Bu yıl yapılacak ABD seçimlerde başkan adayı olan Joe Biden’le aralık ayında yapılıp, ocak ayında yayımlanan röportaj gündemin birinci maddesi. Daha aday adayı iken verdiği röportajın yaklaşık üç dakikalık bölümü, yayımlandıktan yedi ay sonra bizim gündemimiz oldu. Niçin şimdi ve kim bunu gündeme sürdü tartışması bir yana, diplomatik nezaket kurallarının dışındaki bu sözler Türk Milletine hakarettir. Türk Milleti egemenliğine ve hürriyetine ne kadar düşkün olduğunu 20’nci yüzyılın başında ispatlamıştır. Buna dikkat edilmeden stratejik ortaklık yapılamaz. Seçilmesi muhtemel görünen Biden’e bunun lisan-ı münasiple hatırlatmak devlet olmanın gereğidir de.
Sözün sahibi Joe Biden kim diye baktığımızda 1973’ten 2009’a kadar senatörlük, ardından da sekiz yıl ABD başkan yardımcılığı kariyeri görülüyor. Elbette bize ne diyebiliriz. Senatörlüğü için doğru. Ancak başkan yardımcılığı yaptığı tarih aralığı Arap Baharı sürecinin en hızlı dönemi. Yani bölgemizdeki egemenlik değişiklikleri ve devam eden iç savaşların yaşandığı dönem. Yani ABD’nin bizimle çok yakın ilişki içinde olduğu dönem. Hemen hemen her sene bir veya iki defa görüşülmüş. Görüşülmesi de normal elbette, koca bir coğrafya yeniden şekilleniyor. Yangın denizlere sıçramış vaziyette ve sular mütemadiyen ısınıyor.
İşte bu dönemin sekiz yıl ABD Başkan Yardımcısı ve yeni dönemin de başkan adayı. Seçilmesine muhtemel gözle bakılıyor.
Biden’in ne söylediğine bakıldığında diplomatik teamüllerin dışına çıktığını ve terbiye sınırlarını aştığı görülüyor. Ama Trump’un yazdığı “Sorunlarınızı çözmek için çok uğraştım. Dünyayı hayal kırıklığına uğratmayın. Muhteşem bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum sizinle müzakere yapmak istiyor ve hatta geçmişte hiç yapmadığı türden taviz verebileceğini söylüyor… Bu işi insani ve doğru şekilde yaparsan tarih seni iyi anar. Eğer kötü yaparsan tarih sizi şeytani olarak görür. Sert olma. Aptal olma. Seni sonra arayacağım.” sözlerine yaklaşamıyor bile. Hatırlanacaktır, biz bu mektubu önce çöpe atmış, sonra da Beyaz Saray’daki görüşmede Trump’a “takdim(!)” etmiştik.
Ne dendi veya niçin dendi?
Önce söylenenlere bakalım. “…Ben Erdoğan’la epey bir zaman geçirdim… Fakat hâlâ düşüncem şu: daha önce onlarla yaptığım gibi onlara daha doğrudan yaklaşacaksak, Türk liderliğinin hâlâ mevcut olan bileşenlerini destekleyebilir, onlardan daha çok şey alabilir, Erdoğan’a meydan okuyup onu mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbeyle değil, darbeyle değil, fakat seçim süreciyle… Öyleyse şimdi ne yapacağız? Oturup taviz mi vereceğiz? Kürtler konusu ona taviz vereceğim son şeydi.” Medya her zaman olduğu gibi işin daha çok popüler kısmıyla ilgili. Sorular sadece bu yönde soruluyor ve -sanki özellikle- başka tarafa gitmesine de izin verilmiyor. Ama bu konuşmanın maymuncuk anahtarı “Kürtler konusu”.
Bu konunun anahtarlarından en önemlisi de 5 Kasım 2007 Başbakan R.T. Erdoğan – George W. Bush görüşmesi. Kumpas olduğu çok açık bir şekilde ortaya Ergenekon davasının kararlaştırıldığına dair yazılanlar hiç ama hiç yalanlanmadı. Bu dava da Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki Irak ve Suriye’deki parça devletlerle doğrudan ilgiliydi. Anlaşıldığı kadarıyla, geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda kardeşiyle görüşmesine izin verilen bölücübaşının söylemiyle, “Başur (güney) ve Rojava (batı) Kürdistan(!)” da bu görüşmenin neticesiydi.
PKK açılımı (Çözüm süreci) de 2009-2016 dönemindeydi. Suriye’de iç savaşın başlaması (2011) da 15 Temmuz (2016) ihaneti de. Bu dönemde Arap Yarımadası üzerindeki serinleten gölgemiz ortadan kalktı. Çünkü artık bu coğrafyada halkın sadece bir kısmının yanında yer almıştık. Yani, Biden’ın ikinci adam olduğu yıllarda bölgemiz ve biz olağanüstü olayları yaşadık.
Fırat’ın doğusu (Rojava)’da operasyon…
Bu dönemde önce, bir gece ansızın, toprağımız olan Süleyman Şah türbesini sınırımıza taşıdık. Bayrağımızın dalgalandığı bölge, aynı zamanda, Fırat’ın en önemli geçiş köprüsünü kontrol ediyordu. Sonra 29 Ekim 2014’te, Cumhuriyet Bayramı’nın yıl dönümünde, peşmerge kılıklı PKK’lılarında olduğu bir grup “biji serok Obama” çığlıkları eşliğinde topraklarımızdan geçerek Ayn-el Arap’a (Kobani) girdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2016 yılının 29 Mart’ında BM’de bir toplantı için ABD’ye gitti. Programda ABD Başkanı Obama ile Beyaz Saray’da görüşme yoktu. Cumhurbaşkanı otelde önce ABD Dışişleri Bakanını kabul etti. Kabul 45 dakika sürdü ve arkasından Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüştü. Heyetlerle birlikte 2,5 saat süren görüşme sonrasında Beyaz Saray’da Obama ile görüşme yapılacağı açıklandı. Meşhur sarılma fotoğrafı burada çekildi. IŞİD’le yapılacak mücadele için Menbiç bölgesine yapılacak operasyon konuşulmuştu.
Bu seyahatin hemen ertesinde ABD askerî heyeti Ankara’ya geldi ve Genelkurmay ile teknik konularda görüşmeler yapıldı. Ve 24 Mayıs 2016’da ABD, Demokratik Suriye Güçleri adını verdiği PKK/PYD güçleriyle birlikte Rakka Operasyonunu başlattı. Fırat’ın bütün geçişlerini, petrol bölgesi olan Deyr-i Zor ve Rakka’yı, Suriye’nin doğu – batı istikametindeki en önemli karayolu olan M 4 yolu ile bu yolun kilit noktasındaki Menbiç kentini kontrolüne aldı. Fırat Vadisi ve Fırat’ın Doğusu kavramı o günden sonra duyulmaya başladı.
Hemen güney sınırımızda olanlar büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirdi. Ayrılıkçı teröristlerin açacağı bir koridor tehdidi yükseldi. Çok uzun zamandan beri yapılan uyarılara kulak asmayanlar nihayet tehlikeyi fark etmişlerdi. Ancak bu tehlikeyi fark ettiren darbe 15 Temmuz ihanetiyle gelmişti. (O kara gecede İncirlik üssü önemli bir rol oynadı. ABD Genelkurmay Başkanı Aralık 2016’da Türkiye’ye geldi ama doğrudan İncirlik’e indi. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Adana’ya gitti ve İncirlik’te görüştüler.)
Terör koridoru tehdidi bizi, izin verilen Rakka Operasyonundan 2,5 ay sonra, 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı, 2018’de de Zeytin Dalı harekâtlarına mecbur bıraktı.
İşte bütün bunlar Joe Biden’in ABD Başkan Yardımcılığı döneminde yaşandı. Şimdi Biden’in söyledikleri üzerinde tekrar düşünsek mi? Basında tartışılanlar mı, yoksa…?