Üç hafta içinde iki yazı ile yeni bir açılım sürecine mi giriyoruz sorusuna cevap aradık. İlgilenenler Ya bölücülerin dediği ya da dış müdahale (mi?) ve Çalan açılım davullarının bastırdığı sesler başlıklı yazılarıma tıklayarak ulaşabilirler.
Bu hafta yine devam edeceğiz. Çünkü hem çok fazla telaffuz edilmeye hem de sınırlarımız dışındaki bölücü unsurlarda farklı hareketlilik görünmeye başladı. Bu sefer, geçen yazılarımızda pek değinmediğimiz Suriye üzerinden bakmaya çalışacağız.
Suriye’de Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesi ve korumasında PKK-PYD-YPG hâkimiyeti var. PKK’nın kurdurduğu PYD parti yani siyaseti, YPG de teröristleri işaret ediyor. Ama her ikisi de bölücü unsurlar. Bu kısaltmalar harflerin anlamları bilinmeden söylenmeye devam ediliyor ve sıradanlaşmış bir hâle geldi. Ama artık anlamlardaki bu ayrıntı üzerinden devam eden bazı çalışmalar görülüyor. Gelişmeleri biraz daha iyi anlamak için Fırat’ın doğusuna daha yakından bakmak gerekiyor.
Eski kumpasçıdan işaret fişekleri
Türk basınında yazmaya Taraf gazetesinde başlayan ve PKK’ya verdiği destekten dolayı Türkiye’den ayrılan Amberin Zaman’ın, El Monitör’deki yazısında ve sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Kobane ile yapılan bir röportajda ilginç ipuçları var. Kalemi eline aldığından beri PKK’yı desteklerken destekleyen Zaman’ın, sanki ilk defa farkına varmış gibi, PKK’nın çocukları devşirdiğini (aslında kaçırdığı) yazmaya başladı. Hatta Tvitter hesabından maruz kaldığı yoğun PKK’lı saldırısı karşısında, bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Açıklaması da şimdiye kadar hep Kürtler için yazdım, bunun yüzünden Türkiye’ye, annemin cenazesine bile gidemedim. Bu bana yapılır mı? minvalinde.
Cevaplanması gereken esas soru şu, Amberin Zaman, PKK’nın çocukları kandırarak veya kaçırarak eline silah verdiğini yeni mi öğrendi de, yıllardır yazdıkları içinde bir cümleyle bile bahsetmediği bu konuyu, şimdi gündeme getirdi?
Zaman yazısında, özel görüşmelerde de SDG’nin, PKK ve PYD’den ayrı bir görüntü vermeye gayret ettiğini belirtiyor.
Uluslararası meşruiyet de eksik bırakılmıyor
PKK, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü sayılırken, SDG ile 29 Haziran 2019’da Cenevre’de BM Genel Sekreteri’nin Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar Özel Temsilcisi ile eylem planına imza koyması da yürüyen planın bir parçası.
Sözde komutan Mazlum Kobane ile röportajında Kobane’nin, “hiçbir koşul olmaksızın” Ankara’yla görüşmeye hazır olduğunu da belirtiyor. Uluslararası Kriz Grubu burada da devrede. Analistleri Dareen Khalifa’nın Al-Monitor’a “Kobane’nin Suriyeli olmayan kadroları Suriye’den uzaklaştırma taahhüdü”nde bulunduğunu değerlendirdiği de yazıda dikkati çekiyor. Ve PKK’nın rahatsızlığına da vurgu var.
Bölgedeki bu hareketliliği daha iyi anlamak için iki yıl öncesinden bölgeye bakmakta fayda var.
4 Haziran 2018’de Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Washinton’da mevkidaşı Pompeo ile görüşmesinden sonra yapılan açıklamalardaki “ABD ile Türk hükümeti Münbiç bölgesine istikrar ve öz yönetim getirecek bir anlaşmaya vardı” cümlesi dikkat çekiciydi. Çavuşoğlu ertesi gün Antalya’da gazetecilere, “Münbiç için dörtlü bir iş birliğinin olacağını” bu dörtlüyü de “Türkiye, ABD, Bağdat ve Erbil” diye belirtmişti. Hiç kimse, Suriye bağımsız bir devlet, Irak Devleti ve parçasının burada ne işi var, diye sormamıştı.
Bütün bunları biraz daha anlayabilmek için 2019 Ekim’inde Barış Pınarı Harekâtını bitiren ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatlara da bakmakta fayda var. Suriye’de Terörist kim, gidiş nereye? başlıklı yazımda bu mutabakatları değerlendirirken, “muharip güç ve terörist” ayrımına dikkat çekmiş, muharip güçte meşruiyet var, bu ayrım niye diye sormuştum. Bu sorunun cevabı artık çok daha belirgin hâle geliyor.
Sona doğru yaklaşırken
Bir de üzerine Barzanilerle PKK’nın Şengal’den çıkma konusunda kavgaya doğru yaklaşan ilişkileri de koyulduğunda, Suriye ve Irak arasından terörist unsurların çıkarılarak iki meşru(!) yapılanma dünya kamuoyuna servis edilebilir (mi?) artık.
Bu sonucun yanına da, Türkiye’de yeni bir parti aracılığı ile terörden soyutlanmış bölücü talepler de bu masumiyete(!) eklenebilir (mi?).
Son dönemde yeni bir sayfa açılması gerektiğine dair her gün birkaç açıklama basında görülmeye başlandı. Hatta Cumhurbaşkanının başdanışmanının da Diyarbakır’da yaptığı görüşmelerin, bir açılım mı geliyor diye merak uyandırdığı haberi de çıktı.
İhsan Aslan’ın röportajındaki “Suriye’de bugün izlediğimiz politikanın temelinde bizim Kürt sorunumuz yatıyor. Onu çözdüğünüz zaman biz Suriye’yi bir günde çözeriz. Koridora filan gerek kalmaz “sözleri ile “Ama şimdi dış devletlerin müdahalesi zorunlu hâle geldi” cümlesi çok daha anlamlı hâle geliyor. Bu son cümlenin görevliler ve basın tarafından görmemezlikten gelinmesi de bir hayli düşündürücü.
Ancak Türkiye için hepsinden de önemlisi, Türk milliyetçisi siyasetin ve aydınların bu konuda ne diyeceği ve nasıl bir tavır alacağı.