İz bırakmış ender kıymetlerimizden Barış Manço’yu 70. doğum gününde rahmetle anıyoruz. Nev-i şahsına münhasır yapısı ile her anlamda ülkenin gururu olan bu değerimizin, ebediyete intikali sonrası yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız ne hazindir ki tam bir vefasızlık örneğidir.
Devlet ve millet olarak hatıralarına, emanetlerine sahip çıkamamış, üç kuruşluk matematik hesaplara koca bir gönül deryasının feda edilişini sadece seyretmiştik. Ne bir kurum ne bir kuruluş, ne bir gücü yerinde “memleket büyüğü” sahip çıkma erdemini gösterememişlerdi. Borç-icra-haciz sarmalında bir efsanenin tüketilişi sahne almıştı.
“Unutma ki dünya fani veren Allah alır canı
Ben nasıl unuturum seni can bedenden çıkmayınca”
Diyen yüreği;
Canı bedenden çıktığında biz unutuvermiştik!..
***
Oysa hayattayken sadece gönüller arasına değil, milletler-ülkeler arasına da köprüler kuracak kadar büyük bir yüreğe sahipti. “Çelebi” dedirtecek kadar Dünyayı gezmiş, Türk Milletinin gönül elçisi olmuştu. Çoğunda kendi imkânlarıyla! Japonya’da verdiği konserler tüm dünya gündemini meşgul edecek etkide gerçekleşiyordu.
Sadece şarkı söylemesi değildi onu “sanatçı” kılan!..
Sıradanlıktan arınmış, önyargıları kökten yıkan, her kesimin kendini bulduğu birleştirici, bütünleştirici konumu yakalayan biriydi.
Duruşu ile aykırı ama disiplinli, modern görünümlü ama söylemi muhafazakâr, şöhretin doruğunda ama mütevazılık abidesi özel bir insandı. Milletine tepeden bakmıyor, onda bulduklarıyla parıldıyordu.
Her şeyden önce gönül adamıydı…
Yaşadığı yılların ölçüleri dikkate alındığında kimsenin cesaret edemeyeceği adımları atacak kadar kendinden emindi.
Şekilciliğin belirleyici olduğu, kalıpların hegemonyasında tüm yargıları alt üst edecek, davranış, söylem, kılık kıyafet tarzı “putları” yıkıyordu aslında.
Uzun saçları, hilal bıyığı, takıları, kocaman taşlı yüzükleri, tarihi seslendiren elbiseleri ile dedelerimizin üslubunda, zamane lügatinin dışında, asli değerleri dillendiriyordu.
Bir şarkısında;
“……
Mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken
Leylekler lak lak edip peynir gemisi yüklerken
Kul Ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti”
Derken, diğerinde;
“…..
Sınıfın en güzel kızı o yalnız geziyor kimse ona yaklaşamıyor
Yine koltuğunda koca koca kitaplar kütüphaneden geliyor
Baktım bir cilt şair Mehmet Akif
İki büyük kitap Fatih Sultan Mehmet
Üç kalın cilt Mevlana birde Mimar Sinan” diyordu.
Sade olanı, günlük sohbeti, çocuk saflığıyla dillere destan kılıyordu;
“…..
Uzun kulaklarını son bir kez salla
Tüm eski dostlarımdan bir haber yolla
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek
Arkadaşım eş arkadaşım şek arkadaşım eşek”
Maneviyatı bir kesimin uhdesinde kalmaktan kurtarıp, ortak değerimiz olduğu gerçeğini kabul ettiriyordu…
“….
Sabret gönül sabret, sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze…
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade
O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade”
Güzelliğe, haslete davet ediyordu;
“….
Bir dilim ekmeği bölüşürüm seninle
Suyu aynı tastan yudumlarım seninle
Eğer kalbin kırıksa dost yüzünden
Bir selam sana gönül dağlarından”
Yaşadığı toplumun hali her zaman derdi oluyordu, halkın içinden biri olarak hissediyor, içinden gelerek insanına değerlerini tazeliyordu.
“….
Barış garibim bulamadı çözümü oturdu etti bunca sözü
Gelin hep beraber anlaşalım diyen yok
Zaten paramparça bölünmüş ve yaşanmaz olmuş dünyamız
Daha fazla kesip bölmeye hiç gerek yok”
Başka bir şarkısında ise;
“….
Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok”
Diyordu…
***
Sevgi onun dilinde sevda olup gönüller penceresi açıyordu… Yıllarca şarkıları eskimiyor, daha da dem katıyordu hissettirdiklerine… Hani yediden yetmişe herkesin sevgilisi olmak, Manço için söylenmiş olmalıydı sanki.
Tarihi dokumuz ilgi alanındaydı hep! Bursa’da tarihi Yeşil camimizin zemin kaymasını tespit için inşa edilen 2 mermer sütunun bir tanesi alçıyla kapatılmıştı. Aslında sütunun döner hali kaymanın olup olmadığını gösteriyordu. Kırılan bir tanesini aklı evvellerimizin alçıyla rezil bir şekilde sabitleştirmelerine isyan ederek şöyle sesleniyordu;
“Ecdat bu muhteşem keşfi gerçekleştirmiş, biz ise yüzyıllar sonra ancak dondurmuşuz… İşte geldiğimiz nokta!..
Aynı dönemlerde domates biber patlıcan şarkısı yıkılan hayallerini, kararan dünyasını anlatıyordu…
“Domates biber patlıcan"
Domates biber patlıcan
Bir anda bütün dünyam karardı
Bu sesle sokaklar yankılandı”
Geçen zaman boyunca değişen, sadece o domates-biber- patlıcanın; ya GDO’lu, ya hormonlu hale gelişi oldu.
Yeşil caminin mermer sütunu hala dönmüyor ama bayağı kiliseler tamir ettik!
Vefayı, sadakati, hatıralara hürmeti, zaten seni kaybettiğimizde yitirmiştik çelebi yürek…
Bizleri affet!
Nur içinde yat…