III. Selim, Yeniçerilerin Rus seferinde olmasından faydalanarak, yeni askeri düzen ve yeni kılık kıyafeti askerler arasında yerleştirmek istiyordu. Bazı kaynaklar III. Selim’in Nizâm-ı Cedîd elbisesi ile Cuma namazına gidip askere örnek olmak istediği, böylece Karadeniz Boğazı’ndaki yamaklara da aynı elbiseyi giydirerek, onları da Nizâm-ı Cedîd askerine dâhil etme arzusunda olduğunu yazar.
Padişah, Sekbanbaşı Arif Ağa’yı çağırarak, “Ağa lala ben bu cum’a şemseli kaput ile Nizâm-ı Cedîdim elbisesiyle câmi’e gitmek murâd-ı şâhânem olmağ ile sen dahi bana tebâiyet etmek lâzımdır” der. Sekbanbaşı Arif Ağa, bu durumun sakıncalarına dikkat çekerek padişahı bu işten vazgeçirmeye çalışınca, III. Selim “Bak papas sen benim devletimin nâzırı değilsin; benim emrim elzemdir” şeklince cevap vererek Bostancıbaşı Şakir Hasan Bey’i çağırarak niyetini ona açıklamıştır. Bostancıbaşı “Nola efendim, ben kulun onlara libâs değil şabka dahi giydirmek senin himmetinle mümkündür” der.
III. Selim’in bu teşebbüsünün bedeli olarak başını verecektir. Kısacası kılık ve kıyafetin Türkiye coğrafyasındaki hikâyesi derindir. Bu ülkede sarığı çıkartıp fesi giydirirken de fesi çıkarıp şapkayı giydirirken başını veren çok insan olmuştur.
Sarığı çıkartıp fesi giydirmek için de fesi çıkarıp şapkayı giydirmek için de başların kesildiği yerde başın değeri yoktur fesin değeri vardır.
Kılık, kıyafete ya da giyim kuşama bu denli anlam yüklendiği yerlerde insani değerler şekli unsurlarla yer değiştirir.
Türkiye’nin son yirmi yılında her türlü (siyasi, sosyol, ekonomik) hesaplaşmalar kılık/kıyafet üzerinden yapılmıştır. Giderek Türkiye’de bilim nakille, inanç şekille ölçülür hale gelmiştir.
Bir dönem Üniversitelerde öğrencilerin başörtüsü sorun yapılmıştı. Zamanın Başbakanı ‘Rektörler başörtülü öğrencilerin önünde esas duruşta duracak’ demişti. Bir başka Başbakan TBMM’ye milletvekillerinin başörtülü girmesinin “devlete meydan okuma” olarak nitelendirmişti. O dönemlerden bu yana siyaseti meşgul eden en önemli simgelerden birisi başörtüsü olmuştur. Bir başka dönemde Cumhurbaşkanı eşinin başörtülü olup/olmayacağı tartışmaların odağına oturmuştu. Türkiye’de başörtülü avukat, başörtülü doktor hep sorun olmuştur.
Başın nasıl bağlanacağıyla ilgilenenler başların nereye (hangi küresel merkeze) bağlı olduğu konusuyla hiç ilgilenmemişlerdir. Hâlbuki önemli olan başın nasıl bağlandığı değil başın nereye bağlı olduğuydu.
AKP, Başörtüsünü Türkiye’de bir rejim ve hesaplaşma aracı olarak kullanılmaktadır. Başörtüsünü AKP’, oy deposunun akaryakıtı olarak görmektedir. Başörtüsü serbestisini taksit taksit uygulamaya sokmasının amacı budur. Bu bakımdan da başörtüsü AKP’nin her sıkıştığında istismar ettiği bir alan olma özelliğini sürdürmektedir.
Başörtüsü konusunun bir yolunu bularak gündem yapılmasının nedeni başörtüsünü serbest bırakmaktan çok 2015 seçimlerine yatırım amaçlıdır.
Reşit olmayan çocukların özgür karar veremeyecekleri ve ailelerinin baskısıyla başlarını örtecekleri ileri sürülüyor. Aynı şey başı açık olanlar için de ileri sürülebilir. Çocuklarının hayat tarzını ve gidecekleri yolu devlet değil anne ve babalar belirler. Dindar aileler okulda yasak olsa dahi, sokakta başını örtüyor. Öyleyse, aynı şeyi sınıflarda yapmasının ne zararı var?
Şunu bilmek gerekir ki, ne geçmişte uygulanan başörtüsü yasağıyla din elden gitti, ne de orta öğretimde başörtüsü serbestisi gelmesiyle laiklik elden gidiyor. Kılık ve kıyafet üzerinden rejim ve sistem hesaplaşması artık sona ermelidir. Dini simgeler, hassasiyetler siyasi ve ticari rant araç olarak kullanılmaktan vaz geçilmelidir.
İsteyenin başı açık ya da başı kapalı okullara gidebilmesi sanıldığı gibi laik-demokratik sistemi imha etmez. Aksine demokrasi ve özgürlükleri güçlendirir.
Başörtüsünden değil cahillikten korkunuz!