Son Avrupa Parlamentosu seçimleri, Avrupa ülkelerinin ısrarla görmediği aşırı sağcılığın ulaştığı boyutu göstermesi açısından son derece önemli bir seçim oldu. Geleneksel ya da liberal partilerin büyük hezimete uğradığı, Avrupa’da bir başka siyasi şekillenmenin yavaş yavaş başladığı söylenebilir.
Sonuçlar gerçekten son derece çarpıcı. Fransız aşırı sağcı politikacı Marine Le Pen’in Ulusal Ralli’si oyların yüzde 30’dan fazlasını alarak yüzde 15 oy alan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un partisini geride bırakmış oldu. Almanya’da da Başbakan Olaf Scholz’un merkez sol Sosyal Demokratları yüzde 14’e gerileyerek, yüzde 16,5 ile ikinci sıraya yükselen aşırı sağcı Almanya için Alternatif’in (AfD) gerisinde kaldı. İtalya’da Başbakan Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi yüzde 28,5 ile en yüksek oy oranına ulaştı. Bu, Avrupa’daki aşırı sağ hareketin önde gelen isimlerinden biri olan Meloni için önemli bir zafer oldu.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın milliyetçi partisi Fidesz de güçlü bir performans sergileyerek oyların yüzde 43’ünü aldı, ancak bu oran önceki seçimlere göre düşüş kaydetti. Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi altı sandalye kazanarak önceki konumuna göre önemli bir artış gösterdi. Benzer şekilde Slovakya’da da, Batı yanlısı sagcı (adı yanıltmasın) İlerici Slovakya Partisi, Başbakan Robert Fico’nun liderliğindeki solcu Smer partisini geride bırakarak oy patlaması yaptı.
İspanya’da da manzara aynı. Muhalefetteki Halk Partisi (PP) oyların yüzde 34’ünü alarak yüzde 30 oy alan Başbakan Pedro Sánchez’in Sosyalistlerini geride bıraktı. Aşırı sağcı Vox partisi, bir sosyal medya fenomeni tarafından yönetilen yeni bir aşırılıkçı parti tarafından zayıflatılmış olsa da, yine de altı sandalye elde etmeyi başardı. Yunanistan’da iktidardaki Yeni Demokrasi partisi, önceki performansına göre düşüş göstermesine rağmen, yüzde 28’in biraz altında oy aldı. Yunanistan’da halk desteği yüzde 9,5’e çıkan aşırı sağcı popülist Yunan Çözümü Partisi ciddi bir gelişme gösterdi.
Çek Cumhuriyeti’nde eski Başbakan Andrej Babiš liderliğindeki merkezci muhalefet ANO hareketi oyların yüzde 26’sını alarak iktidardaki koalisyon partilerini mağlup etti. Polonya’da Başbakan Donald Tusk liderliğindeki merkezci Sivil Koalisyon oyların yüzde 38’inden fazlasını alarak kesin bir zafer kazanırken, aşırı sağcı Konfederasyon partisi yaklaşık yüzde 12 oy aldı. Bu, 2015-2023 yılları arasında Polonya’yı yöneten ulusal muhafazakâr Hukuk ve Adalet partisi için önemli bir gerileme oldu.
Görüldüğü gibi seçim sonuçları, Avrupa genelinde aşırı sağcı, milliyetçi partilere verilen desteğin arttığını net bir biçimde ortaya koyuyor. Bu artışın, özellikle göç, güvenlik, iklim değişikliği gibi alanlarda AB politikaları üzerinde önemli bir baskı yaratma olasılığı var. Aşırı sağ partilerin elde ettiği kazanımlar, yasama önceliklerinde potansiyel bir değişime, daha çekişmeli bir siyasi ortama işaret ediyor.
AB seçimlerinde çıkan bir diğer sonuç da geleneksel partilere karşı artan hoşnutsuzluğun, daha radikal çözümlere doğru bir yönelimin iyice belirgin olması. Önümüzdeki yıllar, AB’nin bu iç değişimlere, aşırı sağın artan etkisine nasıl yanıt vereceğini belirlemek açısından hayli kritik olacak.
Geleneksel güç yapılarını sarsan bir tarafı da olan seçim sonuçlarının, etkileri de zamanla daha belirgin olarak görülecek. İlk dalgalanma Fransa’da başgösterdi bile. Partisi Le Pen karşısında ağır bir yenilgi alınca Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron erken genel seçim çağrısı yaptı.
Anayasa uyarınca iki turlu seçim 30 Haziran ile 7 Temmuz’da yapılacak muhtemelen. Bu bir parlamento seçimi tabii, Başkanlık seçimi değil. Ayrıca olsa bile Macron, iki dönem kuralı gereği bir daha adaylığını koyamayacak. Yani Macron kendisiyle ilgili bir hesap içinde değil gibi görünüyor. Ama yapılacak erken seçimde partisinin kazanmasını elbette istiyor.
Ancak halk nezdinde popülaritesinin düşük olduğu bir gerçek. Partisine de seçmen ilgisinin yüksek olduğu söylenemez.
Riskli bir karardır aldığı ama herhalde bir bildiği ya da bir umudu vardır.