10 Mayıs 2022 Salı
Günümüzde Din Problemi ve Yüksek Din Kurumu Üzerine
CUMHUR İTTİFAKININ ADAYI KİM
El Kesesinden Ağalık
Yugoslavya Kazanı Yine Kaynatılıyor
Herkes için ‘Dersim’ Dersi
Prof. Dr. Celalettin Yavuz'un Son Kitabı "Yok" Satıyor!
Güzel Soru
Rusya Ukrayna Savaşı'nı 18 Yıl Önceden Gören Dr. Aslan Yaman: "30 Eylül Ukrayna Seçimlerinin Ardından"
İSRAİL DOĞALGAZI KKTC’DEN Mİ GEÇECEK?
Derdiniz Andımız mı? Türklük mü?
Cehaletin "kör kazma" şehveti
VÜSAL ALLAHVERDİYEV anısına
Yalnızca Sitem
Hocalı Soykırımı
Su Akar Yatağını Bulur!..
Balkanlar'da ve Karadeniz'de Varız, Ya Kırım'da?
Ahvalimiz
Siyasette Ahlaki Çöküş
BEN DEVLETİM !
Öfke
Görünmeyen Gündem
Yunanistan’la sorunları askeri karşılıkla çözebiliriz
Karar sizin
AB; Kendi çiftçidine çok, bizim çiftçimize az destek
İYİ Parti’de Seçime Kürsü Damga Vurdu!
Bozkurt'un Zaferi
Gelecek hafta demokratikleşme paketi açıklanacak
Tarihin Kalbi Ermenek’te Attı
3 Mayıs’ın 78. Yıldönümünde Türk Milliyetçilerine Çağrı
Sen Uyurken, Vatanın İşgal Edildi!
Doğu Türkistan, Güney Türkistan, Güney Azerbaycan Derken Türkistan Coğrafyasının Temel Meselelerine Genel Bir Bakış
YAŞAMIMIZDAN BİR PARÇA; KARAHİNDİBA
Kadınlar gününde Banu Çiçekler
Gençler Türkiye’yi Terk Etmek İstiyor
Kripto Para Meselesi
ABDÜLHAMİT...
Uygurlar Terörist değildir!
Kerkük Kerbelâ Olmasın!
Kuşumuz, Can Dostumuz!.. (gitti)
Açlık, Obezite ve Gıda İsrafı
Taşkent’teydim
İşleri Gerginlik
25 Kasım, 104 yıl önce...
İnsan Haklarında Küresel Kıskaç!
Yeni oyun anayasa
ZAFER’İN ZİHİNSEL VE MATEMATİKSEL ÇÖZÜMLEMESİ uçurumdan önceki son çıkış
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
İlim ve Teknolojinin Tılsımı
Nereden Nereye
Faşistliğin İtibarını Yükseltenler
Tebrikler Ordumuzun Kurmay Aklına
Sevdiğim...
Şiddet Sadece Dayak Değildir!
Eğitimde Başarı, ‘İnsanı Bilmekle’ Başlar…
İki Kongre ve Bir Muaviye
Gitti FETÖ, Geldi Menzil
İçimizdeki Yunanlar ve Pontusçular!..
Genel Başkan insan harcamaz, insanları kazanır
EREĞLİ’DE 1 MAYIS
Oligarşi, Demokrasi, Hukuk Devleti
Büyük Türk Şairi Şehriyâr
Milli Muhalefetin Doğum Sancıları – 1 – (Siyasi Çerçeve – Temel Mücadele)
Çığlığım Türk Milletinedir! Çığlığım İmanlı Olanlaradır!
KÜRESEL SÜRTÜKLER
Orman Yangınları Sonrası
Devrimci Türklere İhtiyaç Var!
Doktorlar gitsin, sığınmacılar kalsın!
İnce Tuzaklar
Kazan Tatarlarına Vurulan Son Darbe…
Buhran Dönemi
Rüzgâr İster Seni
FETÖ Başkanlık Federasyon - VII
Adam..
Bir Zamanlar Kıbrıs
Yer Üstündeki Madenler!
Sarıkamış Harekâtı ve Enver Paşa
ZAMMINIZI SEVSİNLER!
Umuyorum ve Düşünüyorum
Bayrak kirizi Türkmen Aşiretler Meclisinde ele alındı
Milliyetçiliğimizin Kaynakları-81
Bülent Ersoy’un Başörtüsünden Fırfırlı Masa Örtüsüne Ülke Gündemi
Karaburun
Ülkücü'yü yaşatacağız ki; Türk Milleti yaşasın...
ŞARK MESELESİ (TÜRKLER MOĞOLİSTAN’A)
19 MAYIS 1919=19 MAYIS 2022 ŞARTLARI
Ülkü Yolunda Bir Ömür…. Lokman Abbasoğlu Anlatıyor…
Eğitimde Başarı, ‘İnsanı Bilmekle’ Başlar…
Gönül dağında Gedelli Kahvesi’nin sahibi olan Kellerin Rıfat, ama olan nişanlısı Meryem’in gözünü açtırdıktan sonra Meryem tarafından terk edilince, insana dair ezberleri bozan repliği ile “İnsan insan derler dayı, insan nedir bildin mi sen?” sadece gönüllere dokunmadı… Derin izler bırakırken, zihinleri derinden sarsarken, insanın kalbi yüreği gönlü oldu bir anda…
Diziyi izlerken, aynı soruyu kendine sormamak elde mi? “İnsan insan derler dayı, insan nedir bildin mi sen?”
Bir önceki yazımızda da bu soru ekseninde eğitimi sorgulamış, ciddi bir öz değerlendirme yapılması gereğine dikkat çekmiştik…
Sahi insan nedir?
İnsan Kimdir?
Bu soru, felsefenin problemi sanırım… Mark Twain “İnsan Nedir?” sorusunun tartışıldığı kitabında da Sokratik bir diyaloga şahit oluyoruz…
Bir başka açıdan bakıldığında da “ insan” nisyan ile malul denir ya… İnsan unutandır… Neyi unutur, neden unutur sorusu tartışılmadan genel kabul dairesinde kabullenilir bir anda…
Gerçekten, İnsan neyi unutur, neden unutur? Düşünülmesi gerekmiyor mu?
Evet, yüce yaratıcı insanı yaratırken, onun unutan yönünü de yaratmış. Bu yönü, yaratılışın ana ekseni olan imtihanın da odağındadır.
Kur’an İnsanı, insanın yaratılışını aktarıp, onu tamımlarken;
“Beşer” ve “İnsan” kavramlarını kullanır.
İnsanın yaratılışından söz eden ayetler göz önüne alındığında;
1 – İnsanın maddesel yanı,
2 – İnsanın ruhsal yanı olmak üzere iki başlıkta mütalaa edilebilir.
Kur’an’da “beşer” kelimesi, daha çok kişinin maddi yapısını, “insan” kelimesi ise maddi ve manevi yapısını birlikte ifade için kullandığı söylenebilir.
Bir gün Rabbin (Sahibin) meleklere şöyle dedi: “Balçıktan bir beşer yaratıyorum, Organlarını tamamlayıp içine ruhumdan üfleyince ona secdeye kapanın.” (Sad 38/71-72)
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Allah (c.c.) bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır:
“Senden öncekilerden hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık. Sen ölsen onlar ölümsüzleşecekler mi?” (Enbiyâ, 21/34)
“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin…” (Fussılet 41/6)
Maddi olarak yaratılan “beşer”, kendine üflenen ruh sayesinde dinleme ve gözlem yapma yoluyla yeni bilgilere ulaşma kabiliyetine kavuşmaktadır. Bu bilgileri aklı ile değerlendirir ama kararını gönlü ile verir.
Bu yüzden birçok insan, doğrular ile menfaatleri arasında gelgitler yaşar. Menfaatlerinden vazgeçememelerinden, çıkarları ekseninde nefsin doymazlıkları nedeniyle yanlış kararlar alırlar.
Allah (c.c.) Kur’an da yaratılışları nedeniyle yanlışa yönelebilecek olan “İNSAN”a yaptığı uyarılara dikkat edildiğinde;
“İnsan, doyumsuz yapıda yaratılmıştır. Başına bir sıkıntı gelse sızlanır. Bir nimete konsa kimseye zırnık koklatmaz. Görevlerini aksatmayanlar başkadır. (Meariç,70/44)
“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.” (Alak,96/6,7)
(Edep yerlerini) Bunlardan başkasına açanlar sınırları aşmış olurlar. Onlar, aldıkları emanetler ve üstlendikleri sorumluluklar konusunda titiz davrananlardır. Onlar şahitliklerini dosdoğru yapanlardır. Onlar namazlarını özenle sürekli kılanlardır. İşte bahçelerde ağırlanacak olanlar onlardır. (Meâric 70/19-35) (Bayındır, A.)
Allah (c.c.)
“Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına /yaratmada uyguladığı kanuna çevir. O, insanları o fıtrata göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur ama çoğu insan bunu bilmez.” (Rum 30/30) derken, insanı, yatılış özelliklerine dikkat çeker…
Fıtrat, Allah’ın insanı yaratmada uyguladığı kanundur. Bu kanun dahilinde beşeri yaratırken, ona yüklediği “DATA” ile onu insan kılar. Rum suresi 30. Âyet, bu kanunun, göklerin ve yerin yaratılışında da geçerli olduğunu zımnen bildirir:
“Ben yüzümü, doğrudan doğruya göklerin ve yerin fâtırına/ onları fıtrata göre yaratana çevirdim. Ben müşriklerden /Allah’ın yetkisini paylaştıranlardan değilim.” (En’âm 6/79)
Fırat’ın izah edildiği diğer ayetler göz önüne alındığında;
“Gök yarılmış (fıtratı bozulmuş, yıldızlar dağılmış, denizler taşırılmış, mezardakiler de çıkarılmış olunca, herkes önden ne gönderdiğini ve geride neler bıraktığını öğrenecektir” (İnfitâr 82/1-5)
“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr 82/6-8)
Bütün bu ayetlere göre fıtrat, varlıkların temel yapısını, o yapıyı oluşturan yaratılış, gelişim, değişim ilke ve kanunlarını ifade eder…
Kur’an da Allah beşerin/insanın inşa sürecinde her sapma halinde uyarıcılar ile doğru yola davet etmiş, rehber göndermiş, her an insanın her anı, denetim ve rehberlik altında yarına dönük tedbir sürecini, aktif kılmıştır.
Bu açıdan bakıldığında; “Rehberlik ve Denetimin” ilahi yönü olduğu ve bu sürecin ihmalinin, Allah’ın yaratış ve tekamül sürecine aykırı bir tavır almak şeklinde olduğu da söylenebilir.
Yine Allah (c.c.) fıtratın gereğine dönük, verdiği mesajlarında, ayetlerini hep nâsa yani çoğul halinde (toplum halinde) insana açıklamaktadır. Bu anlamda muhatap insan değil, nâs olmaktadır.
Kur’an mesajı geneldir; tüm insanların ondan nasibi vardır. Bu demektir ki her insan ondan az veya çok bir şeyler anlar. Bilgisi artırdıkça, parçaları birleştirerek, daha büyük fotoğrafa bütüncül bir anlam kazandırır, daha çok şeyi anlar. Tüm insanlara verilen mesajda, bir kast ve sınıf engelinin olmayıp, mesajın birilerine kapalı veya dokunulmaz kılınmamış en önemli yönüdür.
İnsan toplumsal bir varlık olarak alınışının önümüze açtığı pencereler; “İnsanlar iman üzere bulunan tek bir ümmet idi; sonra kimi iman etmek, kimi küfre varmak suretiyle ayrılığa düştüler de Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi. İnsanlar aralarında ayrılığa düştükleri şeyde hak üzere hükmetmek için, o peygamberlerle kitap gönderdi.
Halbuki kendilerine açık deliller geldikten sonra aralarındaki zulüm ve hasetlerinden ötürü, ihtilâfa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. Onların hak hususunda ayrılığa düştükleri şeyde, Allah, kendi izni ile (peygamberlere) iman edenleri doğru yola hidayet buyurdu (iletti). Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 213) dikkat çekicidir.
Bu ayet; insana peygamberler eliyle gönderilen mesajın, insanın bir toplum olarak ortaya çıktığı anda başladığı, ayetin meal ve tesirinde yer alan, insana insanlığa dönük verilen mesajda; “hüküm” (yargı), “mîzân” (ölçü, norm, düzen), hükmetmek (yargılamak-yönermek) “ihtilaf” (çekişme, tartışma, didişme) sözcükleri üzerinde düşünülmesi gerekmiyor mu?
Bu kavramlar, toplum haline ulaşmış insan hayatında anlam ifade ettiği ve kaçınılmazlıklara işaret ettiğini düşünüyoruz.
Peygamberlerin esas görevlerinden biri de bu kaçınılmaz düzenlemeyi kozmik-evrensel rayına oturtacak mesajları, ölçütleri getirmeleri değil mi?
Bu iki ana eksen göz önüne alındığında;
Yaratılan beşerin, insan olma vasfına dayalı, kültürel devamlılık ve hüsrana uğramaması yönünde kendine yetme, mutlu olma ve toplumsal huzura katkı sağlarken, kendi sorumluluklarının farkındalığına ulaşması, bu yönüyle de hayata hazırlamasını sağlama yönünde eğitimin temel amacı değil mi?
Sahi yazımızın başlangıcındaki soruyla devam edersek:
Sahi, “İnsan Nedir?” Bildik mi?
Eğitimdeki temel sorumluluğumuz dahilinde, temel yasada da yer alan “İyi İnsan” “Mutlu Birey” yetiştirme amacımıza dönük mevcut uygulamalarımızı yeniden sorgulamamız gerekmiyor mu?
“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr 82/6-8) sorusuna dönük, aldanmamızın sebepleri ekseninde öz değerlendirme yapmamız istenmiyor mu?
Kalite Yönetim Sisteminin geri getirildiği süreçte;
Eğitimin sadece akademiye yönelen, test ekseninde “TUTİ” (papağan) yetiştirme yanlışına saplanarak, bir nesli, test ve tost arasına sıkıştırarak, yok etmeye yönelen eğitim sistemimizdeki yanlış yönelime, biz. Biz kılan milli ve manevi değerlerden koparan, toplumsal çöküşe dur deme yönünde;
Dünden başlayan ve devam eden yaptığımız yanlışlarla yüzleşerek, “Allah’ım neydi günahım, Ben nerde yanlış yaptım” diyerek, samimi bir öz değerlendirme yaparak, yaratılışımızın “FITRATIN” gereğine dönük, eğitimimizi yeniden kurgulamak ve gerektiğini düşünüyoruz.
Selam, saygı ve dualarımla
* Bayındır, A. Kur’an’da Beşer ve İnsan,(https://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kuranda-beser-ve-insan.htmll)
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Başkanı Metin AKGÜN, Kadir Gecesi dolayısıyla bir mesaj yayımladı.
“Bin Aydan Daha Hayırlı olan Kadir Gecemiz Mübarek Olsun.” Diyen Başkan Akgün, açıklamasında;
Zaman ve mekanlar, kendilerinde meydana gelen büyük ve önemli olaylarla değer kazanırlar. Kadir Gecesi, azamet ve şeref gecesi demektir. Kadir Gecesi bu bakımdan hiçbir geceye nasip olmayan bir olayın meydana geldiği gecedir. Bu geceye Kadir Gecesi denilmesinin sebebi de; bu gece içinde kadri yüce bir kitabın Cibril-i Emin vasıtasıyla, Sevgili Peygamberimize gönderilmiş olmasıdır. Bütün insanlığa huzur ve saadet yollarını gösteren Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimize mübarek Kadir gecesinde indirilmiştir.
Nitekim Bakara suresinde Allah Teâlâ (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır .” (Bakara,2/185).
Cenab-ı Allah Kadir suresi’nde de şöyle buyurmaktadır:
“Doğrusu, Biz, Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrail, o gece Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” Kadir Sûresi (97/1-5).
Ramazanı şerifte ve Kadir gecesinde indirilen Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimize verilmiş en büyük mucizedir. Sevgili peygamberimiz, kalpleri onunla fethetti, gönülleri onunla nurlandırdı, insanlığı onunla hidayete ulaştırdı.
Son ilahi kitap olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığı içine alır, âlem şümuldür.
Kur’an-ı Kerim, her şeyden evvel Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun yüksek ve eksiksiz sıfatlarını, yaratılmışlara olan rahmet ve mağfiretinin genişliğini tespit ve talim eder. İnsanlar için hayat ve saadet kaynağı olan önemli ve ölmez prensipleri ortaya koyar.
Kur’an-ı Kerim, aile hayatı ile karı-kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden, milletlerarası münasebetlere; selamlaşmaktan, evlere izin alarak girme adabına varıncaya kadar, sosyal hayatın bütün kurallarını gösterir, en yüksek, en güzel ahlak prensiplerini öğretir.
Kur’an-ı Kerim, zina, fuhuş, sarhoşluk, adam öldürmek, yalan söylemek, iftira etmek, haksızlık yapmak, israf etmek, hıyanette bulunmak ve gıybet etmek gibi toplumu sarsan kötülükleri yasaklar.
Kur’an-ı Kerim, insanı dünya ve ahirette mutlu kılacak her şeyi ihtiva eden bir Kitab-ı Mübin’dir. O’nu rehber edinen yanılmaz. O’na sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez. Onun gösterdi yolda yürüyen şaşırmaz ve onu okuyanın ecri az olmaz.
Bu bakımdan Kadir Gecesi, şerefli ve nurlu bir gecedir.
Bu gece için, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde:
“Kim Kadir Gecesini, faziletine inanarak ve mükafatını da Cenab-ı Hakk’tan bekleyerek, ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” (Tecrid-i sarih c.1, s. 45) buyurmuşlardır.
Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Yani onun feyiz ve bereketi, bin aylık ibadetle elde edilecek sevap ve mükâfat ile eş değerdedir. Bu geceyi hakkıyla değerlendirmek, ibadet, dua ve istiğfar ile ihya etmek, ebedi âlemde bin ay kadar bakî ve bereketli bir ömür kazandırır.
Rasul-i Ekrem Efendimiz, Ramazan-ı şerifin son on gününün gecelerinde, kendilerini daha çok ibadete verirlerdi. Bu gecelerde, aile fertlerini de uyandırırlardı.
Hz. Ayşe validemiz:
“Ya Resûlellah! Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu bilir ve o geceyi idrak edersem, Cenab-ı Hakk’a nasıl duada bulunayım?” dediğinde;
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“De ki; ya Rab! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.” (Sünen-i Tirmizi terc. C.2, s.78 H.No:792). .
Bin aydan hayırlı olan bu geceyi ihya etmek, insan için ne büyük bir mazhariyettir, ne büyük mutluluktur.
Şahsım ve Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu ve üyelerimiz adına, Kovid19 Salgınının gölgesinde idrak ettiğimiz, kandiller zincirinin son halkası mübarek Kadir gecemizi tebrik ederek, hayırlara vesile olmasını, sosyal ve ekonomik mağduriyetlerle bireysel ve toplum yapımızda derin izler bırakan salgının son bulmasını, İslam âlemine ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Eğitim, insanı yaratılış amacına ulaşacak şekilde onu geliştirmeli ve hayata hazırlamalıdır.
İnsan, eğitim ile yaratılışında var olan doğal yetenekleri geliştirilerek sonraki neslini de eğiten bir döngünün odağındadır…
Bu yönüyle insan, hem eğiten hem de eğitilebilen bir özelliğe sahip oluşuyla diğer yaratılanlardan farklıdır.
Bu açıdan insana düşen görev, yaratılışından getirdiği bu yetenek ve yeterlikler potansiyelini geliştirerek, kendini ve kendinden sonrakileri yarına hazırlamaktır. Çünkü insan, gelişime açık bir varlık olması nedeniyle kendisinden önceki nesilden yararlanır ve kendisinden sonraki nesli de etkiler.
Bu tekâmül sürecinde insan, hayatının sonuna kadar öğrendikçe öğreten, öğrenmeye her an, her durum ve her halde açık olan, hem kendisinin, hem de başkalarının deneyimlerini bir araya getiren, değerlendiren ve onlardan yararlanandır.
Eğitimde temel amaç, bireye verilen eğitimin, onu hayata hazırlamasıdır…
Hayata hazırlama sürecindeki ana eksene ilişkin zihnimizi netleştirmeliyiz…
Yaratılışın sırrında, onu diğer canlılardan ayıran özellik, insanın değişen şartlara uyum sağlayabilmesi, soru ve sorunlarla başa çıkabilecek muhakeme yapma, çözüm yolları bulma, en uygununu seçerek, uygulayabilme hususiyetidir.
İnsan dünyaya gelirken doğaya karşı yetkin kılınmamıştır. İnsanın yaratılışla verilen ham yeteneklerini geliştirmesi gerekir.
Bu ham yetenekleri, kendisini diğer yaratılanlardan ayıran bu özellikleri ancak, eğitim ile geliştirilebilir ki, insan; bio-psişik bir yapısı nedeniyle, varlığının devamlılığı için, eksik tarafını geliştirmesi zorunluluğudur.
Bu amaca dönük bir nitelik kazanmanın, bu yönde bir form kazanmanın ilk kaynağı ailedir. Sonrasında bu süreç, kurumlar marifetiyle devam eder ve birey gelişim sürecini sürdürür.
Bu gelişim sürecinde insan, kendini yenileme ve geliştirme imkanına sahip oluşu ile kendinden önceki jenerasyonu aşar, kültürel tekamül sürecinde hem etkilenir, hem de etkileyerek, kültürel değerleri değiştirir, geliştirir…
İnsan, yetenek ve yeterliklerle donatıldığı için hem içinde bulunduğu çağdan hem de kendisinden önce var olan birikimden yararlanmaktadır,
Bireyin başkalarını yetiştirmesi kadar, kendisini de yetiştirip, gelişme sürecinde eğitim alanında var olan eksiklerini tamamlaması gerekir. Bu durum insanın yaşamı boyunca da devam eder…
Bu gelişim sürecinde iki ana eksen vardır.
Birincisi bilgidir. Diğeri, belki daha önemli olan ise, var olan, kazandığı bilgiyi yeniden düzenleme, değerlendirme, yapılandırma suretiyle, yaşam boyu karşılaşabileceği farklı sorunlara cevap olacak formda kullanıma sunma, yeniden düzenleme, oluşturma yönüdür ki, bu özel yönü özellikle geliştirilmedir.
Bireye kazandırılması gereken yeterlik kapsamında; birey, kendisine bahşedilen aklı kullanması, düşünmesi, muhakeme etmesi, yeniden yapılandırma yönünün geliştirilmesi gerekir.
Eğitim sürecinde bireye kazandırılması gereken bu özel yeterliğin Kur’an terminolojisiyle karşılığı olan “AKLETME” yönünün geliştirilmesidir.
“AKLETME” Kur’an da farklı surelerde, bazen de aynı surede olmak üzere, 40’dan fazla üzerinde durulan, dikkat çekilirken, uyarılarak insana dönük önemsenmesi gerektiğine vurgu yapılan kriterdir.
Eğitimde dünden bugüne sarkan temel sorun, bugün önceliklerimizden çıkardığımız, ancak, öncelikli hedefimizde olması gereken yeterlik alanıdır “AKLETME”.
Bugün yaşadığımız sorunların temel sebebi değil midir? “Akletmeyen bir nesil” yetiştirilmesine karşı yaşadığımız duyarsızlığımız…
Oysa Yunus Suresi demiyor mu? “
Elmalılı Meali (Orijinal) “Allah’ın izni olmadıkça hiç bir nefs için iman edebilmek yoktur ve akıllarını husni isti’mal etmeyenleri o pislik içinde bırakır”
Diyanet İşleri Meali (Eski) “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azab verir.”
Ve yine Allah (c.c.) “Size korku ve ümide (sebep olan) şimşeği göstermesi, gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzüne hayat vermesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda, akleden bir topluluk için ayetler vardır.” (30/Rûm 24) derken, düşünmeyi, aklı kullanmayı, “AKLETMEYİ” emrederken, yarın ekseninde imtihan açısından da uyarılarıyla dikkat çeker…
Bu açıdan bakıldığında;
Biz eğitimciler olarak, eğitimdeki önceliklerimizi yeniden sorgulamalı, düzenlediğimiz eğitim durumlarında; bilgi yanında, aklı kullanma noktasında Atatürk’ün ifade ederek, dikkatleri çektiği, “istikbalin teminatı olan çocuklarımızı/gençlerimizi” AKLEDEN, bu yönde araştıran, düşünen, irdeleyen, bilgiyi farklı durum ve problemlerin çözüm ekseninde yeniden kurgulayarak, alternatif çözüm araştırırken, süreci sorgulayan, hataları süreç içerisinde görebilen, “Kalite Yönetimi” mantığında hataları süreç içerisinde gören ve düzeltme yönünde süreç yönetebilen, bu yönde irade kullanan, takım elamanı olup, takım çalışmasında başarı sağlayan nesiller yetiştirmeliyiz…
Bunun nasıl sağlanabileceği, mevcut eğitimcilerin işbaşında hizmet içinde, adayların ise hizmet öncesi aldıkları eğitimlerle kazandırmamızın toplumsal mesuliyetimiz olduğuna dikkat çekeriz.
Zaman zaman gönül dostlarıyla sohbet ediyor, eğitimi masaya oturtarak, süreci irdeliyor, yarına dönük neler yapılmalı sorusuna cevaplar arıyoruz.
Yine böyle bir sohbette, o kadar çok sorun tartışıldı ki, bir ara, yakındığımız ve çözülmeli değimiz bu sorunları önceliklendirme diyagramına oturtalım dedim. Arkadaşlar, merakla nasıl yapalım dediler. En öncelikli gördüğümüz, diğer sorunların da çözümünde başlangıç olabilecek, daha önemli gördüğümüzü 1. sıraya koyarak, devam edelim demiştim.
Bu sıralamada uzun emek verilmişti. Ortak irdeleme sonunda da “DÜRÜSLÜK” kriterine öncelik vermiş, uzlaşmıştık. Dürüstlük, doğruluk bir toplumun huzur ve bekasının ana ekseni olacağı üzerinde yorumlar yapılmıştı.
Doğru olmak deyince, bizim jenerasyonumuzun öğrenciliğimizde okuduğu “ANDIMIZ” gelmişti sohbetin odağına…
“Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek, ileri gitmektir…”
Sebebinin pek de mana derinliğinde tartışılmadan kaldırıldığını düşündüğümüz “Andımız” sonrasında, değer eksenindeki kayıplarımızın da mana derinliğinde tartışılmadığını düşünüyoruz…
Oysa, “DOĞRU” olmak, imani noktada en temel hassasiyetimiz olması gerekmiyor mu? Hani Resulullah’ın (sav) “Hud Suresi” beni İhtiyarlattı dediği yönüyle…
Sahi Allah (c.c.) HUD Suresinde ne diyordu? Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud Suresi/112) derken, “Doğru olmanın önemini, bizzat Resulullah’a (sav) emrederek ortaya koymuyor mu? Bu emir, bizi de kapsamıyor mu?
Peki “doğru” olmak bir değer ise, değerler eğitiminin de salt bilgi ile kazandırılamayacağı da literatürde geçen bir tespit ise… Sahi bir eğitimciler istikbalin teminatı olan çocuklarımızı “DOĞRU” olmalarını kazandırmak için bu değerin modeli miyiz?
Sorular sonsuz sıralanabilir… Amaç, soruları sıralamak yerine, ciddi bir öz değerlendirme yapmamız yönünde bir farkındalık oluşturmaktı…
Yıllar öncesinde okuduğum, hatırladığım kadarıyla Azeri bilim insanı Anooshirvan Miandji’nin aktarımı olan bir anekdotu hatırladım. Paylaşmanın anlamlı olacağını düşünüyorum.
Dürüstlüğe Dair
Ortaokul birdeydim. Mahalleden bir arkadaşım vardı, yukarıda okula giderken gelip kapımızı çalardı, beraber giderdik. O gün üşütmüştüm annem okula göndermedi. Arkadaşım her zamanki gibi geldi, kapıyı çaldı, annem kapıya gitti ve beni okula gelemeyeceğimi anlattı.
Arkadaşım, akşam okulda dönerken yine kapıyı çaldı, öğretmek sınav kâğıdını onunla göndermişti, evde doldurayım diye. Bende ertesi gün kâğıdı doldurdum okula gittiğimde öğretmenime teslim ettim.
Haftaya notları açıklarken öğretmen bana tam not verdiğini açıkladı. Bende bir yanlışlık olduğunu anladım, çünkü 5 sorudan sadece 3 üne cevap yazmıştım. Zil çaldı, ders bitti ve ben öğretmenin yanına yanaştı, parmağımı kaldırdım ve “ öğretmenim müsaide var mı, bir şey sorabilir miyim? ”dedim, “ buyur” dedi. “benim notum yanlış galiba çünkü ben iki soruyu boş bırakmıştım”, öğretmenim başımı okşadı ve cevap verdi “ yok, notun doğru, evde olmana rağmen soruları açıp kitaptan bakmamışsın, eksik notunu da dürüstlüğün tamamladı, bu yüzden tam not aldın. Hep böyle kal, aferin sana.”
Şimdi bende öğretmenim üniversitede ve öğrencilere soruyorum “sınav yaparken çıkarsam, kopya çekmeyeceğinize söz verebilir misin?” birbirlerine bakıp gülüyorlar, çünkü dürüstlüğün meziyet olduğunu biliyorlar.
Dürüst olmak hiçbir zaman kolay olmamıştır ancak gün geçtikçe zorlaştığı kesin.
Niye?
Çünkü sen dürüst olmadan adam olacağına inanmışsın, dürüst olmadan iş bulacağına, dürüst olmadan okul bitireceğine, dürüst olmadan evlenebileceğine ve dürüst olmadan yaşayabileceğine inanmışsın? Peki, bu inancı kim sana öğretmiş? “Dürüst olmadığında, bedel ödemeyen büyüklerin.”
Kanun olmadığında yerini kanunsuzluk doldurur. Değerler onları taşıyan kişiler tarafından ortaya koyulmadıysa, birer emanet elbise gibi terk etme nameleri çalarlar. ..
Başkalarının adil olmasını beklemeden, adil olmayı denemeliyiz. Adalet ithal edilmez, adalet satın alınmaz, adalet bilinç ile inşa edilir. Hukukunu inşa etmeyen toplumları, adil olamaz.
Bunun ilk adımı evde başlar, “ anne babaya eve getirdiği paranın miktarını değil, kaynağını soracak.” anne şu kadar para getir dediğinde baba gider hırsızlık yapar, çalar, rüşvet yer, neyse bulur getirir.
Para her şeyi alır denilen yerde dürüstlük artık antikadır.
Dürüst olun, dürüst yaşayın ve yaşatın. (Anooshirvan Miandji)
Sahi bizde durum ne boyutta dersiniz…
Pek uzak olmayan bir süre önce gündemi meşgul eden aşağıdaki haberleri hatırlıyorum da….
* Tez yazım sektörü patladı… En fazla parayı tıp tezlerinden alıyorlar…
* ‘Akademik tez’ borsası: 7 bin 500 liraya tez 300 liraya ödev…
Akademik danışmanlık, bitirme projesi danışmanlığı, tez danışmanlığı… İsimleri farklı olsa da yaptıkları iş aynı: Parayla tez yazmak veya ödev ve proje hazırlamak… En pahalısı da TIP…
Yakın çevremizde tanık olduğumuz, dürüst olmayan söz, söylem ve eylem örneklendirmelerinizi duyar gibiyim…
Bu yanlışla nereye kadar…
Bu yanlışa dur demek çok mu zor?
Anooshirvan Miandji’nin anlattığı noktadan başlayabilir miyiz? Denemeye demez mi?
Esen kalın diyor, saygılar sunuyorum.
Çevrimiçi Kaynaklar:
Kültür; bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür.
Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır.
Toplum üyeleri arasındaki dayanışma, kültür ortaklığına bağlıdır. Bu nedenle de kültürün toplumun ve toplumsal düzenin bekası için korunması gerekmektedir. Kültürel değişme hemen hemen her toplumda çeşitli şekillerde insanların, toplumların etkileşmesi sonucu meydana gelmektedir. Fakat kültürel değişmenin iki yönünü ele almak gerekir. Bunlardan birincisi kültürel gelişmedir ki bu toplumsal yapı için faydalı bir süreç olmakla birlikte diğeri kültürel yozlaşmadır ki buda toplumsal yapıyı olumsuz yönde etkilemekte, toplumu bir çöküşe götürmektedir. (ŞAHİN,2011:244)
Toplumda; sahip olunan dilin, dinin, ahlaki değerlerin, örf ve adetlerin yozlaşmaya uğraması, Kültürel Değerlerin yozlaşmaya uğraması demektir. Kültür ve içinde barındırdığı unsurlar bir toplumu ayakta tutan değerler ise bu değerlerin yozlaşmaya uğraması ve giderek yok olması, toplumsal düzenin yozlaşması, toplumun yok olması anlamına gelmektedir. Tarihin her devrinde bu tür yok olma örnekleri karşımıza çıkmakta ve yine tarihin her devrinde kendi öz kültürlerini koruyan toplulukların bazı medeniyetlerin hâkimiyetlerine girseler de yüz yıllar sonra bile tekrar bağımsızlıklarını kazandıkları görülmektedir. (ŞAHİN, 2011:245).
Kültür temelinde bakıldığında;
Kültür mirası, insanlığın ortak mirasıdır. Her millet hatta her uygarlık dil, kültür, tarih mirasıyla dünyada yerini alır. Bireylerin kökleşmesi ve toplumsallaşması, bu mirasın içinde gerçekleşir. Kültür mirasları geçmişin tanıklarıdır, bu yönleriyle geleceğin şekillenmesinde etkendir. Halk kültürü ürünleri halk arasında mayalandığı için, halkın kültür yapısını ve dokusunu ortaya koyar. Halk kültürü toplumsal yaşamda birlikteliği pekiştirici, dayanışmayı arttırıcı özelliklerini sürdürerek bir işlev üslenir, halkın kendi kültürüyle yabancılaşmasını önler. (Günay.1999:24:).
Mehmet Eröz, bireyin kişiliğini kazanmasında, halkın milli şahsiyetini kazanarak millet haline gelmesinde kültürün rolü büyük, “Diliyle, diniyle, sanatıyla, yazılı ve sözlü edebiyatıyla, gelenek ve görenekleriyle kültür, binlerce yılın oluşturduğu tarihi ve içtimai bir bütündür” der. (Eröz, 1997: 46).
Dünyada yaşanan dünyanın küçük bir köy haline gelmesi “Küreselleşme” süreci; gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerin sadece siyasal yapılarını etkilememekte, aynı zamanda kültürel yapılarını da tahrip etmektedir. Kültür temelinde yaşanan bozulma, bu yapıda yaşanan tahribat, “kültür temelinde yozlaşma” ile başlar. Yozlaşma arttıkça, sahip olunan kültür kendine has olan özelliklerini kaybetmekte ve savunmasız bir duruma düşmektedir. Bu sürecin ileriki boyutu kültür temelinde yaşan çözülme, yabancılaşma ve var olan kültürün hakim özelliklerinin tamamen yok olması olacaktır. Toplumların kültür temelinde yer alan değerlerini kaybetmesi, kültürün hakim özelliklerinin tamamen yok olması, toplumun da kaybolması demektir.
Bugün yaşadığımız sosyal çözülmenin arkasında yatan gerçek de eğitim sürecinde (örgün ve yaygın eğitim) okul öncesinden, ilk-orta-lise ve yükseköğrenim ile hayat boyu eğitim faaliyetlerimiz yanı sıra toplumsal eğitimde etkililiği tartışılma olan medyanın ortak hedefe dönük etkili kullanılamayışı veya medyaya egemen olan küresel güçlerin/aktörlerin daha etkili olan faaliyetleri karşısında etkisizleşen eğitim sürecimizin açmazlarıdır.
Yaşadığımız kültür temelindeki yozlaşma, şehrin ötesinde varoşlardaki, köylerimizdeki evlerimizin damlarımızda, çatılarımızda yer alan uydu çanakları tesiri altında görülmeyen bir elin etkili yönlendirmesi hız kazanırken, yaşadığımız sosyal çözülme, toplumsal çatışmayı derinleştirmekte…
Yaşanan ağır sosyal çözülmeye ve toplumsal çatışmaya son verilmesi, milletin bağımsızlığı, devletin bekası açısından son derece önemlidir.
Söylemde kalan, “Milli Birlik Beraberlik” ifadelerinin sloganlaşmasının yetmediği, yarın için de yetmeyeceği unutulmamalıdır…
Cumhurbaşkanımızın bir konuşmasında; “Eğitim, okuyan, araştıran, geleceğe dair hedefleri ve iddiaları olan bir nesle sahip olmanın yegane yoludur. Ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne taşıyacak, 2023 hedefleri ile 2053 ve 2071 vizyonuyla buluşturacak olan temel unsur da yine eğitimdir.” Tespitleri vizyonumuz olmalı derken,
23 Ekim 2018 tarihinde 2023 Vizyon sürecimiz ile ilgili konuşmasında; “Çocuklarımızı, zihinlerini bilgiyle doldurarak, diploma sahibi yapmanın peşinde koşarken, onların gönül dünyalarını doyurmayı ihmal ettik…” dediği ve böyle olduğu için diplomaların hep yetersiz kaldığını vurguladığı değerlendirmelerinde; “Çocuklarımızı iyi bir talimle hayata hazırlamak için imkanlarımızı seferber ederken, onların terbiyesini eksik bırakmakla ne büyük hata yaptığımızı attığımız her adımda daha iyi anlıyoruz.” Cümleleri süreçteki eksikliklerimizi, büyük bir samimiyetle ifade etmişti.
Tartışmasız kabul edilen “2023, 2053 ve 2071 Hedeflerimizi”, vizyonumuz olarak, içtenlikli kabul etmek yetmez… Bu süreçte handikaplarımızı, bilerek veya bilmeyerek yaptığımız hatalarımızı da kabullenerek, yarına dönük olası sorunlara karşı çözüm ekseninde bakarak, ciddi bir öz değerlendirme ile başlamanın anlamlı olacağını düşünüyoruz…
Salgın şartlarının kısmi veya tam kapanmayı gerektirecek olumsuzluklar dahilinde yaşanan, uzaktan eğitim sürecindeki kontrolsüzlüğün;
Ekran/dijital bağımlılığı tetiklemesi,
Çocukların teknolojik cihazları uygun olmayan süre, sıklık ve farklı duruş pozisyonlarında kullanmalarının, çocukların fiziki gelişimleri açısından ; (kas-iskelet sistemlerinde, göz sağlığı ile ilgili sorunlar gibi doğabilecek problemler), fiziksel hareketsizlik, obezite ve uyku kalitesinde yetersizlik gibi sağlık riskleri yanında asıl büyük tahribatın eğitim sürecinde değerlerin aktarımızda/ kazandırılmasında yaşandığıdır..,
Değer eksenli hedef ve kazanımların kazandırılması yönünde, yüz yüze eğitimde yaşanan hataların, uzaktan eğitim sürecinde daha ağır probleme dönüştüğünün de gözden kaçırıldığını düşünüyoruz.
Değerler eğitiminde; “Değerlerin Modellenerek Öğrenilebileceği” gerçeğinin, uzaktan eğitim sürecindeki kontrolsüzlük ve yetersizlikler nedeniyle, önceliklerimiz içerisinde yer almadığı gibi, bu eğitimin nasıl sağlanabileceği yönünde akademik araştırma ve bu yönde eğitim iş gören eğitimlerinin de ihmal edildiği bir başka handikabımız olduğunu düşünüyoruz.
Günay’ın (1999) vurguladığı üzere; Halk kültürü, toplumsal yaşamda birlikteliği pekiştirici, dayanışmayı arttırıcı özelliklerini sürdürerek bir işlev üslenir, halkın kendi kültürüyle yabancılaşmasını önleyici olduğu göz önünde bulundurularak, bu alana dönük çalışmalar önemsenmelidir.
Muhammed İkbal’ın da söylediği gibi; “Harekette birlik olmazsa, fikirdeki birlik faydasızdır.” Bu açıdan, örgün ve yaygın eğitim kurumlarının yanı sıra toplumsal eğitim açısından tesiri tartışılmaz olan yerel ve ulusal ölçekte yayın yapan medyanın sosyal sorumluluk içerisinde ortak milli ve manevi hedeflere yönelik faaliyetlerinde programların sarmallık ilkesi göz önünde bulundurularak daha duyarlı ve olası hatalardan arındırılmış olması sağlanmalıdır.
Bu faaliyetlerin verimliliği için; Milli Eğitim Bakanlığına bağlı faaliyet gösteren devlet ve özel okullar başta olmak üzere, çocuklarımızın eğitimi yanı sıra, hayat boyu eğitim ekseninde, toplumun her katmanına hitaben, resmi, özel kurum ve kuruluşlar yanı sıra STK başlığı altında yer alan her tür sivi toplum kuruluşları başkanlarının, temsilcilerinin, toplum kanaat önderlerinin, milli ve manevi değerler odağında birlik ve beraberliği sağlanarak, kültürel zenginliğimizin tabii değişim sürecindeki doğal tekamülü dışında yaşanan her tür yozlaşmalara karşı toplumsal refleksin yerleşmesine katkı sağlamalıdır.
Toplumsal yapımızın, yaşanan kültürel yozlaşmalara karşı mukavemet edebilme yeterliğine kavuşması yönünde faal olmalarını temin, tesis ve devamının sağlanması önemlidir. Bunun gerçekleştirilmesi yönünde stratejik çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
——————