Başbakan Erdoğan, Barzani ile görüştükten sonra şu açıklamayı yaptı; “PKK silahı bıraktığı andan itibaren bizim tavrımız tamamıyla operasyonların durdurulması istikametinde olur… Ama silahlar bırakılmadığı sürece devlet operasyonu durdurmaz”.
Hiç kuşkusuz silahlı tehdidin olmadığı yerde operasyona ihtiyaç zaten duyulmaz. Başbakan “silahı bırak, operasyon durdurulsun” demekle, yeni bir şey söylemiş olmuyor. Malumu ilan etmiş oluyor!
Başbakan’ın Barzani ile PKK konusunu görüşmesi, çözüm için yardım dilenmesi ya da onun katkı sağlamasını istemesi vahim bir basiretsizliktir. Bu bir devlet adamlığı zaafıdır.
Gerçek şudur: Barzani’nin egemenlik iddia ettiği topraklardan Türkiye’ye terör ihraç edilmektedir. Türkiye’ye yönelik terörden Barzani ve yönetimi doğrudan sorumludur.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bunun hesabını soracak yerde, teröristleri himaye eden, teçhiz eden ve her türlü imkânı sağlayan Barzani’den, sorunun çözümü için yardım talep ediyor!
Türkiye’deki kanlı PKK teröründen Barzani doğrudan sorumludur. Bu gerçeğe rağmen, Başbakan Erdoğan’ın terörle mücadele konusunda Barzani’den katkı istemesi, tam anlamıyla basiretsizlik örneğidir.
Terörist hamisinden terörü sona erdirmesini beklemek abesle iştigaldir.
Barzani, PKK terörü sayesinde Türkiye’ye her istediğini yaptırabiliyor.
AKP iktidarının Barzani ile ilişkileri terör konusundaki şaşkınlığını, kararsızlığını ve iradesizliğini göstermektedir.
Görüşmenin ardından Barzani’nin muhtelif mahfillerde yaptığı açıklamalar da ilginç ötesidir. Barzani, “PKK’ya silah bıraktırırım” demedim… AKP’nin izlediği politika gerçekçi bir politikadır. Kürt’ün istediği seviyede olmayabilir. Barzani, PKK ve BDP’ye de “AKP’nin yapmak istediklerine güvenmelisiniz” , diyor, ardından da “Kürtlerin iç savaşa gitmemesi lazım… Bağımsızlık her milletin hakkıdır, gerekirse ilan ederiz” diyor.
Barzani’nin daha önce de hâkimiyeti altındaki bölgeden Türkiye’ye yönelik terörü önlemesi, PKK’ya lojistik desteği kesmesi ve kestirmesi istendiğinde “Kürt, Kürtle savaşmaz, o dönem artık geride kaldı” diyerek bunu reddetmişti.
Bölgenin konumu itibarıyla Barzani istese de PKK’yı bulunduğu yerden söküp atması çok zordur. Bunu yapabilecek tek güç TSK’dır.
Barzani, geçmişte PKK’lı teröristleri bölgeden çıkartmak için hiç bir teşebbüste bulunmayacağını söylemişti. Talabani ile birlikte düzenlediği meşhur basın toplantısında “Türkiye’ye bir Kürt kedisinin” dahi verilmeyeceği açıkça ilan edilmişti.
İşte Başbakan Erdoğan böyle bir adamla PKK terörünü görüşüyor, ondan bilgi alıyor, akıl danışıyor ve istişare ediyor.
Durum, hem Başbakan Erdoğan’ın hem de Barzani’nin bölgede ne yapıp ne yapamayacaklarına kendilerinin değil, başkalarının karar verdiğini gösteriyor. İlişkileri ABD yönetiyor. Hem AKP, hem de Barzani birinci sınıf ABD projesidir.
Türkiye-ABD-Barzani ilişkisi bölgede başkan ile eşbaşkanlar ilişkisine dönüşmüş durumdadır.
ABD, Türkiye’ye tahammül edilemez terörist saldırılar olduğunda Heron ya da Predator gibi hava araçları veriyor ya da canlı istihbarat sağlayacağını söylüyor. Türkiye’de göstermelik birkaç tantanalı hava operasyonu ve sınırlı kara hareketi yapıyor gibi görünüyor. Böylece kamuoyunun gazı alınmış ve üç taraf da durumu idare etmiş oluyor.
Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin burnunun dibindeki PKK kamplarını kesin ve köklü bir biçimde yok edecek bir operasyon emri veremiyor. Binlerce kilometre uzaklıktaki Libya’ya, Afganistan’a asker gönderiyor ama Haftanin, Hakurk kampı söz konusu olunca elini kolunu bağlayıp oturuyor.
Ortaya çıkan sonuç şudur: Orta Doğu’da herkes projeye uygun davranıyor. Bölgede kartlar, mezhep çatışmasına uygun bir biçimde yeniden dağıtılmıştır. Haşimi, Barzani ve Erdoğan bir yanda; Maliki, Ahmedinecad ve Beşşar Esad’ın ise öbür yanda yer aldığı denklem içinde, taraflar ’D günü’nü bekliyor. O gün de muhtemelen ABD’deki seçim sonrasıdır.