“Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmak zamanıdır.”
Bu düşünceler, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanının parti teşkilatları ile bayramlaşmasında yaptığı konuşma ile birlikte değerlendirildiğinde yöneticilerin düşünce dünyası daha da anlaşılır bir hâle geliyor.
Cumhurbaşkanı parti teşkilatına “dostları artırmak, düşmanları azaltmak”tan bahsediyor. Cumhurbaşkanlığı makamının Türk Milletinin bir bölümünü “Düşman” olarak nitelemesi ancak dil sürçmesi ile izah edilebilir. Ancak aynı zamanda da düşünce iklimindeki “biz ve onlar”ın varlığını da ortaya koymakta.
Çevremizdeki yangın
Öncelikle bu sözler üzerinde düşünürken Türk Milletine ne faydası var diye bakmak da gerek. Dört bir yanımız ateş çemberi. Ermenistan Rusya desteğinde Azerbaycan’a saldırmış ve şehitler var. Türkiye ve Azerbaycan ortak askerî tatbikat yapıyor.
Irak ve Suriye’de terör örgütü PKK hiç durmadan yol alıyor. En son ABD PKK/PYD ile petrol anlaşması yaptı.
Dışişleri Bakanlığımız ABD’ye “kabul edilemez” diye açıklama yaparak tepki gösterdi. Teröristlerle anlaşma yapılmasına daha üst düzeyde karşı çıkmak gerekirken sessizlik de manidar doğrusu. Barış Pınarı Harekâtı durdurulurken ABD ile varılan mutabakat kimsenin aklına da gelmedi.
Doğu Akdeniz’de sular ısınıp duruyor. Türkiye’nin navteks ilanına Yunanistan tepki gösterince sıcaklık kaynama noktasına doğru yükseldi. Yunanistan’ın tezlerine yakın duran Almanya’nın telefonu ile sıcaklık düştü. Türkiye sismik arama çalışmalarına ara verdi. Sözcü Gazetesi Yunanistan’ın talebi üzerine Ankara’da Lozan’ın gözden geçirilmesi için görüşmeler yapılacağını yazdı (3 Ağustos 2020). Lozan’ın kapağının açılmasının Pandora’nın kutusunun açılması anlamına geleceğini, şimdilik, bir kenara koyarak baktığımızda haberde, Lozan’da silahlandırılmayacağı imza altına alınmış adaların durumunun görüşüleceği belirtiliyordu. Aynı haberde Başmüftü seçimine Yunanistan’ın izin vermediği, atama yaptığına ama bizim patrik seçimine izin verdiğimize dair Cumhurbaşkanının değerlendirmesi de vardı. Yunanistan’ın işgal ettiği 18 adamızdan hiç bahsedilmiyordu.
Libya’da yaşananlar da bütün bunlardan hem bağımsız hem de aşağı değil. Orada da çöl sıcağı var. Bu satırlar kaleme alınırken, Hafter’in askerlerine yaptığı “İkinci Türk işgalini kabul etmeyeceğiz ve asla merhamet göstermeyeceğiz.” açıklaması basında yer alıyordu. Mısır Libya’ya asker gönderme tezkeresini meclisinden geçirmiş ve askerî hareketliliğini arttırmış durumda.
S 400 daha sandıkları açılmamış vaziyette bekliyor. ABD, parasını ödediğimiz F 35 uçaklarını vermiyor. Açılmış olan Halkbank davası Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor.
İstikrar içinde ilişkilerini sürdüren bir devlet iken, bugün yanımızda kimse kalmamış durumda. Uluslararası alanda Müslüman ülkeler de dâhil yanımızda olan devlet sayısı, neredeyse, bir elin parmaklarını geçmiyor.
Bütün bunların yanında
Ekonomide her geçen gün sıkıntı yaşanıyor. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri iyice erimiş vaziyette, alarm sinyalleri şiddetlenmeye başladı. İçeriden ve dışarıdan uyarılar git gide artıyor. Geçim derdi daha da ağırlaşıyor. İşsiz sayısı, özellikle genç işsizlik büyük bir problem olma yolunda. Her şehre açılan üniversite ile övünüyoruz. Ama hem akademik personel yokluğu hem de evrensel düzeyde eğitim eksikliği kaliteyi iyice düşürmüş durumda. Adı üniversite olan liselerde eğitim yapılıyor demek hiç de yanlış olmaz.
Salgınla mücadele ederken zaten sıkıntı yaşayan Türk Milleti, her gün biraz daha gerilmekte.
Bütün bu gerginlik konularının yanında, bir de, Ayasofya açılırken Atatürk ve arkadaşlarına “İhanet” ve “lanet okuma” tartışması yaşanmakta. Bu tartışmalar yandaş medya ile sosyal mecralarda hilafet ve saltanat taleplerini de iyice arttırdı.
“Biz” kimiz?
Özetleyerek verdiğim meselelerin her biri çok büyük sorunlar. Hem teker teker hem de birbirleriyle ilişkili olmalarından ötürü çok karmaşık konular. Bütün bunların halledilmesi için en önemli şart “Biz”in birliği ve beraberliğidir. Tivit de biz diyerek başlamaktadır. O hâlde “biz” kimdir sorusunun cevabı verilmelidir.
Bana göre “Biz”, binlerce yıldır adı Türk olan millettir. Ama bugünkü yönetim iktidara geldiğinden beri bu konuda farklılığını ortaya koymuştur. Tivitte de bu anlayış kendini hissettiriyor. Başkalarının hikâyelerini anlatanlar “biz”dense bile, artık, “biz” olmaktan çıkmış olmalılar değil mi? Yoksa başkasının hikâyesini 150 yıldır anlatmaya devam edebilirler miydi?
16 Nisan 2017 referandumu akşamında Cumhurbaşkanının “200 yıllık yönetim tartışması son buldu” açıklaması çok önemlidir. Bunun yanında, çeşitli zamanlarda duyduğumuz, “Dağa taşa ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ yazdınız ama bu ülkede sadece Türkler yaşamıyor ki” veya “Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur. Her konuda ‘tekçi’ olmuştur ve bu tek olan şeyi de kendisi seçmiştir” diye devamlı tekrar edilen, “(Cumhuriyet) tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu bir yapı” ile isimsiz “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” ve “Türk, Kürt, Çerkez, Laz…” ifadeleri “biz” düşüncesini anlamamıza yardımcı olan diğer yaklaşımlardır.
Türkiye ve Türk Milleti 19’uncu yüzyılın sonu ve 20’nci yüzyılın başında toprak ve nüfus kaybına da bu gibi tartışmalarla geldi.