Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Fransa’da, cumhuriyetin ortağı olması için İslam’ın yapılandırılması gerekiyor” dedi. Başta Türkiye olmak üzere birçok İslam ülkesinden büyük tepki aldı. Hâlbuki Müslümanları kendi çıkarları için kullanmak isteyen güçler Macron’dan çok önceleri “yeşil kuşak” projesiyle bunu yapmaya çalışmışlardı. Batı, İslam dünyasını, üzerinde her türlü tasarrufun yapılabileceği bakir ve kullanışlı bir alan olarak gördüğünü göz önünden uzak tutmamak gerekiyor.
1977’lerde Brezizenski Sovyetler Birliği’ne karşı, “yeşil kuşak projesi”ni ortaya atmıştı. Bu bağlamda İslam ülkeleri ABD tarafından yeniden yapılandırılacaktı. Bu projeye göre; İslamiyet’in yükselişi batı çıkarları için ‘istikrarsızlık’ kaynağıdır. O nedenle İslami hareketler müttefiklerde denetlenirken, düşmanlarda kışkırtılmalıydı. ABD, dostlarında yani Türkiye, İran gibi ülkelerde İslam’ı bastıracak, düşman ülkelerde (SSCB/Çin) ise destekleyip kışkırtacaktı. Öyle de yapılmıştı.
SSCB dağıldıktan sonra “Yeşil Kuşak Projesi” yerini Büyük Ortadoğu Projesi’ne bıraktı. BOP’un stratejisi “İslam’ın yapısal olarak teröre uygun bir din” olduğu tezine dayanıyordu. İslam’ı teröre uygun bir din olmaktan çıkarıp demokrasiye, liberalizme ve modernizme uygun bir din haline getirmek için “Ilımlı İslam Projesi” ortaya atıldı. Bu proje “Arap Baharı” ile uygulamaya sokuldu.
İslam reform geçirmeli, liberalleşmeli türünden varsayımlar, Henry Kissinger’in bu bağlamda ifade ettiği “Bundan sonra savaş İslam’ın kendi içinde olacaktır” görüşü daha sert ifadelere yerine bıraktı. “Ilımlı İslam Stratejisi” asıl hedef olarak “İslamiyet’i Ortadoğu’dan kazımak” ve bu bağlamda İslam’ı vesayet altına almaya evrildi. İslam dinini salt seküler ritüellere indirgeme çalışmaları böyle başladı. Sonunda İslam bir tehdit olmaktan çıkarılıp yardımcı bir faktöre dönüştürülecekti. Bunu da bir çeşit “İslam’ın özelleştirilmesi” olarak niteleyenler oldu.
Graham Fuller, “Siyasal İslam’ın Geleceği” adlı eserinde “İslami hareketin önündeki en büyük görev de inançları çağa uyarlamaktır. Birçok İslam düşünürü, İslam’ın demokrasi ile uzlaşmaz olmadığını savunuyor. İslamiyet’teki ‘şura’ kavramının demokrasiye açık olduğunu söylüyorlar. Bazı İslami hareketler çok tehlikeli ve radikal, bazıları da reformist liberal. İşte, geliştirilmesi asıl cazip olan bu.”
Fuller, Gülen hareketini “İslamsız İslam” olarak niteleyerek bu hareketin Atatürk’e ve Cumhuriyete karşı kullanılması gerektiğinin altını çiziyordu. “Ilımlı İslam” stratejisi Türkiye’de Gülen üzerinden uygulamaya sokuldu.
Sam Harris ise çok daha radikal görüşler ortaya atmıştı. O, Ilımlı İslam düşüncesini savunanların aksine Müslümandan ılımlılık beklemenin doğru olmadığına dikkati çekerek şunu diyor: “Günümüzde ellerinde bir güç bulunmadığı için ılımlı gözüken Müslümanlar, yarın güç kazandıklarında kendilerinden olmayan herkesin başını uçuracaklardır… İslam’la savaş halindeyiz…Onlara tolerans gösterip sonumuzu getirmelerine yardım edemeyiz…O halde dinlerini tamamen değiştirmeliyiz. Onların Kur’an’la olan bağlarını koparmalıyız…”
İsrail ve ABD’nin siyasi stratejik mahfilleriyse işi teoriden pratiğe döküyor İslam dünyasını “küresel sistemin ozon deliği” olarak ilan ediyor ve bu dünyayı küresel sisteme eklemlemek üzere strateji üzerine strateji üretiyordu. 1982’lerin Oded Yinon Planı’nın ardından BOP ve devamında “Yüzyılın Sözleşmesiyle” uygulamaya geçiriliyordu.
İslam üzerine yapılan operasyonda ABD/İsrail ikilisi Türkiye’de Gülen’i, Mısır’da Sisi’yi, Suud da Bin Salman’ı, BAE’de el Nahyan’ı, Filistin’de Dahlan’ı sonuna kadar kullanıyor. Normalleşme adı altında da mutlak bir biçimde İsrail/ABD hakimiyeti Ortadoğu’da kuruluyor ve diğer boyutuyla da bölgedeki İslam varlığı Neocon/Musevi etkisi altına alınıyordu.
Sözün özü şu “İslam’ın yapılandırılması” Macron’un bugün ifade ettiği bir saçmalık değildir. “İslam’ı yapılandırma” küstahlığının en az elli yıllık geçmişi vardır. Dün Fuller’i, Harris’i, Brezizenski’yi görmeyerek Bugün Macron’a tepki gösterenlere sormak gerekir: Şimdiye kadar neredeydiniz, biraz geç kalmadınız mı?