Davutoğlu, sokaklar savaş alanına çevrilmeden bir gün önce HDP’lileri kabul eder. Onlara şu soruyu sorar: “Biz bu adımları atarız, peki yol kesmeler adam kaçırmalar, vergi toplamaları, şehir dışında çadırlarda yargılamaları bitirip kamu düzenine aykırı işler yapmamanın garantisini veriyor musunuz?” diye sorar.
Bu sözleriyle, yol kesen eşkıyaya, adam kaçıran çeteye, vergi toplayan haine, yargı yapan hayduta karşı TC Başbakanı Davutoğlu, HDP’den garanti ister.
Sokakları yakma/yıkma talimatı veren HDP unsurları da Davutoğlu’na “15 Ekim’e kadar Türkiye’de illegal tek bir faaliyet kalmayacak, iki hafta içinde değişimi göreceksiniz” garantisi veriyor. Türkiye’nin geldiği yer burasıdır.
Devlet olarak atılacak adımlar karşısında kamu düzenini bozan haramilerin bu yasa dışı işleri bitirmelerinin garantisini HDP’den istemek nasıl bir zihniyettir? Kamu düzenini, bu düzeni bozanlarca sağlanmasını istemek nasıl bir mantıktır?
Bu durumda HDP istediği zaman kamu düzenini sağlayan istediğinde ise kamu düzenini bozan bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. Bu yapının Davutoğlu ve hükümeti tarafından meşru görülmesi ilginçtir.
Davutoğlu’nun bu tutumu şu anlama gelmektedir: Türkiye’nin kamu düzeni, HDP’ye ya da organik uzantısı olan KCK/Öcalan gibi unsurlara bağlıdır. AKP hükümeti, İmralı’nın taleplerini yerine getirme karşılığında O da kamu düzenini garanti ediyor. Bu durum Türkiye’de kamu düzeninin HDP ve KCK unsurlarının rehinesi haline geldiğinin kanıtıdır.
Nitekim HDP’liler karşılarında aciz, yetersiz ve iradesiz bir başbakan görünce sokakları savaş alanına çevirmek konusunda daha cüretkâr davrandılar. Davutoğlu ile görüşen HDP, haramileri durdurmak bir yana taraftarlarını şöyle sokağa çağırdılar. HDP’nin 7 Ekim’de yaptığı yazılı “acil eylem çağrısı” şöyledir: “Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı bütün halkımızı sokağa çağırıyoruz…7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyor. Bundan böyle her yer Kobani’dir”.
Bu çağrı üzerine apartmandan insanlar atılır, kafaları ezilir, üzerinden araçlarla geçirilir. Ambülanslar, okullar, işyerleri yakılır. Kısacası HDP’nin “her yer Kobani’ye çevrilsin!” talimatı harfiyen yerine getirilir. Sokaklar kan gölüne çevrildikten sonra Başbakan Davutoğlu, şunları söyleyecektir: “Yol haritası belli, HDP’liler de her şeyden haberdardı. Buna rağmen ‘çözüm sürecini bozarım‘ diye şantaj yaptılar. Bize şantaj sökmez. Çözüm sürecini sadece biz mi istiyoruz?”
Davutoğlu, olan bitenden sonra nihayet HDP’lilerin “samimiyetleri konusunda” kuşku duyduğunu söylüyor. Bu Türkiye’yi yöneten bir Başbakan algısıdır.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise Öcalan/KCK/HDP üçlüsünün izlediği siyasetle ilgili olarak ve özellikle HDP’yi kast ederek şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Ortalığı yakıp, yıktılar, bir sürü insan hayatını kaybetti, ‘Çıkmaz sokağa girdik ve orada tosladık. Buradan nasıl geri döneceğiz? Toplumsal çok ciddi bir tepki var’… İşte Cumhurbaşkanlığı sürecinde bir sempati oluşturdular, yüzde 10 oy aldılar, onu da kaybettiler. Buradan çıkmak için bir yol arıyorlardı, Öcalan bunlara bir mektup gönderdi, ortalıkta debelenenlere bir ip atar gibi, oradan şimdi ‘U’ dönüşü yapmaya çalışıyorlar, ortaya mazeretler atıyorlar”.
Davutoğlu ve Akdoğan açıkça ‘ortalığı yakıp, yıkmakla’ itham ettikleri HDP hakkında gereğini yapma cesaretini kendinde bulamıyor. Sokakları Kobani’deki sokaklara çevirten HDP’ye yaptıklarının bedeli ödetmezse bundan sonra HDP’ye kimin mani olabileceğini de iyi düşünmeleri gerekir.
Davutoğlu Hükümeti, bu tahribatı yapanlardan hesap soracak, onları yasaların karşısına çıkaracak yerde, sokakları yakıp yıkanları muhatap alarak, onlarla “çözüm süreci” konuşuyor. Türkiye’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da olan biten konusunda da yalnızca susuyor.
Türkiye bu hıyanete karşı korumasızdır. Bu hıyanet, iktidarın ayağına da dolanmış durumdadır.