Anadolululuk Üzerine İki Söz

Anadolulu, Anadolu insanı, Anadolu halkı gibi sözler asırlarca taşrada, İstanbul’un dışında yaşayan, tımar düzeneğine bağlı bir şekilde, ekinlerin baş vermesi, oğlunun mürüvveti gibi gündelik telâşeler dışında önce Allah’ına sonra devlet-i âliyesine ve hakanına kulluk etmekten başka kaygısı olmayan, değişik zamanların seyyahları tarafından ilgiyle incelenen ve övgülerle kaleme alınan, yalnızca Anadolu’da değil, önceleri Allah’ın adını yaymak adına, sonraları Türk yurtlarını, o hanının hizmetkârı olduğu Kabe’yi korumak adına ebabil kuşluğu görevini herkesten önce kendi omuzlarına yüklemekten huşu duyan, yani kanını bu kutsal değerler için dökmekten hiçbir zaman çekinmeyen, Arapçadan Farsçadan habersiz, Divan Edebiyatı dâhilinde gazeller mesneviler yaz(a)mayan; ancak Yahya Kemal’in de deyişiyle ağzında annesinin sütü gibi olan Türkçesiyle nice koşmalar yazan, destanlar anlata gelen, fetih yönü çoğu zaman Batı olmuş olan ancak doğduğu Doğu’yu, Altaylar’ı hiç unutmayan, içinde bir yerlerde hep o diyardan bir şeyler taşıyan Müslüman Türk insanını anlatmak için kullanılagelmiştir. Anadoluluk kavramı Dadaloğlu için, Yunus Emre için kullanılmıştır, Kabe-i Muazzama’yı küffardan muhafazaya yola düşen, saçında kınasıyla Çanakkale’de aslanlaşan Mehmetçik için kullanılmıştır. Zaten sözü edilen Anadolu insanına övgüler düzen o “Comte’lar, Pierre La Fayette’ler, Misemer’ler, Piere Loti’ler de Türk’ün samimi sanatına, alçak gönüllü gösterişsiz ahlakına, derin ve bağnaz olmayan dindarlığına, fakir ama mutlu hayatına hayrandılar.’’(1) Bu adın kime verildiğine şöyle bir göz atıldığında içerdiği derin mana gözler önüne serilebilir. Anadolu insanını anlatmada kısa bir edebiyattan sonra denebilir ki; onu anlatan Anadoluluk da, saray çevresindeki aydınların dışında kalan, köylüsüyle kentlisiyle halis Türk insanını anlatmak için kullanılan masumane bir kavramdı.
Ancak çoğu temiz sathın başına gelen, bu manalı yakıştırmanın, bu derin adlandırmanın da başına gelmiştir. O göz alıcı beyazlıktaki yakayı kirli ellerin ilk tutuşu cumhuriyetin ilk yıllarında olmuştur. Sırf küffar elinde kirlenmemek için nice fedakârlığın mimarı o tertemiz Anadolu insanı, yurdunu, ırzını küffara çiğnetmemiştir; ancak o tertemiz adının lekelenmesini önleyememiştir. Sözü geçen o kirli eller, Sovyetlerin baskısıyla gözlerini, kulaklarını, yüreklerini, uslarını, kısacası tüm maddi manevi duyularını Anadolu coğrafyası dışında yaşayan, ancak bu coğrafyadaki insanlarla ağzının tadına kadar aynı olan Türklere kapayan, o dönem küffar hükmünde inleyen tüm tutsak Türk ellerini görmemeyi, duymamayı maharet bilen Anadoluculuk hareketi mensuplarına aittir. Bugün üzerine hala kültür tarihi kitabı yazılmakta güçlük çekilen Kafesoğlu’nun Türk Milli Kültürü adlı eşsiz eserinde kültürü oluşturan etmenlerden soyun büyük etkisi inkâr olunamamıştır. (2) Türkiye’de olsun Avrupa’da olsun bu ve benzeri ilmi yayınlarla ve milletimizin konuyu özetleyen atasözleriyle (3) sabit olunan bu gerçeğe rağmen onlar Anadolu’daki Türklüğün o şanını coğrafyanın ürünü olarak görme gafletine düştüklerinden, o şanın kendilerine atalarından genleri ve öğretileri yoluyla miras kaldığından habersizdiler. Belki de değildiler, onlar da çok iyi biliyorlardı; ancak kuzeydeki o kocaman komşuya karşı duyulan acizlik hissi tüm ilmi unutturuyordu. Edebiyatta hayli etkin olan şahıslar, Anadoluculuk hareketi ile Anadolu insanının, yani yukarıda kimi özelliklerini zikre çalışılan o muhterem insanın varlığını bir yarım ada ile sınırlandırmış ve Anadoluculuk adı altında o masum Anadolu insanına karşı büyük bir hadsizlik ve haksızlık akımı başlatmıştı. Bunlardan çok iyi niyetli olduklarını düşündüklerimiz büyük şehirler dışında yaşayan Anadolu Türkünün sorunlarını, arzularını, hayallerini, kısacası varlıklarını başkente, siyasi mercilere, halktan tümüyle kopmuş ancak kırtasiye dilinden kopamamış aydınlara anlatma, tanıtma gibi çok mühim ve hayırlı bir işe imza atmışlardır. Ancak bu bir büyük ailenin bu yarımadada yaşayan ferdini diğerlerinden kopararak öksüz bırakmaya çalışmak gibi bir günahı bağışlatmaya yeter mi? Orası Allah’ın iradesine kalmış denilip geçilebilir; ancak bu akımın Anadolu insanının fikriyatında açtığı derin yaraların ağırlığı göz ardı edilecek, bakıp geçilecek cinsten değildir. Anadoluculuk fikri bu yetimleştirme çabasıyla da kalmamış Türk milletinin bir mozaik olduğu gibi iptidai bir görüşü de benimsemişti. “Prof. Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı hacimli çalışması ve Köymen’in Selçuklu dönemi çalışmaları sayesinde Türk Milleti’nin Anadolu’da bir kaynaşmayla ortaya çıktığı tezi çabuk çürümüştü. Anadoluculuk yine de kulaklarda “mozaik” kelimesini bırakacak kadar etkili olmayı başardı. Halbuki Bizans mozaiğinin üzerine 1071’den sonra serilmiş bir Türk halısından söz etmek Sümer’e göre daha bilimseldi.”(4) Bu dönem Anadoluculuk akımının milliyet hissiyle örüldüğü gibi bir his uyanacak olsa bile onların genel çizgileri milliyet fikrini ikinci plana atmak suretiyle yalnızca Edirne’den Kars’a kadar gördükleri Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını korumak olduğundan ve T.C. sınırlarına böylesine bir odaklanma diğer Türk yurtlarını ve topluluklarını adeta görmezden gelmek gibi bir sonuç doğurduğundan bu akımın temel zihniyeti Türk milletini ve Türk yurtlarını bir bütün olarak gören Türk milliyetçiliğinden uzak kalmıştır. O dönem, Anadolu insanının, Anadolu Türkü’nün taraftarlığını yapmak gibi bir iddia taşıyan Anadoluculuk adlı akımın karşısında, bir boyu kardeşlerinden ayırarak dünya denen milletlerin çarpışma sahasında yalnızlığa itmenin o boy ve o millet için bir cinayet olacağını anlayan Türk milliyetçileri durmuşlar, yayınlarıyla Anadolu insanının yani Türk milletinin zihninde açılan yaralara merhem olma gayretini göstermişlerdir. Türk milliyetçilerinin bu zararlı akım karşısındaki kutsal fikri mücadelesini tüm ayrıntılarıyla ele almak, bu mücadelenin tüm neferlerini ve hizmetlerini anmak, anlatmak, tanıtmak, her vatandaşın vefa borcudur. Ancak konunun akışı gereği bunlara derinlemesine girilemeyeceğinden başka yazılara bırakmak makul olacaktır.
Sonuç olarak, temiz Anadolu insanı, yani Türk milletinin Anadolu’da yaşayan saray dışı kesimi, yurt dışından gelen siyasi baskılar neticesinde kardeşlerinden koparılmak ve böylece uzun vadede güçsüzleştirilmek gibi bir haksızlığa uğramış, bu haksızlığı yapanların hareketlerine Anadoluculuk adını vermeleri, o hayal ettikleri öksüz topluma Anadolu halkı demeleri ve Anadolu insanını Türk milletinin Anadolu’da sıkışıp kalmış bir parçası olarak göstermeleri nedeniyle Anadolu adı, Anadolu insanı, Anadolululuk gibi kavramlar kirletilmiştir. Bu Anadolu insanına layık görülen işbu mütevazı ada karşı yapılan ilk kasıt olmuştur. Artık Anadolu insanı dendiğinde akıllara Türk milletinin giriş kısmında bir iki naçizane özelliğinden bahsolunan bölümünün dışında başka yanlış düşünceler de geldiğinden eskisi kadar temiz görülememektedir.
Anadolu insanı kavramının ikinci kez açıktan açığa kirletilme girişiminin başlangıcı ise şu son yıllarda daha yoğun biçimde görülebilir. Bugünkü girişim, bir öncekinden çok daha tehlikelidir; çünkü ilk girişimde Türk milletinin değişik coğrafyadaki parçalarını birbirlerinden ayrı görmek gibi bir sapkınlığa düşülmüşken bugünkünde bununla da kalınmamış Türk milletinin yalnızca Anadolu coğrafyasında yaşayan kısmının birliğine ve bütünlüğüne de kast edilmiştir. Şöyle ki Atsız’ın Türklük tanımında olduğu gibi Türk soyundan gelenlerle, en az onlar kadar Türkleşmiş ve bilinçaltında başka ırkların varlığını bulundurmayan,(5) bir başka deyiş olan Atatürk’ün tanımına göre kendisini tümüyle Türk milletinin mensubu hissedebilen insanların oluşturduğu milletin adı hem anayasamızda hem de milletimizin huzurunda Türk olarak konmuştur. Ancak Anadolu’da yaşayan ve zaten Türk denen bir kimliği bulunan Türk milletinin mahalli, mezhebi vb. farklılıkları ön plana çıkarılmak suretiyle sözünü ettiğimiz kimliği ortadan kaldırmak için bugün Anadolulu terimi kullanılmaya başlanmış durumdadır. Tarihi, jeopolitik, sosyolojik hadiseler sonucunda vücut bulmuş olan Türk milletini mahalli, mezhebi farklılıkları doğrultusunda ayırmak, milletimizin unsurlarına sen Alevisin, sen Sünnisin, seninki Trakya ağzı, seninki Karadeniz ağzı şeklindeki telkinlerle de olmayan kimlikler üretmek ve bunları demokrasi adı altında yapmak hevesindeki çevreler Türk milli kimliğini bunlar gibi onlarca parçaya ayırdıklarında tüm bu parçaların topyekûn Anadolu insanı olarak adlandırılacağını savunmakla tarihte bu masumane ada ikinci darbeyi vurmuş oluyorlar. Yani bugün Türk milletinin Anadolu’da yaşayan kısmı için zaten doğal olarak var olan Türk milleti, Türk insanı gibi adlar yerine Anadolu halkı, Anadolulu, Anadolu insanı gibi adlarla hitap etmek Anadolu insanının milli kimliği olan Türk kimliğini ağza almaktan çekinmenin bir tezahürü olarak görünmektedir. Türk milletinin birliğine ve bütünlüğüne kast etmiş zihniyet, kafatası ölçüleri ne olursa olsun kendisini bu milletin evladı olarak gören, Türk hisseden, Türk yaşayan, bilinçaltında yabancı ırkların sempatisi bulunmayan yani kısaca “Ne mutu Türküm diyene!” diyebilen insanlarımızı mahallelerine, mezheplerine göre ayırdığında, onlara farklı farklı adlar, kimlikler verdiğinde kendisine Türk denecek kimseler mezheplerini kimlik haline getirme gafletine düşebileceklerinden bunları topyekûn Anadolu halkı olarak adlandırmayı makul görmektedir. Zaten bu milletin bir ferdi olmayı benimsemiş olanların adı olan Türklüğü hafızalardan silmek için (ki zaten anayasadan Türklüğün silineceği hükümet sözcüsü bir siyasi tarafından itiraf edilmiştir) Türk milli kimliğine alternatif olarak Anadoluluk kimliği sunulmakta ve böylece yazının en başında sözünü ettiğimiz o saygıdeğer Anadolu insanına yani tekrar vurguluyorum Türk milletinin Anadolu’da yaşayan kısmına tarihin ikinci büyük haksızlığı yapılarak Anadolu adı, Anadoluluk kavramı bir kez daha kirletilmektedir. Bu girişimin, bu kirletme hareketinin nedenlerini göstermek, bunun bir kirletme etkinliği olduğuna muhalif görüşleri bir bir yanıtlandırmak büyük ölçüde gündelik siyasete gireceğinden, takdiri gündemi takip edenlere bırakmak gerekir.
Görülen o ki; Anadoluluk kavramı önceleri Türk milletinin diğer coğrafyalarda yaşayan kısımlarından koparılması için, ikinci olarak da milletimizin bu coğrafyadaki kısmını onlarca parçaya ayırabilmeye psikolojik ve sosyolojik zemin hazırlanması için kullanılarak fazlasıyla kirletilmiştir. Yani Anadolulu dendiğinde önceleri yazının başında anlattığımız görüntü göz önüne gelirken siyasete bulaşmış eller tarafından önce bir öksüz millet, sonra da bir ırklar karması, bir mozaik şeklinde görülmeye başlanmıştır. Türk milleti, kültürü ve onun en önemli unsuru olan Türk Dili tertemiz bir kavramını gündelik siyasete kurban vermiştir.

Dipnot:
1) Ziya GÖKALP, Türkçülüğün Esasları, sf:36, Kitapzamanı Yayınları, 2008, İstanbul
2) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, sf:26, Ötüken Yayınları, 2007, İstanbul
3) Prof. Dr. Doğan AKSAN, Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri, sf:162,163  Bilgi Yay. 2007, İstanbul
4) Şükrü ALNIAÇIK, Majestenin Borazanları, Haberiniz Olsun, 27.08.2010, Cuma
5) H.Nihal ATSIZ, Makaleler 1, sf:27, İrfan yayınevi, 1997, İstanbul
Sayfayı yazdır

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!