Ahmak demek, aklını gereği gibi kullanmayan, bön, budala, aptal demektir.
Gelişmeleri izleyip düşündükçe anlıyoruz ki, Türk halkının çoğu ahmak. Aziz Nesin’e çok kızmıştık, haklı çıkmaya başladı. Bunu, halkı aşağılamak için söylemiyorum; olaylar beni böyle düşündürüyor.
Türkiye’de seçimle yönetiliyoruz. Yönetime talip olanlar, kendilerini ve yapacaklarını anlatıyorlar, seçmen de belirli bir dönem için oyunu veriyor. Türkiye’yi yirmi yıldır aynı kişiler yönetiyor. Türkiye’de halk yirmi yıldır, bir önceki döneme göre daha fakir, daha sorunlu, daha kişiliksiz, daha bön oldu.
Türkiye’de fiili diktatörlük olsaydı, halkta bir kusur aramaz, “seçmen ne yapsın, söz hakkı yok ki” der geçerdik. Ama gerçek böyle değil ki, beceriksizliği, riyakârlılığı, aç gözlülüğü, aldatılırlığı, kuşatılmışlığı ayan beyan anlaşılan kişiler yeniden yönetime talip oluyor, seçmenin büyük bir bölümü de böylelerine yine oy veriyor. Bu şu demek: İçimizde epeyce bir ahmak var.
Türkiye’nin yöneticileri arasında da epeyce bir ahmak var. Kendisini “Kaf Dağı”nda gören böyleleri, her geçen gün ve dönem ülkemizi ve halkımızı daha mutlu, daha güçlü, daha üretici ve daha eğitimli yapacakları yerde geriye götürüyorlar; söz ve iddialarının hiç birisi gerçekleşmiyor, sıkıntılar artıyor.
Türk halkını ahmaklaştıran etkenlerin başında “Din, Allah, Cennet, Cehennem” edebiyatı geliyor. Halkımız dini edebiyatın bu terimleriyle uyutuluyor. Uyutulan/uyuyan bir kişinin/halkın aklı (muhakemesi) faal olmadığı için insan olmaktan çıkar, bedensel organları faal olur ve tabii böyle bir halk “iyi yönetici” seçemez, para, gıda, duygu peşinde koşar.
Ahmaklaşan kişi ve yığınlar uyanık, akıllı ve sorumlu yöneticiler seçme erdeminden yoksundurlar, böyleleri kendileri gibilerini bulurlar. Eğer seçilen kişiler tümden ahmak değillerse, kendilerinde biraz olsun insanlık ve sorumluluk duygusu varsa, seçenleri ahmak oldukları için zamanla tümden ahmaklaşmaya yönelirler. Çünkü, kendilerini sorumluğa, insani yöne iten bir güç yoktur.
Bir ülkenin yöneticileri ve yönetilenleri yaşadıkları çağda değillerse, o ülkede “geleceğin ülkesi olma”, “geleceğin ulusu olma” isteği yoksa, o çağın/zamanın sömürgecileri o ülkeye el atarlar; o ülkenin içinden seçtikleri yarı deli yarı akıllı kişilerini öne çıkarırlar, verdikleri destekle o yarım adamları iktidar yaparlar. İktidar yapılan kişiler varlık ve şöhretlerini dışarıya borçlu oldukları, uyanık olmadıkları için “hizmetçilik yapmaya” başlarlar. Böylelerinde bir de milli duygu yoksa, millet düşmanlığı yanında “uygarlık ve akıl karşıtlığı” zirve yapar. Yani millet kendisini (farkına varmadan) içten içe yıkmaya, ayağına balta vurmaya, baltasının saplığını kendi çınarlarından kesmeye, kendi kültürünü, kendi neslini devirmeye başlar.
Az önce söyledim ama bir daha söyleyeyim; böylesi zamanlarda en çok kullanılan malzeme “dini” malzemedir. Çünkü “dini balta” hiç körelmez, indiği kafa ve kalabalıkları öldürür. Şimdi bu teorik/nazari düşünce ve iddialardan pratik/ameli olgulara geçelim.
Türkiye’nin yirmi yıllık kimi yöneticileri daha bu göreve başlamadan önce epeyce bir Amerika yolculuğu yaptılar. Yolculuklarında hep “Demokrasi” elbisesi giydiler. Azıklarında “Din kardeşliği”, “Aşure Çorbası” vardı. Böyleleri “Hilâl” ile gittiler, “Haç” ile geri döndüler. Dönüşte emperyalistler bunlara: “Ben destek vereceğim, sen böleceksin. Tamam mı…” dediler.
“Olur” dediler. Sonra ortaklaşa, Suriye’yi, Irak’ı, Libya’yı da böldüler, Asya ve Afrika ülkelerinin çoğunda kan akıttılar. Türkiye’nin ahmak ve aynı zamanda “Müslüman” seçmenleri bu bozgunu hiç mi hiç anlayamadı. “Haydi bakalım bir yetki daha, bir yetki daha, yıkıma devam” dediler.
Bu yıkım süreci dışarıdaki ilave projelerle birlikte içerideki bazı “yıkım-yakım projeleriyle” harmanlanarak, “çok bilinmeyenli denklemler” haline sürdü. İçerideki ahmaklar zaten “komple” formülü çözecek, en az rakamlarla dört işlemi yapacak durumda değillerdi.
Daha açık daha taze örnekler vereyim.
Biz kendimiz aç iken proje mahsulü Suriyelileri doyuruyoruz. Suriyeliler, ayakları yere bastıkça bizi öldürüyor. Suriyelilerin değil konuşmaları, iş yerlerine astıkları Arapça levhalar bile Türkleri Araplaştırıyor, Türkiye’yi bir “Arap ülkesi” yapıyor.
Ülkemizde bir de Afganistan projesi başlayınca Suriyeliler miting ve gösteriler yapmaya kalktılar, “Türkiye’de Afganlı İstemiyoruz” pankartlarıyla gövde gösterileri yapar oldular. Yönetilenler ve yönetenler bu olaylar karşısında sessiz kaldılar. Gelinen şu vahamete bakın, Türkiye’ye kimin gelip gelmeyeceğine Suriyeliler karar verecekmiş.
Burada çok yönlü bir ahmaklık var. Suriyeliler Türkiye’de organizeli olarak Türkleri öldürüyorlar. Afganlılar para için İstanbul’da Türkleri rehin alıyor, rüşvet vermeyenleri öldürüp betonların altına gömüyorlar ve buna ses çıkaranlar “kışkırtıcı” diye suçlanıyorlar.
Türkiye’yi yönetenler ve bir takım “dinci” kafa ve kuruluşlar Türkiye’nin Suriyeli, Somalili, Afganistanlı vb kişiler tarafından işgaline karşı çıkanları “Irkçı” diye suçluyorlar, “din kardeşliği”nden söz ediyorlar. Irkçılık filan yok! “Din kardeşimiz” diye kucağımızı açtığımız insanların Kurtuluş Savaşımızda bize yaptıkları ihanetleri unutmadık, unutmayacağız. O ihanetler, “Müslüman” kimlikli bu adamlar tarafından hala sürdürülüyor. Toplu ahmaklığın, süper aptallığın eriştiği zirveye bakın, bize nefis müdafaası bile yaptırmıyorlar.
Dün ABD’nin yeni başkanına “cihat” açanlar bugün bir anda sustular. Türkiye Afganistan’ın hava alanlarını korumaya başladı. Bir anda her yer süt liman oldu. Afganistan’ın gençleri Türkiye’ye sığınmaya başladılar. Türkiye’nin yöneticileri ile yönetim tapıcıları sessiz. Burada bir “külli” ahmaklık var.
AKP Genel Başkanı Tayip Erdoğan diyor ki, “Sınırlarımızdaki beton duvarlar düşük, duvarlarımızı biraz yükselteceğiz.” Bu da bir zeka. Allah böyle bir zekayı her millete nasip etsin.
Türkiye’nin ormanları yanarken THK’nun yangın söndürme uçaklarını kaldıramadık. Gerekçe “THK’nun Yangın Söndürme Uçağı Yok.” “Uçağımız var ama su taşıyacak sepetimiz yok.” Ben “sepetimiz yok” açıklamasından çok utandım. Bunu söyleyenlerde hiç mi utanma yok? Böylelerini ayakta tutanlar da ahmak.
Sellerin yarattığı acıları görüyoruz. Derelerin çukurlarında üç-beş katlı binaların ne işi var? Adamları derelerdeki sulara boğdurun, denizlere sürükletin sonra: “Başınız sağ olsun, takdir, sabır” deyin. Budalalığın bir resmi de bu. Yağmur suları aşağılara iner. Ne işiniz var derede, yukarılara çıksanız, fiziğin kanununa uysanız, olmaz mı? Sular zirvelere tırmanmaz. Bunu bilmeyen ahmaktır, bildiği halde uygulamayan katildir.
Ahmaklığın getireceği acılar daha çok büyük ve çekilmez olacak. Kitlesel ahmaklıklarda bilinçli ihanetler bulunmaz. Böylesi ahmaklıkları tedavi edersiniz geçer ama yönetsel ahmaksızlıklarda ihanetler bulunur. Türkiye’nin kimi yöneticilerinde budalalıkla birlikte bir de uşaklık ve ihanetler var.
Bizim Türkiye’de öncelikli görevimiz, ihanetleri tescil edilmiş yönetici ahmakları tasfiye etmektir.