“Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evlâdı evde durmaz, giderim…” (Cenge Giderken, Mehmet Emin Yurdakul)
Ah Şairim ah! Bak gör, ne hallerdeyiz? Türk’üm demekten utananlar var. Biz bu hallere düşecek adam mıydık? Millet kavramının ne anlama geldiğini unutturmak isteyenler var. Birlik, beraberliğimizi bozmak isteyenler var. Ay Yıldızımıza leke sürmek isteyenler var.
Atsız Atam, “Türk Ülküsü” kitabının girişinde: “Dünya bir çarpışma alanıdır.” cümlesiyle ülküsünü anlatmaya başlar. İlk okuduğumda bu cümlenin anlam ve önemini kavrayamamıştım. Ama şimdi yaşadıklarım, gördüklerim ve duyduklarım gösteriyor ki bu dünya öyle bir yer ki sürekli ülkümüz uğruna savaşmak zorundayız. Ha, bundan ülkümden yorulduğum ya da pes edeceğim anlaşılmasın; lakin beni üzen yıllardır kardeş gördüklerimizin sırtımızdan hançer saplamaları. Ya da bizden görünenlerin yavaş yavaş bizi zehirlemeleri…
Birkaç gündür o kadar sinirliyim ki bu yazıyı yazmak için kendimi sakinleştirmek zorunda kaldım.
Şöyle hayatıma dönüp baktım.
Çevremdekileri dinledim.
Medyayı takip ettim.
Öğrencilerimle sohbet ettim.
Olmadı, müzik dinledim.
Olmadı, kitap okudum.
Olmadı, dizileri takip ettim.
Şunu gördüm ki bize bir şeyler olmuş. Yahu, bu millete ne oldu böyle? İçlerine ne kaçmış da sus pus oturuyorlar. Bize resmen hakaret ediliyor, bizi susturmaya çalışıyorlar, bizi bizlikten çıkarmaya çalışıyorlar; ama kimseden çıt yok.
Yıllar önce böyle bir şey olacaktı, yer yerinden oynardı. Bütün millet şahlanırdı. Ama şimdi…
Ağlayacağım ya, neden böyle olduk?
Çok mu zor, Birilerine: “Yeter artık!” diyebilmek bu kadar mı zor?
Damarlarımızda akan kandan utanmak değil midir bu? Neden biz utanıyoruz. TÜRK’üm demekten çekiniyoruz. Burası TÜRKİYE, burası TÜRKLERİNDİR, diyemiyoruz.
Hepinizin bildiği gibi geçtiğimiz günlerde bazı şahıslar Karadeniz’e gitti. Sinop’ta nasiplerini aldılar. Oradan Samsun’a geçmeyi denediler. Samsun da: “Samsun’a bir tek kişi çıktı, o da Mustafa Kemal Atatürk.” dedi.
HELAL OLSUN KARADENİZ!
Evet, bir şahlanış başladı, dedim. İşte beklenen an geldi. Artık birileri susacak, biz konuşacağız, dedim. Ama onunla kaldı. Yine büyük bir sessizlik çöktü.
Derken, yıllardır benim memleketimin milli formasını taşıyan birinden bir hadsizlik geldi.
Hakan Şükür: “Ben aslında Türk değilim.”
Ben nerelere gideyim şimdi, kimlere bağırıp çağırayım. Vurdum yumruklarımı duvara. Duvar belki beni anlar diye. Yahu TÜRK değilsen, zorla sana o formayı giydirtmedik ya.
Sene 2002’de: “Türk olmaktan gurur duyuyorum.” diyen kimdi? Sana zorla mı söylettiler bu sözleri.
Yok kardeşim, parayı bulan kendini kaybediyor. Ben bunu anladım. Annemin bir duası var, şimdi daha iyi anlıyorum bunun anlamını: “Allah’ım az verip şaşırtma, çok verip taşırtma!”
Ee, ne olacak bizim sonumuz? Bu millet neyi bekliyor? Birini bekliyorsanız, ben can-ı gönülden hazırım. Yeter ki bu olanlara DUR, diyelim.
Ve Allah’a Şükür ki Türk’üm, diyelim.