AKP Döneminde Türkiye – AB İlişkileri

AKP döneminde Türkiye-AB ilişkilerini daha iyi değerlendirebilmek için öncelikle AKP’nin  iktidar olduğu 2002 yılına kadar Türkiye-AB ilişkilerinin bir özetini sunmanın yararlı olacağı düşüncesindeyim. İşte 2002 yılına kadar Türkiye-AB ilişkilerinin özeti:
AB’nin kuruluşu 1957 yılına kadar gider. AB’nin kuruluş yıllarındaki adı “Avrupa Ekonomik Topluluğu”,  kısaltılmış adıyla “AET” dir. AET, 1957 tarihli Roma Antlaşması’yla kurulmuştur. Türkiye, Roma Antlaşması’nın imzalanmasından bir yıl sonra, topluluğa "ortak üyelik" başvurusunda bulunmuştur. 1963 yılında Türkiye ile AET arasında imzalanan Ankara Antlaşması, nihai hedef olarak Türkiye’nin tam üyeliğini öngörmüştür. 1973 yılında ortaklığın geçiş dönemindeki koşulları ve gümrük birliğinin çerçevesini oluşturan Katma Protokol imzalanmıştır. AET’nin adı daha sonra Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirilmiştir.
Türkiye 1987 yılında AB’ye tam üyelik için başvuruda bulunmuştur. 1997 yılına kadar AB’den tam üyelik başvurusu konusunda net bir cevap verilmemiştir. Türkiye, tam üyelik yolunda yararlı olacağı düşüncesiyle AB ile GÜMRÜK BİRLİĞİ ANTLAŞMASI’nı imzalamıştır.
AB, 1997 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tam üyelik sürecini başlatmasına rağmen Türkiye’nin başvurusunu reddetmiştir. 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi‘nde ise Türkiye, AB’ye aday ülke olarak kabul edilmiş, diğer aday ülkeler ile eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.
Türkiye’ye aday ülke statüsünün verilmesinden sonra yapılması gereken işlem AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlatılması idi. AB, tam üyelik müzakarelerinin başlatılmasında Türkiye’ye birçok zorluklar çıkartmıştır. AB’ye üye olan diğer ülkelere dayatılmayan birçok şart Türkiye’ye dayatılmıştır. AB’nin bu davranışı en azından çifte standarttır.
AB, tam üyelik müzakerelerine başlamak için diğer ülkelere önşart ileri sürmediği halde Türkiye’ye birçok önşart ileri sürmüştür. Bu önşartlardan bir kısmı idamın kaldırılması, Türkçe’den başka dillerde radyo ve televizyon yayınının serbest olması, Türkçe’den başka dillerin andadile olarak öğretimine izin verilmesi, azınlık vakıflarına taşınmaz mal edinme kolaylığı getirilmesi, derneklerin yurtiçi ve yurtdışı örgütlenmeleriyle, toplantı ve gösteri özgürlüğü önündeki bazı engellerin kaldırılması idi.
Yukarıda belirtilen önşartlar 2002 yılında oldukça güçlü bir şekilde seslendiriliyordu. Ancak, o sıralarda Başbakan ECEVİT’in rahatsızlığı bahane edilerek bir hükümet krizi çıkarılmıştı. DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti fiilen dağılmıştı. Bu nedenle Türkiye 2002 Kasım seçimlerine hazırlanıyordu, TBMM seçimler nedeniyle tatile girmişti. Siyasi partiler seçime hazırlanıyorlardı. AB’nin bastırmasıyla DSP ve ANAP başta olmak üzere MHP dışında Mecliste temsil edilen siyasi partiler AB’nin taleplerini yerine getirmek için TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdılar. TBMM, 1-2 Ağustos 2002 tarihlerinde yapılan olağanüstü toplantısında, 14 maddeden oluşan Avrupa Birliği Uyum Yasaları’nı kabul etti. Kabul edilen yasalara göre, savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar dışındaki tüm idam cezaları kaldırılarak müebbet hapse dönüştürüldü. Ayrıca, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de RTÜK denetiminde yayın yapılması, bu farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde özel kurslar açılması sağlandı, azınlık vakıflarına taşınmaz mal kolaylığı getirildi, derneklerin yurtiçi ve yurtdışı örgütlenmeleriyle, toplantı ve gösteri özgürlüğü önündeki bazı engeller de kaldırıldı. Yukarıda izah edilen Uyum Yasaları’na diğer partiler kabul oyu, sadece MHP red oyu verdi.
AKP’nin iktidara gelmesine kadar Türkiye-AB ilişkilerini özetledikten sonra AKP dönemindeki Türkiye-AB ilişkilerini incelemeye geçebiliriz. AKP döneminde Türkiye-AB ilişkileri özetle şöyle:
Hatırlanacağı üzere AKP’nin  iktidara geldiği 2002 seçimlerinde Tayyip ERDOĞAN milletvekili adaylığının önündeki anayasal engeller dolayısıyla milletvekili olamamış, daha sonra CHP’nin destek verdiği Anayasa değişikliğiyle önündeki engeller kaldırılmış ve yenilenen Siirt seçimleri ile 2003 yılında milletvekili olabilmişti. Tayyip ERDOĞAN milletvekili olmadığı için Başbakanlık görevine Abdullah GÜL getirilmişti.
Başbakan Abdullah GÜL olduğu halde Tayyip ERDOĞAN, Başbakan edasıyla AB’ye üye 15 ülkenin başkentlerine seri ziyaretler yaptı. (O sıralarda AB’nin üye sayısı 15 idi. ) Tayyip ERDOĞAN’ın bu ziyaretleri yapmaktaki iddiası AB’den tam üyelik müzakereleri için tarih almak idi. Bu kadar iddialı olunmasına rağmen AB müzakere tarihi vermedi. Müzakere tarihi verilmesi konusu 2004 yılına ertelendi.
AB, 17 Aralık 2004 tarihinde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karar verdi. Kararda 2005 Ekim ayında tarama sürecinin başlayacağı, daha sonra da müzakerelere başlanacağı belirtiliyordu.
AB’den tam üyelik müzakereleri için tarih alınması AKP ve  yandaşları tarafından bayram gibi kutlandı. Gelişmeleri bilmeyenler çıkarılan gürültüden sanki AB’ye tam üye olduğumuz sonucunu çıkarabilirlerdi. Halbuki, durum hiç de öyle değildi. Yapılan sadece tam üyelik müzakerelerine ne zaman başlanacağı konusunda bir tarih açıklanması idi.
AB’nin Türkiye ile başlatma kararı aldığı tam üyelik müzakereleri süreci aslında Türkiye lehine değil, aleyhine  özellikler taşıyordu. AB, Türkiye’ye daha önce tam üye olan diğer ülkelerden farklı davranmaya başlamıştı. Daha önce üye olan ülkelerden istenmeyen birçok talep Türkiye’den isteniyor, daha önce üye olan ülkelere uygulanmayan birçok şart Türkiye’ye uygulanmak isteniyordu. Türkiye’ye karşı yapılan faklı uygulamaları aşağıda şöyle özetleyebiliriz:
1- Daha önce üye olan ülkeler tam üyelik müzakerelerine başladıklarında tam üye olacakları kesin oluyor ve tam üyelik tarihi önceden belirleniyordu. AB, 17 Aralık 2004 kararı ile Türkiye ile yapılacak tam üyelik müzakerelerinin ucunun açık olduğunu ilan etti. Bunun anlamı “tam üyelik müzakerelerinin ne zaman biteceği belirli değildir ve müzakerelerin bitiminde Türkiye’nin tam üye olacağı da kesin değildir.” demektir. Buna göre, tam üyelik müzakereleri diğer ülkelere göre çok daha uzun sürebilir ve sonunda Türkiye’nin tam üyeliği kabul edilmeyebilir.
2- Müzakere sürecinde Türkiye’ye diğer aday ülkelere uygulanmayan farklı bir uygulama yoluna gidilmiştir. Şöyle ki diğer aday ülkelerle müzakerelere başlandığında bir kez “Hükümetlerarası Konferans” toplanmakta, daha sonra teknik görüşmeler Avrupa Komisyonu tarafından yürütülmektedir. Oysa Türkiye ile görüşmeler sırasında Hükümetlerarası Konferans her müzakere başlığı için ayrı ayrı toplanılacaktır. Bu aşamada AB üyesi her ülke Türkiye’nin görüşülen dosyanın gerçekleştirildiğine dair onay verecektir. Aksi takdirde görüşmeler kesilecektir. Bu süreç Türkiye’yi baskı altına almak ve şantaj uygulamak için dayatılmış özel bir uygulamadır.
3- Diğer aday ülkeler sadece 31 müzakere başlığı çerçevesinde müzakereleri yürütürken Türkiye için sayının 38’e kadar yükseltilecebileceği 17 Aralıkta açıklanmıştır. Bunun gerekçesi olarak Türkiye’nin çok büyük bir ülke olduğu ileri sürülmektedir.
4- Tam üyelik ruhuna kesinlikle aykırı olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının serbest dolaşım hakkına sürekli olarak kısıtlama getirilmiştir. Burada bir kelime oyunu yapılarak muğlak bir ifade ile “AB üyeleri gerekli gördüğü sürece” denilmiş, böylece kısıtlamanın daimi olduğu intibaı diplomatik bir makyaj yapılarak ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Öte yandan Birlik yurttaşları Türkiye’de serbest dolaşım hakkına sahip olacaklardır.
5- Türkiye’ye diğer aday ülkelere yapılan yapısal fonlar ile ilgili mali yardımlar yapılmayacaktır.
6- “Azınlıklar Meselesi” Türkiye’ye dayatılmakta, Türkiye’den bu konuda Lozan Anlaşması ve milli ve üniter devlet aleyhine tavizler vermesi istenmektedir.
7- Fransa kendi iç siyasi sorunlarından ötürü sözde “Ermeni Soykırımının” kabulünü şart koşmaktadır.
8- AB süreci ile hiçbir ilgisi olmayan Fener Rum Patrikhanesi’ne ekumenik statüsünün verilmesi ve Heybeli Ada Ruhban Okulu’nun açılmasını talep edilmektedir.
9- Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde AB’nin denetim talep etmesinin izah edilebilir bir tarafı yoktur. 2004 İlerleme Raporu’nda yer alan şu ifadeler endişe vericidir: “Su, önümüzdeki yıllarda giderek stratejik bir konu olacak ve Türkiye’nin AB üyesi olması sonucu, su kaynaklarıyla Dicle ve Fırat üzerindeki barajlar ile sulama tesislerinin uluslar arası yönetimi (sınırötesi suların İsrail ve onun komşusu olan ülkelerle) AB için çok önemli bir konu olacaktır.”
10- Ege Denizinde Yunanistan’ı tatmin edecek düzenlemeler yapılması istenmektedir.
11- AB, Türkiye’den Ermenistan ile ilişkilerini genel mahiyeti itibarı ile Türkiye’nin zararına olacak bir şekilde düzeltmesini talep etmektedir. Buna sözde Ermeni soykırımını kabul etmekte dahildir.
Tam üyelik müzakereleri başladıktan sonra yukarıda izah edildiği gibi müzakere başlıklarının sayısı 40’a yaklaştı.
2004 yılında Türkiye’ye müzakere tarihi verilmeden önce Kıbrıs Rum Kesimi, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye tam üye olmuştu. Rum Kesimi’nin tam üye olmasından sonra AB, Rum Kesimi’nin tanınması için Türkiye’ye baskı yapmaya başladı. Bu baskılar çerçevesinde Türkiye-AB ilişkilerini temellerinden sayılan Ankara Protokolü’nü Kıbrıs Rum Kesimi için de uygulanması talep edildi. AKP Hükümeti, AB’ye bunu uygulayacağına dair yazılı bir taahhütte bulundu. AB, bu çerçevede Türkiye’nin hava alanları ile limanlarının Kıbrıs Rum Kesimi gemi ve uçaklarına açılmasını talep ediyor. Hükümet, kamuoyunun tepkisinden çekindiğinden henüz bu talebi karşılamaya yanaşmıyor. Ancak, ortada yazılı bir taahhüt var. Bu taahhütümüzü geri aldığımızı açıklamazsak er veya geç bunu uygulamak durumundayız.
Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi’ne hava alanlarını ve limanlarını açmadığı için tam üyelik müzakere başlıklarından 8 tanesi askıya alındı. AB’nin açıklamalarına göre hava alanları ile limanlar Rum gemi ve uçaklarına açılmadan askıya alınan başlıkların müzakereye açılması mümkün değil. Yani, sözün kısası diğer engeller aşılsa bile Kıbrıs Rum Kesimi ikna edilmeden Türkiye’nin AB’ye tam üye olması kesinlikle mümkün değil.
AKP, iktidara gelmesinden sonra “AB’ye Uyum Paketleri” adı altında çok sayıda kanun değişikliğini TBMM’den geçirdi. Bu kanun değişikliklerinin çoğunluğu Türkiye’nin üniter ve ulus devlet yapısını bozacak özellikler taşıyor. Yapılan bu değişiklikler nedeniyle PKK ve uzantısı olan siyasi partiler oldukça mesafe kaydettiler. Televizyonlarda açıkça Türkiye’nin bölünmesinden söz edilir oldu. Yetkili kişilerden buna bir “DUR!” diyen yok.
Yukarıda yaptığımız açıklamaları özetleyecek olursak;
AKP döneminde Türkiye-AB ilişkileri kesinlikle Türkiye’nin yararına gelişmemiştir. Türkiye, AB’nin istediği her şeyi yapmış, karşılığında somut bir şey alamamıştır. Türkiye’nin tam üyeliği en azından Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesimi’nin ipoteği altındadır. Türkiye, AB’nin her istediğini yapsa bile tam üye olması garanti değildir. AB, Türkiye’nin büyük bir üye olduğunu bahane ederek tam üyeliğe kabul etmeyebilecektir. Zaten, bunun altyapısı da 2004 yılından beri hazırlanmaktadır. Türkiye’nin AB’nin tüm isteklerini yerine getirmesi halinde üniter ve milli devlet özellikleri zaafa uğrayacak; hem ülkenin hem de halkın bölünmesi tehlikesi ortaya çıkacaktır. Bu sürecin sonunda Allah korusun bir iç savaş çıkması ve ülkenin Batılı Devletlerin işgaline uğraması da kuvvetle muhtemeldir. AKP Hükümeti, 2002 yılından beri yürüttüğü politikalarla AB konusunda ülkemize hiçbir şey kazandırmadığı gibi çok büyük risklerle karşı karşıya bırakmıştır. AKP’nin 9 yıldır AB’ye karşı yürüttüğü dış politika tam manasıyla TESLİMİYETÇİ BİR DIŞ POLİTİKADIR. BU SEBEBLERLE AKP’NİN AB İLE YÜRÜTTÜĞÜ DIŞ POLİTİKAYA VERİLECEK NOT 10 ÜZERİNDEN SIFIR BİLE DEĞİL, SIFIRIN ÇOK ALTINDA EKSİ BİR NOTTUR.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!