kabul edilir, onlar gibi giyinir, kumar oynar, içki içerlerdi. 1600-1800 yıllardan sonra çocuk sağlığına, gelişimine, eğitimine önemin artması ile çocuğun insan yaşamındaki yeri değişmiştir. Çocuğun dünyası değişmeye başlamış, giyim tarzları, oyun ve şarkılar çocuklara özgü hale gelmiştir. Çocuğun hayatı ile yetişkinin hayatı ayrılmıştır.
Türk tarihinde çocukluk kavramı ise; Türklerde toplumun çekirdeği aileden oluşmaktadır. Türk aile yapısı ile ilgili olarak ailenin en önemli görevlerinden birinin beden ve ruh sağlığı açısından sağlıklı ve başarılı bireyler yetiştirmektir. Neslin devamını sağlayacak olan, evin direği rolünü üstlenecek, ailenin birlik ve dirliğini koruyacak, devamını sağlayacak yetiştirilen çocuk olarak kabul edilmiştir. Türk veraset sistemi yani ülkenin yöneticisinin belirlenmesi de tarihsel süreç içerisinde bu şekilde olmuş ve babadan çocuğa geçmiştir. Bu nedenle gerek sıradan ailelerde, gerekse hükümdar ailelerinde çocuk büyük bir önem kazanmıştır. Bu yüzden çocukların anlamı farklı olmuştur. Çocuklar yiğitlik ve savaşçılık konusunda yeterli bir hazırlığın yanında, toplumsal yapıyı düzenleyen kuralları da öğrenirler. Toplumun her ferdi adeta çocukların yetiştirilmesi için yine toplum tarafından görevlendirilmiş gibidir. Bu eğitim sürecinde milli kültür değerleri yoğun olarak kullanılmakta Bu değerler içerisinde yer alan “ocağın kutsallığı ve devamlılığı” noktasında çocuk ön plana çıkmakta dün olduğu gibi bu günde değer kazanmaktadır.
Çocukluk kavramı, yaşamın belirli sürecini kapsayan insanın tüketici dönemi olarak betimlenilse bile çocuk reşit olmayan birer yurttaştır. Konumuzun girişini her çocuğun aslında birer yurttaş adayı olduğu fikri üzerinden şekillendirmeye başlarsak elimizdeki bu boş levhaya eklenecekler ve nasıl eklendikleri yer alacaktır. Çocuklar topluma hazırlanmalı ve yetiştirilmelidir. Ailenin çocuğun hayatındaki yeri günümüzde mutlak ki önemini korumaktadır. Fakat günümüzde çocukların küçük yaştan itibaren sosyal aracı olarak karşılaştıkları diğer iletişim bağı televizyondur. Televizyonların çocuklar üzerindeki etkisi, toplumun diğer kesimlerine oranla çok daha fazladır. Bu etki televizyonların sadece bilgi aktarmaları yoluyla olmayıp, daha ziyade belli davranış modelleri sunmaları suretiyle cereyan etmektedir. Bu tipler özellikle çocuklar için büyük bir taklit kaynağı olan modellerdir. Kişiliğinin oturduğu bu dönemde çocuk için model olan kişi veya olgular oldukça önemli bir işleve sahiptir.
Eğitimde taklit becerisi temel öğretme biçimidir. Fakat bilinçsiz şekilde çocukta özenti tipleri örnek alma davranışa aracı olan televizyon programları, onların yaratıcı olmalarını, yeteneklerini ortaya çıkarmalarında ciddi sorunlara sebep olmaktadır. Televizyondaki taklit kaynağı tipler ve yaşam tarzları, çocuk ve gençlerin toplumun kültürel değerlerini yaşatabilmeleri açısından ayrı bir önem arz etmektedir. Çizgi filmlerdeki kahramanlar onlar için birer hayal ürünü olmaktan ziyade zihinlerindeki yaşam biçimin tamamını oluşturmaktadır.
Çocuklar ekranda seyrettiği o kahramanı model olarak kabul edecektir.” Model kelimesi kişinin kendini özdeş tuttuğu ve duyuş, düşünüş ve davranışlarını taklit etmeye çalıştığı kimseleri ifade etmektedir.(1)” Çocuk model olarak aldığı kişilerin yaşam biçimlerine göre dünyasını şekillendirecektir. Burada aile ve TV yapımcılarına düşen görevler ise çocuklarının hayal dünyasında etkili olacak programların yapımında göstermeleri gereken hassasiyettir. TV programlarının yayın politikaları, kültürel değerler ön planda olacak şekilde planlanmalıdır. Düşsel ve kurgusal olan çizgi filmler hayal gücünü harekete geçirecek toplumun ahlaki, sosyolojik yaşamına uygun nitelikte olmalıdır. Televizyon, çizgi filmler ile çocuklar hayatın içindeki parçaları anladıklarını, dünyayı tanıdıklarını kabul ederler.
Televizyon ve çocuk, iletişimindeki en önemli konu, toplum değerlerini koruyan, anlatan yerleştiren kavramların iyi işlenmesidir. Bu konuda Türk toplumunun kimliğini koruyabilecek, kendi kültür, sanat, tarih ve diline sahip çıkacak mesajların verildiği yayın stratejileri ile ancak mümkün olabilir.
KAYNAKÇA
(1): Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, 23. Basım, Özgür Yay. İstanbul 1998, s.100.
sözkonusu.net