Balkan coğrafyası, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti için, her daim özenle ilgilenilmesi gereken ve Türk Dünyası içinde yer alan önemli bir bölgedir.
Bu topraklardaki Türk varlığının yoğun başlangıcı, M.S . 4. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. Türkler bu tarihten itibaren Balkanlarda bir çok devlet kurmuşlardır.
Balkan topraklarının büyük bir bölümünde, Türk hakimiyeti hukuken sona ereli 100 yılı yeni aşmıştır. Ancak fiziki Türk varlığı Balkan topraklarında henüz devam etmektedir. Bu nedenle Balkanlar; Türk’e ait Türkiye Cumhuriyeti devletinin, siyasetinin, üniversitelerinin, medyasının ve sivil toplum kuruluşlarının ilgili alanı olmaya devam etmektedir ve gelecekte de bu ilgi zorunlu olarak sürecektir.
Bu nedenle öncelikle “Türk Dış Politikası”nın en azından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana izlediği stratejilere bir bakmak gerekir.
A) Türk Dış Politikası’nda Balkanlar:
Tanzimat Dönemi’nden beri Türkiye’nin batılılaşma çabaları ve Batı’nın ortak değerlerini benimseyerek çağdaş medeniyet düzeyine erişme azmi ve iradesi sebebleriyle, Türk dış politikasının anayönü genellikle Batı’ya dönük olmuştur. Ayrıca savunma ve ekonomik gereksinimlerinin de bunda büyük etkisi vardır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” söyleminde de en veciz tarzda ifade ettiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti için hem içeride hem de dışarıda ve yakın çevresinde barışın tesisi ve sürdürülebilmesinin ayrı bir önemi vardır.
Bu nedenle, Cumhuriyet döneminde Türk dış politikası, barışçı bir yaklaşımla öncelikle ülkenin bağımsızlığının korunması ve güvenliğinin sağlanmasını ve sonra laik, demokratik ve modern rejiminin sürdürülmesini amaçlamıştır. Türk dış politikasında, Balkanlara bakış açısı da bu temel çerçeve içinde belirlenmiştir.
Buna karşılık Türkiye Cuhuriyeti devleti; son iki yüzyıl içerisinde Balkanlarda yaşananları, Balkan halklarının ırkçılık duygularını, dünyanın güçlü devletlerinin Balkan halklarını kendi politikaları çerçevesinde kullanmak isteyişini, Balkanlardan Türkleri arındırma arzusunu ve bütün bunların günümüze yansımalarını yaşanan acı tecrübeler nedeni ile çok iyi bilmektedir.
Türkiye’nin bir Balkan politikası olduğu kadar, Balkan halklarının oluşturduğu bir çok devletin kendi aralarında ve Türkiye’ye karşı izlediği politikalar mevcuttur. Ancak bu politikaların temelinde yatan en büyük argüman, Lloyd George’un 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda ifade ettiği şu düşüncelerinde vücud bulmaktadır: “Biz dünyanın her yanında savaştık… Türkiye’nin fethinin tümünü fiilen gerçekleştiren İngiliz silah gücü oldu. Türkiye ile savaşa 1.500.000 asker gönderildi. Bu, Büyük Britanya’nın başarısıydı. Medeniyet uğrunda ülkemizin bugüne kadar giriştiği işlerin en güzellerinden birini yapmış bulunuyoruz. Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.”
Türkiye ile Balkan devletleri arasında bugünde devam edegelen sorunlara ve tartışmalara bakınca Lloyd George’un yaklaşık yüzyıl önce ifade ettiği düşüncelerin halen ne kadar etkili olduğunu görüyoruz.
aa) Atatürk’ün Balkan Politikası:
Balkanlar özellikle Batılı güçlerin, Türk hakimiyetini sona erdirmek için yaptığı çalışmalar sonucu 19. yüzyıl Avrupa’sının böğründe sürekli kanayan bir çıban gibi idi. Bugünde bu kanama azalmış gibi görünsede sürmektedir. Günümüzde de Balkanlar patlamaya hazır bir barut fıçısıdır.
19. Yüzyılda, ırkçı akımlar burada karşılaşıyor, panslavizm ve pangermanizm baskıları yine burada toplanıyordu . 1912’de yaşanan Balkan Savaşı neticesinde Türk hakimiyeti yirmidört bin kilometrekarelik Doğu Trakya bölgesi hariç, Balkanlarda sona ermişti. Ancak daha Türkler ayaklarını Balkan topraklarından çekmeden, Türk’e karşı müttefik olanlar, birbirleri ile kapıştılar, sonrasında da 1914’de Saraybosna’da gerçekleşen suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden oldu. Bu savaş sonucu milyonlarca insan öldü ve milyarlarca servet heba olup gitti.
Kendisi de bir Balkanlı olan Mustafa Kemal Atatürk, bu süreci bizzat yaşamış ve çekilen acıları görmüştü. Bu nedenle, Balkanlar’da barışın kurulmasını ve korunmasını amaç edinen Balkan Birliği’nin hararetli bir savunucusu idi. Böyle olduğu içinde Ankara’da yapılan bir Balkanlararası toplantı da “… unutmayalım ki; Balkan milletlerinin ataları birbirlerinin hısımları idiler. Bu milletler yüzyıllar boyunca birlikte yaşadılar. Biz Balkan Birliği’ni tarihi tekamülün tabii bir neticesi olarak kabul etmeliyiz.” demiştir.
Balkan Birliği’nin ilk konferansı Ekim 1930’da Atina’da toplandı. Bu toplantıya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye katılmıştı. Bu toplantının tarihsel büyük bir önemi vardı. Çünkü Balkanlar yüzyıllar boyunca birbirlerine karşı dini, milli ve diğer düşmanca hislerle dolu olan milletlerin yaşadıkları bir bölge olarak tanınmış veya tanıtılmıştı. Şimdi bu bölge milletleri, aralarında işbirliği etmek için ilk defa olarak bir araya gelmişti. Bu günümüze kadar gelen Avrupa Birliği yapısının oluşmasına da fikir ve cesaret verici bir örnek oldu.
Balkan Birliği’ni oluşturan devletlerin aldığı ilke kararlarının aslında günümüzde de karşılıklı olarak sürdürülen dış politikaların yüzeysel(!) çerçevesini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Balkan devletleri bu birlik kapsamında; doğrudan doğruya görüşme, anlaşma ve sistematik bir işbirliği yolu ile müşterek uygarlık unsurlarını bir araya getirmek sureti ile aralarındaki barış bağlarını kuvvetlendirmek istemişlerdir. Ayrıca küresel yakınlaşma, iktisadi yakınlaşma, her türlü ulaştırma ilişkilerinin geliştirilmesi, sosyal politikalar alanında işbirliğine gidilmesi hedeflerin belli başlı olanlarıdır.
Balkan Paktı, 09 Şubat 1934’te Atina’da imzalanmıştır. Ancak bu anlaşma, Balkan ülkelerinde ve Balkanlar üzerinde emperyalist amaçları bulunan İngiltere, Rusya, İtalya başta olmak üzere bir çok Batı ülkesinde tepkiyle karşılanmıştır. Bu Birinci Balkan Birliği’nin sürecidir. Bundan sonra İkinci Dünya Savaşı’na müteakip 1954 yılında Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında İkinci Balkan Birliği kurulmuştur. 1934’e nazaran 1954’te farklı bir dünya ve uluslararası konjonktür vardır. Avrupa ideolojik olarak bir duvarla ve dolayısıyla Balkanlar’da ikiye bölünmüştür. Sovyet Rusya’nın farklı emelleri ve talepleri Balkanlar’ıda karıştırmıştır.
Bütün bu yazdıklarımızı, dünya da yaşananları, küresel politikaları ve bu politikalar yüzünden kullanılan figürleri bilmeden ve kanaat sahibi olmadan, Balkanların geleceği hakkında öngörülerde bulunmak imkansızdır.
B) BALKAN DEVLETLERİNİN KARŞILIKLI SORUNLARI:
Balkan devletlerinin birbirleri arasında karşılıklı ve tarihsel boyutu olan vede gizli hedeflerine dönük önemli sorunları bulunmaktadır.
Türkiye’nin milli sorunları kapsamında değerlendirilecek olan Kıbrıs, kıta sahanlığı, Ege’deki adaların silahlandırılması, İstanbul Rumları ile Yunanistan’daki Batı Trakya Türkleri’nin durumu ve İstanbul’daki Fener Rum Başpapazlığı’nın politikaları diğer muhatap ve bir Balkan ülkesi olan Yunanistan’la tatsızlıkların yaşanmasına neden olmaktadır. Yunanistan; “Megalo İdea” adlı milli politikası nedeni ile Türkiye’nin diğer milli sorunlarınında alevlenmesi noktasında açık katkılarda bulunmaktadır. Örneğin Türkiye’de PKK ayrılıkçı terör örgütünün Yunanistan tarafından desteklenmesinde olduğu gibi… Keza Yunanistan, sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler arasındadır. Hem bu sorun hem soykırım hususu hem de Kıbrıs meselesi Yunanlı parlementerlerce Avrupa Parlementosu’nda aleyhimize kullanıldığı ve bu suretle Türkiye’nin AB üyeliğinin engellenmeye çalışıldığı herkesin malumudur.
Yine Güney Kıbrıs – Yunan ortaklığının amacı da; zamanla Türk toplumunun direncini kırarak ve Avrupa Birliği’ni de arkalamak sureti ile Kuzey Kıbrıs Türk toplumu içinde bir çözülme sağlayarak adanın tümünü ele geçirmek ve Türk toplumunu azınlık statüsüne indirerek eritmek ve adayı nihayetinde Yunanistan’a bağlamaktır. Bütün bunları, dostça yaklaşımlar olarak hiç bir zaman kabul etmek mümkün değildir.
Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerde dünya da yaşayan ilişkiler çerçevesinde inişli çıkışlı bir hüviyet arz etmektedir. Şöyle ki; Bulgaristan kendi vatandaşı olan ve nüfusunun yaklaşık % 15’ini teşkil eden Türk azınlığı eritmek için yüzyılı aşkın bir süredir projeler üretmektedir. Bu sebeble Bulgaristan Türkleri daima mal ve mülklerini Bulgaristan’da bırakmak sureti ile Türkiye’ye göçe zorlanmışlardır. Bulgaristan 2007’den bu yana Avrupa Birliği’ne tam üye olmasına rağmen Türklere karşı zorlayıcı ve asimile edici bu politikalarını ısrarla sürdürmektedir. Ayrıca Bulgaristan’ın Türkiye üzerinde Trakya Bulgarları’na ilişkin tazminat içerir hak talepleri ve iddiaları bulunmaktadır. Yine Türkiye 2012 yılı itibarı ile Bulgaristan’ın ilk beş ticaret ortağı içinde yer almasına rağmen 2014 yılı itibarı ile sınır kapılarında kara ticareti taşımacılığına ilişkin Bulgaristan kaynaklı sorunlar yaşamaktadır.
Balkan ülkeleri arasında en müspet ilişkilerden biri Türkiye ile Arnavutluk arasında bulunmaktadır. Türkiye’de yaşayan Arnavut asıllı vatandaşlarımızın yanı sıra eğitim, sağlık, istihdam ve evlilik bağı ile uzun yıllardır ülkemizde yaşayan Arnavutlar ile son yıllarda giderek artan sayıda vatandaşımızın işveren yada meslek sahibi olarak Arnavutluk’a yerleşmekte olması, iki ülke arasındaki işbirliği potansiyelini pekiştirmektedir. Bunun yanında Türkiye, Arnavutluk’u Balkanlarda kalıcı barış ve istikrarın tesisinde stratejik öneme sahip bir ülke olarak görmekte ve bu ülkenin iç istikrarını pekiştireceğine inandığı Avrupa kurumlarına entegrasyonuna destek vermektedir.
Yugoslavya’nın parçalanıp dağılma sürecine girdiği bir ortamda son olarak Sırbistan’ın içindeki Arnavutların da Sırbistan’dan ayrılmak istemesi üzerine çıkan olaylarda, Türkiye Yugoslavya’dan ayrılan diğer cumhuriyetlere karşı takındığı tutumdan farklı olarak Kosova konusunda daha ihtiyatlı ve çekingen tavır izlemiştir. Ayrıca Türkiye, 17 Şubat 2008’de bağımsızlığına kavuşan Kosova’yı bir gün sonra resmen tanımış ve günümüze kadar Kosova’nın istikrarına, toprak bütünlüğüne, kalkınmasına, Avrupa ve Atlantik yapıları ile bütünleşmesine ayrıca bölgesinde dostane ve yapıcı komşuluk ilişkileri tesis etmesine büyük önem vermiş ve vermeye de devam etmektedir.
Türkiye’nin sorunları asgari düzeyde tuttuğu bir Balkan ülkesi de Slovenya’dır. İki ülke arasında ikili ilişkiler dostane biçimde ve zengin çeşitlilik içerinde sürdürülmektedir. Slovenya ile 2011 yılında “Stratejik Ortaklık Belgesi” imzalanmıştır.
Türkiye, Makedonya’yı kendi anayasalarında yazıldığı ismiyle 6 Şubat 1992’de tanımıştır. Ancak bu tanıma hususunda tarihi nedenlerle farklı tanımlamalar kullanan Balkan ülkeleri vardır. Balkanlar gelecekte nasıl şekillenir? sorusuna bu sorun bazı ipuçları vermektedir. Sırbistan, Makedon milletini tanımakla beraber Makedonya Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. Bulgaristan ise bunun tersine Makedonya Cumhuriyeti’ni tanımakta fakat Makedon milletini tanımamaktadır. Yunanistan ise ne Makedon milletini ne de bu ad ve bayrakla Makedonya Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. Bu nedenle Yunanistan – Makedonya ilişkileri sorunludur. Ancak burada da Makedonya açısından bir samimiyetsizlik söz konusudur. Kendisini hiç bir surette tanımayan Yunanistan’a, yaptığı özelleştirmelerde ve dış ticaretinde en önemli payı vermiştir ve bu uygulamasını da sürdürmeyi devam ettirmektedir. Bütün bunlara karşılık Türkiye ise bağımsızlığını kazandığı tarihten bu yana, Makedonya Cumhuriyeti’nin ülke bütünlüğünü, egemenliğini ve sınırlarının değişmezliğini kararlılıkla savunmakta ve Makedonya’nın üniter devlet yapısının yanı sıra çok etnikli ve kültürlü dokusunun korunmasını desteklemektedir.
Balkanların diğer iki önemli ülkesi Hırvatistan ve Sırbistan’dır. Bu ülkelerden Hırvatistan, Batı Balkanların Avrupa Birliği’ne entegre edilmesinin ilk ayağı olarak Almanya’nın da kuvvetli desteği ile 2013 yılında AB’ye üye olmuştur. Türkiye, Sırbistan’ı ise bölge istikrarı açısından kilit öneme haiz görmekte, bu ülkenin Rusya’nın siyasi ve kültürel nüfuzunun etkisinden kurtulup Avrupa – Atlantik yönelimine geçişine destek vermektedir. Bu nedenle Türkiye ile Sırbistan arasındaki ilişkiler “stratejik ortaklık” hedefi doğrultusunda tarihindeki en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Özellikle Türkiye – Bosna Hersek – Sırbistan üçlü danışma mekanizması bağlamında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
Dost ve kardeş ülke Bosna Hersek’le ilişkiler en üst düzeydedir. Ancak Bosna Hersek, Balkanların günümüzün itibarı ile en kuvvetli kanayan yarasıdır. İkiyüzbinin üzerinde Müslüman Boşnak’ın 1992 – 1995 yılları arasında Sırp ve Hırvatlar tarafından hatta Avrupa Ülkelerinin gözetiminde “Türk görülmek sureti ile” soykırıma uğratılmış olması, ezeli ve tarihi politikaların Balkanlar da halen uygulandığını göstermesi bakımından çok çarpıcı bir örnektir. İngiliz Sir Gladstone’un “Türkler medeniyetsiz bir ırktır, kötülüklerini alıp gitmelidirler.” sözü Türkleri ve Türk gibi görülen Boşnak, Arnavut, Goralı, Torbeş, Pomak ve Müslüman Çingeneler için yüzyıllar geçsede uygulanmaya devam eden, Türkleri Avrupa’dan yani Balkanlardan atma siyasetinin bir özetidir. Ve bu siyasete son dönemde en şiddetli şekilde Müslüman Boşnaklar maruz kalmışlardır. Bu açıdan bakılınca, Bosna Hesek’in Müslüman Boşnakların elinden türlü oyun ve entrikalarla alınmaya çalışıldığını görmekteyiz. Dayton Anlaşması, Müslüman Boşnaklara sadece geçici bir rahatlık sağlamıştır. Ülke yönetiminde Sırplar ve Hırvatlar halen çok etkilidir.
2014 yılının Şubat ayında ülkede % 45’lere varan işsizlik ve ekonomik sıkıntılar bahane edilerek olaylar çıkması ve kamuya ait bir çok binanın ve işyerinin yakılması, hem dikkat çekici hem de gelecek açısından uyarıcıdır.
Romanya ise Bulgaristan’la beraber 2007 yılında Avrupa Birliği’ne üye olarak dahil olan üçüncü Balkan ülkesidir. Romanya, Balkan devletleri arasında en gelişmiş ve yeraltı ile yerüstü zenginliklere sahip bir ülkedir. Kendine yeten petrol kaynakları ve tarım alanları dikkat çekicidir. Türkiye ile diğer Balkan ülkeleri arasındaki ilişkileri stabildir. Buna rağmen “Baserabya” adı altında Moldovya ile birleşme çabası bulunmaktadır. Ayrıca ülkesinde yaşayan Alman, Macar ve Türk azınlıklar başta olmak üzere bir çok etnik unsurla üstü örtülü problemleri bulunmaktadır. Son yıllarda ekonomisinde görülen bozukluk ve yurt dışına yoğun nüfus göçü sebebiyle Romanya ağır sorunlarla karşı karşıyadır.
C) BALKANLAR’DA GELECEK NASIL ŞEKİLLENECEKTİR?
Yukarıdaki başlıkta yer alan soruya doğru cevaplar verilebilmesi için, bundan önce belirttiğimiz hususların temel kabul edilerek bilinmesi gereklidir. Birincisi hristiyan dünyanın ister katolik ister ortodoks isterse protestan olsun, Türkler ve Türk gibi görülenler hakkında kökü yüzyıllar öncesine giden bir “Avrupa ile Balkanlardan Türkleri Temizleme” siyaseti vardır. Balkan halkları ve devletleri bu siyaset için kullanılmaya daima hazır unsurlardır. Çünkü bu siyaset kendi siyasetleri ile milli, dini, siyasi, kültürel ve ekonomik sebeplerle örtüşmektedir.
Ayrıca dünyanın emperyalist emelli güçlü devletlerinin ve küresel güçlerin Balkan coğrafyası üzerinde kendi menfaatlerine dönük hedefleri vardır.
Bu siyasetin ve arkasındaki emellerin tahakkuku için, Balkanlardan Müslüman Türk varlığı temizlenmek istenmektedir. Bunun için 1821 Mora İsyanı’nı baz alırsak yaklaşık iki yüzyıldır Müslüman Türkler ve Türk gibi görülenleri Balkanlarda katletmek, asimile etmek, sürgün ve göçe tabi tutmak için savaşlar, ekonomik krizler, sosyal olaylar çıkartılmakta ve insanlar acı ve gözyaşına boğulmaktadır.
Batı’nın bu politikasına karşı da Müslüman Türkler ve Türk gibi görülenler; canlarını, namuslarını, mallarını, dillerini, inançlarını, kültürlerini korumak için her türlü savunmayı yapmakta ve doğal olarakta çatışmanın ve tartışmanın tarafı olmaktadırlar.
Batı bu siyasetinden, Balkan devletleri de değişik olaylarla açığa vuran emellerinden vazgeçmediği sürece Balkan toprakları için daima bir sıcak çatışma beklentisi içinde olacağız.
Örneğin Türkiye’nin Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde görevli iki askeri taburu Bosan Hersek ve Kosova’da görevlidir. Sembolikte olsa bu iki taburun Müslüman Boşnaklar, Arnavutlar ve Türkler için büyük güvence taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu iki askeri gücün görevlerinin herhangi bir nedenle tamamlanmasının ardından bu bölgelerde yaşayan Müslümanların can güvenliği tehlikeye düşecektir. Kosova’nın kuzeyinde ve Bosna Hersek’te zaman zaman meydana gelen olaylar bu tespitimizi haklı çıkaracak niteliktedir.
Keza Türkiye’nin açıkça ifade edilmese de, yoğun bir Türk nüfusunun yaşadığı hem AB ve hemde Balkan ülkesi olan Yunanistan ve Bulgaristan’la önemli sorunları vardır.
Almanya, Bulgaristan ve Hırvatistan üzerinde siyasi ve ekonomik nüfuzunu tarihsel ilişkilerin dayanağı ile çok yoğun kullanmaktadır. ABD ise Makedonya ve Kosova’ya adeta yerleşmiş durumdadır. Fransızlar Romanya’yı, Ruslar Sırbistan’ı, İngilizler Yunanistan’ı kendi etki alanlarında tutmayı başarmaya çalışmaktadırlar. Son dönemde İsrail, Çin ve Japonya’da tüm Balkanları ilgi alanına almıştır. Bilim adamlarınca konuşulan “küresel iklim değişiklikleri” nedeni ile gelecekte Balkanların dünyanın hakim güçlerince yeni bir yaşam alanı olarak kabul edildiği söylentileri de, Balkanların ve Balkanlarda yaşayan insanların akibeti açısından endişe verici bir durumdur.
Türkiye’nin Balkanlara ilişkin izlediği politika tutarsızdır ve mütekabiliyet esasına dayanmamaktadır. Tek taraflı ve gerçekçi olmayan kabuller Balkanlar da içine Türkiye’yi de alacak şekilde sıcak çatışma riskini artırmaktadır. Nihayetinde Balkan Savaşları döneminde yaşanan akıl tutulmalarının nelere mal olduğu izahtan varestedir.
Eğer dünyaya hakim devletler, küresel güçler ve Balkan ülkeleri ki buna Türkiye’de dahil; gizli emellerinden vaz geçmez ve eteklerindeki taşları dökmezlerse, Balkanlara huzur ve güven uzun bir dönem daha gelemeyecektir. Kısa vadede bir çatışma riski gözükmese de orta ve uzun vade de Yunanistan – Türkiye arasındaki sorunlar, Makedonya’nın tanınmazlığı ve paylaşılmazlığı, Romanya’nın Baserabya iştahı, Bulgarların sorun çıkarma hastalığı, Sırpların ırkçılığı, Hırvatların Almanya’nın haşarı çocuğu olma rolü ve Arnavutların “Büyük Arnavutluk” rüyası devam ettikçe, Balkanlar kaynamaya devam eden kazan olmayı sürdürecektir. Avrupa Birliği’nin Yunanistan’dan sonra Bulgaristan ve Romanya’yı şimdi de Hırvatistan’ı üyeliğe alarak bir entegrasyonla işi soğutmaya çabalaması bu yüzdendir. Bölge dönem dönem yöneticiler sebebiyle akılcı yaklaşımlardan uzaklaşmıştır. Temennimiz barıştan, demokrasiden, özgürlükten yana olan insanların Balkanlara yön vermesidir.