Arap Baharı sonrası ABD’nin İsrail’le birlikte İslam ülkelerini dizayn etme stratejisi bağlamında ortaya attığı “Yüzyılın Anlaşması”na en büyük destek yine İslam ülkelerinden geldi.
İsrail, lehine gelişen bu muazzam ABD desteğinden yararlanarak Arz-ı Mev’ud inşa sürecini adım adım gerçekleştirmeye koyuldu.
İlk yapılan iş Müslüman ülkelerde Filistin’in ortak bir dava olmaktan çıkarılmasıydı. Bu konuda sistemli ve birbirini destekleyen adımlar birbiri peşi sıra geldi: Kısa vadede Kudüs İsrail’in başkenti olacak, Golan Tepeleri İsrail’in mülkiyetine geçecek, İsrail Ürdün Vadisi’ni ilhak edecek ve Mescid-i Aksa Yahudileştirilecektir. Sonuçta İsrail/Filistin şeklinde ifade edilen iki devletli yapı fiilen imkânsız hale gelecektir.
Bunun için “Medeniyet İçi Çatışma” bir diğer ifade ile “İslam’a karşı İslam” stratejisi devreye sokuldu. Yani Şii İslam’la, Sünni İslam’ı birbiriyle vuruşturularak bir bütün olarak İslam güçten düşürülecekti. Strateji gereği İslam ülkeleri Libya’dan Mısır’a oradan Yemen/Irak ve Suriye’ye kendi içlerinde bir savaşa tutuşturuldu.
Süreçte Sünni İslam ülkelerinin bütün nefreti ve öfkesi çok kısa süre içinde İsrail üzerinden İran’a yoğunlaştırıldı. Ardından da İsrail’in Filistin’de yarattığı fiili duruma karşı en sert ve kararlı tavrı gösteren Türkiye hedefe konuldu.
Zamanı gelince İslam ülkelerinin başkanları ellerini birbirinin üzerinden Trump’ın elinin altına koyarak İslami/Arap dünyasını Trump’ın elinin altına konulacağını ifade etmiş oldular. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn, Umman gibi ülkelerin Filistin Sorununa yönelik algılarında İsrail/ABD lehine büyük bir değişim oldu.
Artık Arap ülkeleri için Filistin Sorunu bir yüktü ve bu sorunu çözmek değil bundan kurtulmak gerekiyordu.
Telaviv ve Washington laboratuvarlarında imal edilen “Yüzyılın Antlaşması”nın sözcülüğünü ve savunuculuğunu BAE üstlendi. Mısır ve Suudi Arabistan ise ABD/İsrail planının meşrulaştırılmasıyla görevlendirildi.
Şartlar olgunlaşır olgunlaşmaz BAE ile İsrail birdenbire ilişkileri normalleştirme kararı aldılar. Bu normalleşme kararının İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’da bazı kısımların ve Ürdün Vadisi’nin ilhakını geçici olarak askıya alma karşılığında gerçekleştirildiği iddia edildi.
Dahası BAE’nin Dış İşlerinden sorumlu Bakan Enver Gargaş, İsrail’in ilhak planını askıya almasının geçici olduğunu ve sonsuza kadar sürmeyeceğini de açıkladı… ardından da “biz bunu ortadan kaldırdık ve zaman kazandık” diyerek aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi.
BAE, bu tavrıyla Filistin meselesini bir taviz sorunu olarak gördüğünü, Filistin adına müzakere yapma ve taviz verme yetkisini üstlendiğini ortaya koymuş oldu. Filistin sorununun çözümünün bu normalleşme adımı ile sürdürüleceğini iddia etmeye başladı.
ABD/İsrail, Arap ülkelerini Filistin’in yanından İsrail’in yanına taşıma aşamasına uzun bir planlama ve çalışma sonrasında geldi. Arap ülkelerinin İsrail’in yandaşı haline getiren süreç ki buna BAE, “normalleşme” diyor. Son üç yılda sayısız davetler, ziyaretler, toplantılar, bildiriler ve etkinlikler sonucu ulaşıldı.
Böylece Mısır ve Ürdün’den sonra körfez ülkelerinden BAE’de İsrail lehine Filistin aleyhine bu normalleşmeye katıldı. İsrail adım adım Filistin konusunda kendisine tehdit oluşturabilecek ya da muhalefet edebilecek Arap ülkelerinin yöneticilerini satın almaya başardı.
Son zamanlarda yaşananlar BAE’nin Türkiye’ye karşı olan tavrını da açıklar niteliktedir. Bu ülke, ABD/İsrail ikilisinin tetikçiliğini üstlenmiş durumdadır. BAE’nin Suriye’de, Libya’da ve Filistin’de Türkiye’nin karşısında konuşlanması rastlantı değildir.
BAE’nin bu tavrı ihanettir ve Filistin’in arkadan vurulması anlamına gelmektedir. Hala Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı sırasında Araplar Osmanlı’yı arkadan vurdu mu vurmadı mı? Tartışması yapanlara kapak olacak kadar önemli bir olaydır. Kardeşini arkadan vuran dindaşına acımaz!