“Gündemi ben belirlerim,” diyen Sayın Başbakan birkaç gün sonrasında şu açıklamayı yapıyor. "Ben dâhil bu dinlemeler bitmemiştir. Evimin altındaki ofisimde dinleme cihazı bulundu. Derin devlet denen olay boş durmuyor"
Böcekleri kim yerleştiriyor sorusu, medyada ürkekte olsa cemaat ve yabancı istihbarat ihtimali üzerine de sorgulanırken, Sayın Başbakan “derin devlet” düşüncesinde yeni demeçleriyle ısrar ediyordu.
Ardından Adalet bakanı kendisinin de dinlendiğini açıklayarak, derin devleti işaret etmekte rol kapmakta gecikmedi.
Böcek ve derin devlet belirlenen yeni gündemimizdir artık!..
***
Genelkurmay başkanı, üst düzey komutanlar, siyasetçiler, belediye başkanları, bürokratların defalarca dinlenme olaylarına şahit olmuştuk. Bu dinlemelerde işaret edilen ise önceleri derin devletin hedefinde olup, şimdilerde güç kazanan yeni odaklardı. Bu yönüyle farklı ilgi alanı oluşturuyordu. Birçok operasyonların, göz altıların, tutuklanmaların, istifaların şekillendirilmesine bu kaynağı belirsiz dinlemeler esas alınacaktı.
Böcekler tüm devlet kademelerini istila etmiş, mini minnacık boyutlarıyla gelecek dizayn ediyor oluşları, artık acı gerçeğimizdir.
Oslo görüşmelerinin ses kayıtları ise, rezilliğin her anlamda sere serpe halka ilanı niteliğinde meçhulün zaferi sonucunu getiriyordu.
İşte tam bu karmaşada Küreciğe “büyükçe bir böcek” konuverdi. İsrail’in çok sevdiği bu böcek İran ve Rusya’yı son derece rahatsız ediyor, çıkacak savaşta Türkiye’nin ilk hedef olacağı tehdidini savuruyorlardı.
Türk Milleti içindeki mini böceklerin esrarını çözememişken, bu büyük böceğin kimin menfaati için getirildiğini, neden tarafı olmadığı bir savaşın içine çekildiğini, anlamaya uğraşmak zorunda kalıyordu!..
Devlet ciddiyet ve derinliğinin son derece zedelendiği, bu durum artık kanıksanır olmuştur.
Sadece dinlemeler değil diğer gelişmeler de tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, “derinliğini” kaybetmiş dönemin işaretlerini taşımaktadır.
Nitekim Özal öldürüldü mü sorusunun tazelenişi, Uludere’nin hala aydınlatılmaması, Sayın Cumhurbaşkanının rahatsızlığına yakıştırmalar, TÜBİTAK’ın sahte cd raporunun hâkimi bile çıldırtan karışıklığı, Dolmabahçe görüşmesinin mezara gidecek oluşu gibi hadiseler gündemin belli başlı konuları olarak sürüp geliyor. Genelkurmayın kozmik odasının, didik, didik edilişine uzanan suikast iddiası, 3 yıl sonra sahibince asılsız ilan edilebiliyor, pişkinlikle karşılanabiliyor.
Tüm bu gelişmelerin yaşandığı bir ülkede derin devletten mi, yoksa güdümlü, yönlendirilebilir bir yapıdan mı söz edilebilir?
Derinliği olan tavır, üslup ve iradeden mi, yoksa yerlerde sürünen sığ bir yapıdan mı bahsetmek daha doğru olacaktır?
Ne hikmetse tüm bu satıh da duruş ve basit tavrın egemen olduğu kaos, bölgemizdeki köklü değişimlerin dönemine denk geliyor!..
***
Bu keşmekeşin içinde bir feryat yürekleri sızlatıyor; “536 gün oldu, çığlığımı duyun!”
Diyarbakır’da 9 Temmuz 2011 tarihinde, PKK’lı grubun kaçırdığı Astsubay Başçavuş Abdullah Söpçeler’den hala haber yok.
18 ay olmuş…
Eşi Saniye kucağında yavrusuyla, “Ben ve kızım yetim kaldık” diye ağlıyor.
“Sahipsiziz” diyor…
Birilerinin devletin her kademesini böceklerle istila ettiği, en mahrem bilgilerin çarşaf, çarşaf açılıp saçıldığı dönemde, kaçırılan bir askerini 536 gündür bulamayan, dahası gündeme bile getirmeyen yapının dönemini yaşıyoruz!
Böylesi bir yerde “ derinlikten” değil,
Hatta sığ olmaktan bile değil,
Ancak düştüğümüz “çukurdan” bahsetmek mümkündür!..