Yılma DURAK
Arap Baharını, Türkiye’nin yakın komşuları ile olan münasebetlerini ve Türkiye’nin dış politikadaki yanlışlarını tartışmayı deneyeceğim; ümit ediyorum ki yaptığımız bu analizler, ilgilileri daha doğru düşünmeye sevk eder…
Suriye’deki bugünkü iktidarın sahipleri olan Nusayriler, Suriye’nin en fakir, en eğitimsiz ve azınlıkta olan etnik bir topluluğu iken; Suriye’ye hâkim olabilmeleri için Fransız işgal gücüne öncülük ve uşaklık etmişlerdir. Böylelikle Fransızlar da Nusayrilerin bu hizmetine karşılık, orduya hâkim olmalarını ve ticarette başarılı olmalarını sağlamış; eğitimli bir topluluk haline gelmeleri için onlara yardım etmişlerdir. Hafız Esad iktidarı ele geçirdikten sonra “İhvan-ı Müslimin” yani Müslüman kardeşlerin Suriye’deki hâkim yapılarına son vermişlerdir. Müslüman kardeşler Suriye ordusundan, Suriye istihbarat teşkilatından uzaklaştırılmış ve Suriye’deki ticari hayatları sona erdirilmiştir. Bunun sonucunda azınlıkta olan Nusayriler Hafız Esad iktidarıyla mutlak bir güç haline gelmişlerdir. Müslüman kardeşler büyük bir katliama uğramışlardır. Hama ve Humus neredeyse topyekûn yok edilmiş, 25.000 kişi yaşlı, ihtiyar, çoluk-çocuk demeden katledilmişlerdir. Bugün Beşar Esad yapılan bu zulümlerden dolayı, istese bile iktidarı bırakamaz; kendisine yapılan demokratik çağrılara cevap veremez. Öncelikle buna Suriye istihbarat teşkilatının başındaki kardeşi müsaade etmez. Ayrıca hiçbir Nusayri elde ettikleri bugünkü iktidarlarını terk edemez. Yani Suriye’deki sona ermesi güç gözüken bu iç savaşın adı aslında “Egemenlik Mücadelesi”dir.
Dış politika uzmanlarımız bu tarihi gerçeği maalesef iyi analiz edememişlerdir. Hâlbuki Beşar Esad ile Türkiye hükümetinin ilk münasebetlerinde, Suriye neredeyse Türkiye’ye her bakımdan teslim olmuş görünüyordu. Hatta ortak kabine toplantıları, ortak askeri eğitimler, ortak ticari projeler uygulanmaya başlanmıştı. Bu dönem içinde Türk hükümeti, bugün gelinen Suriye gerçeğinden habersiz mi idi ki; o gün İhvan-ı Müslimin ile Nusayri arasındaki münasebete köprü olmayı ya da iki topluluk arasında barışı sağlamayı düşünememiştir. Peki, niçin düşünememiştir? Acaba orta doğuda Şia nüfusunu kırmak için Amerika’nın teklif ettiği Sünnicilik programını uygulamayı mı uygun görmüştür? Ayrıca Amerika’nın amaçlarından biri olan İran’ın bölgesel güç olmasını engellemek için mi Amerika’nın dediğini yapmaktadır? Arap baharının arka bahçesinde oynanan Siyonist Amerikan kokuşmuşluğunu artık hükümet ve dış politika planlayıcıları fark etmelidir. Bilinmelidir ki Suriye’ye her hangi askeri bir müdahale yapılmadıkça Nusayri iktidarına son vermek mümkün olmayacaktır. Ne yazık ki adım adım Türkiye, bu sonu meçhul ve karanlık koridora sokulmak üzeredir. Amerika, bazı olayları büyüterek uluslar arası servisler aracılığı ile güya Suriye’deki kanın dökülmemesi ve demokrasinin yerleşmesi bahanesini kullanarak, Türkiye’nin Suriye’yi işgal etmesi için sanal gerekçeler hazırlamaktadır.
Ayrıca köşeye sıkışan Beşar Esad, Kürtleri Türkiye’ye karşı tahrik ederek, provokatif olaylara zemin hazırlamaktadır. Türkiye’nin güneyinde yeni bir “Kandil trajedisi” felaketi daha oluşturulmak istenmektedir. %6 nüfus oranı ile Suriyeli Kürtler, İran’da, Irak’da, Türkiye’de yaşayan Kürtlerden daha entelektüel yapıya sahiptirler. Avrupa’da yayınlanan birçok dergi ve gazeteyi çıkararak uluslar arası platformlarda ciddi bir temsil gücüne ulaşmışlardır. Maalesef uyuyan bu yılan uyandırılarak, büyük Kürdistan’ın noksan kalan parçası böylece tamamlanmak istenmektedir. 50 ya da 100 yılda bugünkü konumuna ancak ulaşması mümkün olan PKK, 8 yıl içerisinde bağımsız devlet iddiası ile ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Suriye’deki Kürtlerin bu sürece dâhil olması ile tehdit, olağan üstü konumuna ulaştırılmıştır.
Hükümetin dış politikada uzun ve kısa zamanlı uygulamalarında komşuları ile “sıfır sorun” iddiası maalesef iflas etmiştir. Ortadoğu politikalarının tanziminde Amerika İngilizlerin, Türkiye de maalesef Amerika’nın taşeronluğunu yapmaktadır.
Not: Bir sonraki konu başlığımız “Arap Baharı ve Mısır” olacaktır.