106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkü’nün katledildiği Hocalı faciası üzerinden 29 yıl geçti. Bazı acılar unutulmaz… Bir şimşek çakmasında ya da bir siren sesinde yeniden yeniden yeniden yaşanır.
25 Şubat’ı 26’sına bağlayan gece teyzemin evindeydik. Orayı ateş tutmuyordu. Teyzem, komşuları ve bizim aile, sabah saat 6’da evden çıktık. Beş katlı eve gittik. Orada çok insan vardı. Bize kurşun yağdırıyorlardı. Kıyas Dayı’nın oğlu Elşad’ın cesedi binanın çatısında kaldı. Babası, oğlunun öldürüldüğünü bilmedi. Hava karardığında buradan Bozdağ tarafına kaçtık. Ormanda ilk çatışmada grup paramparça oldu. Biz on bir kişiydik. Annem, ben, teyzem ve onun kocası Yelmar, oğlu Zahid, Mahluka hala ve dört oğlu, bir de komşumuz Mobil. Ormanda nereye gideceğimizi bilemedik. Gittiğimiz yere bir daha gidiyorduk. Gece yarısı bir köye yaklaştık. Açlıktan ölüyorduk. “Şimdi ekmek yiyeceğim.” diye seviniyordum. Köyün girişinde bir evin kapısını tıklattık. Ev sahibi lambayı yaktı. Sonra bağırmaya başladı: “Türkler geldi!”
Anladık ki, Ermeni kapısı çalmışız. Çabucak geri kaçtık. Bizimkiler birisi, galiba adı Mirza idi, korkudan şoke oldu. Orada kaldı. Öldü. Biz ormana kaçtık.
Hava dumanlıydı. Annemin elinden sımsıkı tutmuştum. Elimi bile göremiyordum. Kol-köse takıla takıla gidiyorduk. İden duman çekildi. Bir de baktık, her yer tank ve Ermeni silahları!
Bizim dumandan yolu şaşırdığımızı anlayıp kahkaha attılar. Annem Mahluka teyzemin oğlu İlgar’a, “Yavrum, beni de, ananı da, diğer iki kadını da öldür; Ermenilere esir olmayalım!” dedi. İlgar önce şaşırdı. Sonra annesini ve annemi vurmak için kalaşnikofunu kaldırdı. O sırada Ermeniler havaya ateş ettiler. İlgar şaşırdı. Otomatik tüfek elinden yere düştü. Ermeniler, grubumuzdaki Zahid’in ayaklarını makineli tüfekle taradı. Karın üstü kıpkırmızı oldu.
Zahid öldürüldü, bizi yakaladılar. Üstümüzü başımızı aradılar. Ayağım şişmişti, ayakkabılarım çıkmıyordu. Zorla çıkarıp içine baktılar. Annemin bütün altınlarını aldılar. Bizi Askeran Kalesi’ne götürdüler. Cezaevi kadın ve çocuklarla doluydu. Belki de iki yüz kişi vardı orada.
Kalede beyaz montlu bir kız da vardı. Ermeniler götürmek isteyince gitmedi, Ermeni’yi itti. Saçından tutup, sürükleyip götürdüler. Götürüldüğünde ağladım. Anama;” Gel, buradan gidelim.” Diyordum. Ağladığımı gören Ermeni, beni dövmeye başladı. Elindeki demirle sırtıma vuruyordu. Haykırıyordum. Annem kendini üstüme attı. Annemi de dövmeye başladılar. Bütün vücudumuz mosmor oldu. O kararmalar beş-altı ay vücudumuzda kaldı. Halen böbreklerimde o ağrıları hissediyorum.
Bize verilen kupkuru ekmeğin içinde cam kırıntıları vardı. Midem hastalandı. Esaret bittiğinden beri annem de ben de tedavi görüyoruz. Kaç gün esir kaldığımı bilmiyorum. Bizi bir Ermeni cesedi ile değiştirdiler. Askeran Cezaevi’nden ilk olarak annem, ben, komşumuz Kamil Dayı’nın beş yaşındaki oğlu Muhammed, bir de Fatma teyzenin iki çocuğunu çıkardılar. (Fatma teyze ve eşinden şimdiye kadar haber yok.) Bizi Ağdam’a, Gara Ağacı Mezarlığı’na getirdiler. Kurtarılacağımıza inanmıyorduk. Annem kaçmaya başladı. Ordu’nun askerleri, annemi tutarak esaretten kurtulduğuna inandırdılar. Annem bağırıyordu:
“Askeran Cezaevi kadın ve çocukla dolu; onları da kurtarın!”
Bizimle değişilecek ceset, Ermeni büyüklerinden birinin kardeşiydi. Allahverdi Bağırov, (gönüllü savaş komutanı) “Askeran Cezaevi’nde bu kadının gördüğü bütün kadın ve çocuklar getirilmezse bu ceset verilmeyecek!” dedi.
Ermeniler kabul etti. Bütün gece Ağdam Hastanesi’ne esirleri taşıdılar. Bizim yatağımız pencerenin önündeydi. Anneme, ”Yerimizi değiştirelim.” dedim; “Korkuyorum, Ermeniler roket atar, pencereden üstümüze düşer!”.
Çok korkuyordum. Şimdi de şimşek çakarsa, Hocalı faciası yeniden başlayacak diye çabucak eve giriyorum.
Ferman Gazenfer oğlu Memedov
Doğum: 2 Ekim 1982-Hocalı
KAYNAK: ÇÖZÜMLEME DERGİSİ (Kurşunlanmış Çocukluk, Türk Ocakları Bursa Şubesi, Şubat 2016)