21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 2016 yılında imzalanmış olan Mülteci Mutabakatı’nın yıldönümünde, Türk dış politikası ve göç çalışmalarını uzmanı; TÜSİAD, ABD Merkezi ve The Brookings Enstitüsü’nde Avrupa Türkiye Projesi’nin üst düzey üyesi Prof. Dr. Kemal Kirişçi’nin The Brookings için kaleme aldığı yazısını değerlendirdi.
Enstitü tarafından yayınlanan değerlendirme şöyle:
Suriye iç savaşının 10. yılını; Mülteci Mutabakatı’nın ise 5. yılını tamamladığımız şu günlerde hala kriz adına yapılmış kalıcı bir çözümün yokluğuna dikkat çeken Kirişçi, Türkiye’deki Suriyelilerin varlığının uzayıp gittiğini belirtti.
Prof. Dr. Kemal Kirişçi, 2016 yılında imzalanan anlaşmanın içeriğine de değindi ve anlaşma sonrasında Ege Denizinden geçişlerin çarpıcı bir şekilde düştüğünü ifade etti. Bilindiği üzere anlaşmanın hemen ardından AB’ye göçmen akını önemli ölçüde durdu. AB Komisyonu tarafından açıklanan rakamlara göre, 2015 yılında Ege Denizi’nden Yunan adalarına geçenlerin sayısı 856 binden, bir yıl sonra 173 bine, 2017 yılında ise 30 bine düştü. 2020’de sınırı geçmek isteyenlerin sayısı 10 bine indi.
TÜRKİYE’DEN GERİ DÖNÜŞLER BEKLENTİNİ ALTINDA
Kirişçi’nin aktardığına göre, Suriyelilerin Suriye’ye geri dönme durumlarının BM ilkelerinde oldukça uzak bir olasılık olarak görünüyor. Buna karşın UNHCR, 2021 yılında Türkiye’den 420.000’den fazla dönüşün olacağını öngörse de Kasım 2020 sonu itibariyle, Türkiye’den yalnızca 3.867 mülteci ayrıldığını bildirildi. Suriyelilere Türkiye’de nihai vatandaşlık için bir yol verilmesi şeklindeki yerel entegrasyon da gerçekleşmedi. Vatandaşlık verilmesi çok hassas bir konu ve Türk halkının % 87’si Suriyelilere “siyasi hak verilmemesi” gerektiğine inanıyor ve yine % 76,5 vatandaşlık verilmesine karşı çıkıyor. Kirişçi bunun şaşırtıcı bir sonuç olmadığını belirtiyor.
EKONOMİ KÖTÜYE GİDİYOR
Kirişçi, Türkiye’nin, Suriyelilerin yoğun bir şekilde gelmeye başladığı 2012 yılından bu yana ekonomisindeki gözle görülür zayıflamanın varlığına da değindi. Bu süre zarfında Türkiye’nin kişi başına düşen GSYİH’si 2013’te12.614 $ iken; 2019’da 9.126 $ ‘a düştü. Öte yandan kalıcı işsizlik sorunu artık daha da ilerledi.
Buna karşın, Türkiye mutabakat çerçevesinde taahhüt edilen ödemeleri almada güçlük çekti ve ödemeler gecikti. Ayrıca, ödemelerin bir kısmı projelere sayıldı. Temmuz 2020’de Avrupa Parlamentosu neredeyse yarım milyar avro ek ödemeye izin verdi ve Aralık ayında Avrupa Konseyi “Türkiye’deki Suriyeli mültecilere ve ev sahibi topluluklara mali yardım sağlamaya devam edeceğine ” söz verdi . Ancak, bu sözün yine de AB içinde ve Türkiye ile müzakere edilmesi gerektiği açık bir gerçek. Bu arada, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geçtiğimiz Mart ayında sınır krizini sona erdirmek için Erdoğan ile görüşmesinin ardından 2016’daki AB-Türkiye anlaşmasındaki “eksik unsurları” keşfetmeye ve bunları iyileştirmeye hazır olduklarını ifade etmişti.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise, AB dışişleri ve içişleri bakanlarının, “göç sorununa ilişkin” ortak toplantısının ardından, mutabakatın halen geçerli olduğunu ve uygulanmasının devam etmesi gerektiğini söyledi. Borrel, “Mutabakat, Türkiye ile göç ve işbirliği konusunda ana çerçeve olmalı. Karşılıklı güvene dayalı bu anlaşma kapsamında her iki tarafın da çabalarının sürmesini diliyoruz. Çok eleştirildi ama bu anlaşma somut sonuçlar doğurdu. Daha az insanın hayatını kaybetmesini sağladı. Düzensiz sınır geçişlerini azalttı. Türkiye’deki mültecilerin ve göçmenlerin durumunu iyileştirdi” şeklinde değerlendirmede bulundu.
Değerlendirme
Prof. Dr. Kemal Kirişçi kaleme aldığı bu yazısında özellikle kayıt altına alınması gereken istihdamı ve Suriyelilerin işgücüne yönelik talep oluşturmayı önermekte, fakat bu öneri bir anlamda vatandaşlık ve aslında Suriyelilerin kalıcılaştırılmasını öngören bir öneri. Böyle bir önerinin gerçekleşmesinin önümüzdeki süreçte Türkiye Cumhuriyeti için oluşturacağı tehditlerle birlikte toplumsal tepkinin de daha da artıracağını bilmek gerekir.
Başta Türkiye ve diğer sınır ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok bölgesini tehdit eden bu sığınmacı krizinin çözümü ise kalıcı hale getirmek değil, sığınmacıların kendi ülkelerine dönüşünün sağlanmasıdır.
Yazan: Kübra Ünlü