Bir Türk’ün Türküm demesi ve Türkçü olması Tanrı’nın buyruğudur

Bir Türk’ün Türküm demesi ve Türkçü olması Tanrı’nın buyruğudur

Bir Türk’ün Türküm demesi ve Türkçü olması Tanrı’nın buyruğudur

Türküm demek vatanını sevmek imanın gereğidir.

Biraz sosyoloji ve kültür tarihi bilen hiçbir kimse “Türk bir ırkın adı değildir” deyip Türklüğü önemsizleştiremez. Çünkü insanların ırklar, kavimler ve milletler halinde yaratılması gerçeği Allah’ın ayetidir. Allah’ın ayetini inkâr edenlerin durumunun ne olduğunu Kuran açık açık beyan ediyor.

İslam’a göre bir millet, Allah tarafından kendisine verilen dil, örf, adet, kültür gibi özelliklere sahip çıkmayarak bunları bozması ve başka milletlere benzemeye çalışması Allah’a ve Allah’ın ayetlerine isyan etmek demektir. Bu konularda pek çok ilahî kelam bulunmaktadır. Mesela bunlardan bazıları şöyledir:

 

“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir” (İbrahim suresi, 4).

 

“Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır” (Rum suresi, 22).

 

Ey inananlar! Bir kavim başka bir kavimle alay etmesin! Olabilir ki, alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Öz benliklerinizi ayıplamayın/kendi nefislerinizde ayıplar aramayın; biribinize lakaplar yakıştırmayın. İmandan sonra sapıklıkla adlanmak ne kötü şeydir! Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimlerdir”. (Hucurat suresi, 11).

 

“Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.” (Rum suresi, 47).

 

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanlardır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır”.  (Hucurat suresi, 13).

 

Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir”. (Maide suresi, 48).

 

“Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez. Allâh da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur.” (Ra’d suresi, 11).

 

“Zamana yemin olsun ki! Elbette insanoğlu (milleti, kökeni ne olursa olsun) tarifsiz bir kayıptadır. Ancak Allah’a inananlar, erdemli ve sorumlu davrananlar (sahip oldukları, meziyetleri, maddi ve manevi değerleri iyilik yolunda ve sorumlu şekilde kullananlar), birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır” (Asr 1-3).

 

“…Bir topluluk, kendilerinde bulunan (güzel ahlâk)ı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti/güzel bir durumu değiştirmez. Allah, şüphesiz hakkıyla işitendir, bilendir.” (Enfal, 53).

 

Bütün bu âyetlerden anlaşılıyor ki: Allah insanları farklı dillerde, farklı renklerde yani farklı milletler halinde yaratmıştır. Buna rağmen insanların en iyisi sorumluluk bilinciyle hareket ederek salih, yani barışçıl ve medeni faaliyetlerde bulunmak eserler ortaya koymaktır. Ne yazık ki ülkemizdeki dinci gruplar ise ırk, soy, kavim yoktur diyor. Bu şu demektir. Allah’ın ayetleri de olsa biz yine de Türk kavmini, Türk soyunu inkâr edeceğiz. Çünkü siyasal İslamcılığı savunanların her şeyden önce Kuran’ı ve beşeri hakikatleri anlama problemi vardır. Ayrıca ait oldukları veya hayran oldukları kavmin, milletin ırkçılığını yapabilmek için Türklüğün itibarsızlaştırılması gerektiğine inanırlar.  Onun için Türk’e düşmandırlar. Türk Milletini sevenleri ırkçılıkla suçlarlar.

 

İslamiyet, dîni tebliğ etmek, iyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak, yardımlaşmak gibi dini görevlere de önce kan yakınlarımızdan ve komşularımızdan başlamayı emretmektedir. Bu amaçla Sevgili Peygamberimize Şuara suresi 114. ayette “Önce en yakın akrabalarını uyar!” emri verilmiş, zekât, fitre ve sadaka gibi mâli ibadetleri yerine getirirken de önce akrabalarımızdan ve komşularımızdan başlanması emredilmiştir.  Daha da önemlisi kendi sulbünden gelen çocukları ve akrabaları dururken komşu da olsa, çok samimi arkadaş da olsa başka birine niçin miras düşmüyor? Siyasi İslamcıların, daha doğrusu din istismarcıların mantığına göre hareket edilirse mirasın sadece akrabalara verilmesi pekâlâ ırkçılıktır. Bu durumda Allah ırkçılık mı yapmış oluyor?

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder..,” (Nahl, 90) Kur’an-ı kerim’de ve hadisi şeriflerde akrabalarla yakın ilişki içerisinde olmak ve sılairahimde bulunmak emir ve tavsiye edilmiştir. “Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının” (Nisâ, 1) Peygamber Efendimiz: “Sıla-ı Rahim ömrü uzatır. “Akraba ile ilgi ve alakayı kesen kavim üzerine melaike inmez.” buyurmuştur.

 

İnsanların dillerinin, renklerinin, ırklarının ayrı ayrı olması da Allah’ın varlığını, gücünü, kudretini gösteren ayetlerinden-delillerindendir. Bu duruma Şura suresi 8, Casiye suresi 4 ve Rum suresi 22. Maide suresi 48. ayetlerde dikkat çekilir ve düşünen insanların bunlardan ibret çıkarmaları istenir. İşte bu farklı özellikler, renklerin, dillerin ayrılığı insanlığa renk getiren, kültür ve medeniyetlere kendine has bir özellik ve nitelik kazandıran orijinal değerlerdir. Kısacası nasıl ki yeryüzü bir tek çiçekle değil yüzlerce çeşit çiçekle ve bir tek çeşit ağaçla değil, yüzlerce çeşit ağaçla donatılmış ise insanlık da farklı diller, kültürler halinde yaratılmıştır. Cennetteki dil Arapçadır deyip Arap dilini ve ırkını kutsayıp diğer dilleri ve milletleri yok saymak hem en büyük ırkçılıktır, hem de Kuran ayetlerine alenen karşı gelmektir. Ne yazık ki ülkemizde Türk milliyetçiliğine karşı çıkanların bilerek veya bilmeyerek yaptıkları budur. Esasen, birçok kimse kendi ırkçılığını yapmak ve gizlemek için “İslam’da millet ve milliyetçilik yoktur”, “Türklük diye bir şey yoktur” yalanlarının arkasına saklanmaktadır.

 

Her çiçeğe farklı renk ve koku veren, aynı meyveyi çeşitli renk ve tatlarda yaratan ve “Kitab-ı Ekber” (En büyük kitap) denen kâinatı yaratarak ve kâinattaki yaratıklara ayetlerim diyen, bizi kainatı ve kainattaki Allah’ın varlığının ve birliğinin delilleri olan ayetleri okumak ve anlamakla yükümlü kılan ve buradan kendi varlığına, gücüne, kudretine ulaşmamızı isteyen hiç şüphesiz Yüce Allah’tır. Bu bakımdan biz diğer milletleri de sever ve sayar ve Cenab-ı Hakk’ın ayetleri olarak görür ve kabul ederiz. Milliyetçiliği de insani medeniyetin oluşmasında ve hayırda yarışmak için bir vesile olarak kabul ederiz.

Bir millet sadece bağımsızlığını kaybetmekle tarih sahnesinden silinmez, aynı zamanda bir millet kendisine Allah tarafından verilen milli kimliğini, adını, dil ve kültürünü kaybederse de tarih sahnesinden silinmiş olur. Nitekim Kur’an’da Rad suresinde bu duruma şöyle dikkat çekilir:

“Bir kavim, özlerindeki (özlerini, güzel hallerini ve ahlâkını) değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz ki onun (halini) değiştirip bozmaz..” (Rad suresi, 11)

 

İnsanların “birbirleri ile tanışmaları için farklı milletlere ve kabilelere, farklı insan topluluklarına yani kavimlere ayrılması”, insanların “dillerin ve renklerin farklı olması” yüce yaratıcının takdiri, “göklerin ve yerin yaratılması gibi O’nun bir delili” olduğuna göre, bunda bir beis bulunamazdı ve bu işte “bilenler için ibretler vardı”. “Bir kavme karşı kininiz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin (Mâide, 5)” diyen yüce yaratıcı, çok net ve kesin bir esas, sebebi ve gerekçesi ne olursa olsun uyulması gereken temel bir prensip belirlemişti: Adalet…Dolayısıyla mesele, ne kavimlerin mevcut olması, ne de bunlardan birinin diğerlerine göre “üstün”, güçlü, hâkim, yönetici ve idareci olması değil; bunu adaletle yapıp yapmaması idi. Şu veya bu şekilde diğerlerine “üstün” bir konuma, hâkim, yönetici veya idareci konumuna gelmiş olan bir kavim, gerek bu konuma gelirken, gerekse bu konumda iken izlediği yol, uyguladığı yöntem ve tekniklerde adalet karînesine uymuş ise imtihandan kazançlı çıkacağında ve yaratıcı tarafından müjdelenen mükâfata kavuşacağında; adaletsizlik ve zulüm yolunu tercih etmiş ise de “azabı tadacağında” bir şüphe yoktu.

 

Kavmiyetçilik, işte tam bu noktada anlam kazanıyordu. Zira İslam’ın yasakladığı kavmiyetçilik, mana ve mahiyet itibarıyla, bir kavme yani topluluğa duyulan mensubiyet duygusunun, başka gruplara karşı “üstünlük iddiası”na, başka grupların hak ve hukukuna karşı saygısızlığa, adaletsizlik, zulüm ve sömürgeye dönüşmesi durumuydu. “Kavim” kelimesinin anlamı, esas itibarıyla “insan topluluğu” olduğuna göre, bu durum, yerine göre bir Arap kabilesinin, sözgelimi Beni Ümeyye’nin (Emevîler) ya da Hâşimîlerin diğer Arap kabileleri karşısında üstünlüğünü iddia etmesi ve onlara karşı haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapmasıyla ortaya çıkabileceği gibi; Arapların Acemlere, Mekkelilerin Medînelilere, Beyaz’ın Siyah’a, bir mezhebin diğer bir mezhebe, bir tarikatın diğer bir tarikata, bir cemaatin diğer bir cemaate, bir meslek grubunun diğer bir meslek grubuna vs üstünlüğünü iddia etmesi ve haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapmasıyla da meydana gelebilirdi.

 

“İslamcı” düşüncenin “kavm”i “millet”, “kavmiyetçilik”i ise “milliyetçilik”e indirgemesi, millet mefhumu dışında oluşan kavimlerin ve bu kavimler tarafından yapılan kavmiyetçiliğin farkına varılmasını engelledi. Bu, belki de kasıtlı olarak yapıldı. Zira zaman içerisinde görüldü ki, milliyetçileri kavmiyetçi olarak nitelendiren birçok “İslamcı” grup, bizatihi birer kavim idiler ve düpedüz kavmiyetçilik yapıyorlardı. O halde neden İslam’ın yasakladığı kavmiyetçilik, sadece millet ve milliyetçilik mefhumlarına indirgenerek mana ve mahiyet itibarıyla kavmiyetçilik yapan sair gruplara/kavimlere dikkat çekilmedi? İslam’da kavmiyetçiliğin yasaklanmasına sebep olan şey, insanlara muamelede, ticarî, siyasî, idarî ve hatta ilmî meselelerde liyakat ve hakkaniyet karînelerini değil de mensup olduğu grubun çıkarlarını ön planda tutmak, bu uğurda gerekirse başka grupların hak ve hukukuna tecavüz etmek, kendi grubu dışındaki insanları küçümseyip görmezden gelmek, üstelik bunu bir hak gibi görerek bu suretle zulüm ve sömürüye sebep olacak bir üstünlük kurmak ise, neden bu cürmü işleyen sair kavimler kavmiyetçilikle itham edilmedi?

Son olarak şunu da belirtmek gerekir: Bütün dünya ve milletler tarihi incelendiğinde tarihte kavmiyetçilik ve ırkçılık yapmayan tek milletin Türkler olduğu görülecektir. İngilizlerin Kuzey Amerika yerlilerine ve Hintlilere, Fransızların Afrika halklarına, İspanyolların Orta ve Güney Amerika yerlilerine, Arapların Arap olmayanlara (mevalilere), Rusların Türk halklarına karşı uyguladıkları kültürel asimilasyon ve kitlesel katliamlar meydanda iken insaf, vicdan ve ilim sahibi hiç kimse Türkleri ırkçılıkla suçlayamaz.

 

Ne mutlu Türküm diyene!

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!