Yeni Bir Yüzyıla Kanatlanan Türk Milliyetçiliği

EMRE KARTAL



“Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, beni Kağan olarak oturttu. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan millet üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Tanrı bağışladığı için, ölecek milleti diriltip besledim, çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin, az milleti çok kıldım.”

Bilge Kağan – Kül Tigin Abidesi  – Doğu Yüzü

“Mücadelemiz Büyük Türk Milleti için en iyi, en doğru ve en güzeli   ne pahasına olursa olsun elde etmektir.”

Başbuğ Alparslan Türkeş

Milliyetçilik kavramı tüm dünyada üzerinde tartışılmış ve hakkında pek çok çalışma yapılmış bir kavramdır. Lakin tüm bu çalışmalar genel olarak “Batılı” düşünce sistemiyle yapılmış ve Batı’nın gözüyle açıklanmıştır. Milliyetçilik ise her milletin kendi cevher-i aslisinde bulunan değerlerle ortaya çıkan milletlere özgü sosyal bir olgudur. Başka bir milletin veya medeniyetin, kendi bünyesindeki olgularla başka bir milletin milliyetçiliğini açıklamaya çalışması mümkün değildir.

  Türk Milleti yeryüzündeki en köklü ve en uzun yaşayan milletlerden biridir. Türk Milliyetçiliğinin en önemli fikir adamalarından olan Hüseyin Nihal Atsız’ın, Türk tarihini M.Ö VI. – VII. Yüzyıllardaki Sakalar ile başlattığı düşünülürse, milletimizin yaklaşık 2.500 yıllık “bilinen” bir tarihi vardır. Bazı ön-Türk çalışmaları ise Türklerin 5.000 yıllık bir millet olduklarını bizlere göstermektedir. Bu tarih boyunca devletler kurmuş, medeniyet üretmiş, tarih yapmış, çeşitli dinlere inanmış, çeşitli alfabeler kullanmış olan Türk milleti için bir milliyetçilik tanımı yapmak için öncelikle tüm bu tarihin bilincine sahip olmak gereklidir. Daha sonra da bu tarihin özünde var olan, “milli şuur” ve “milli ülkünün” değerlendirmesi yapılmalıdır.

  Rahmetli Türkeş’in dediği gibi “Türk’ün en önemli vasfı teşkilatçılığıdır”. Türk tarihinde gördüğümüz “devletleri” de düşünürsek, Türk medeniyetinde “devlet” kavramının çok önemi olduğunu açıkça görürüz. Türk milleti obalardan oymaklara, boylardan millete kadar sosyal teşkilatlanmalar; Metehan’dan bu yana askeri teşkilatlanmalar; Beylik, Uç beylik, Hanlık, Kağanlık, Yabguluk, Uluğ Yabguluk gibi idari teşkilatlanmalar yapmış ve her bir “disiplin” ve “nizam” içerisinde olmuştur. Destanlar Türk milletinin kötü günlerini hep düzensizlik, devlette iç karışıklıklar, disiplinsizlikle var olduğunu anlatmıştır. Bu yüzden de Türk Milliyetçiliğinin temelinde disiplin ve düzen olmalıdır. İslamiyet’in kabulünden sonra “Nizam-ı Âlem” olarak adlandırılan anlayışta bunun eseridir. Düzen Türkler için milli bir ülkü, disiplin ise milli bir şuur olmuştur.

  Türk milletinin devletçi ve yönetici anlayışıyla çok geniş coğrafyalara hükmettiğini görmekteyiz. Bu anlayışın arka planında ise iki ayrılmaz olgu vardır. Bunlardan biri “ilahi arka plan”dır. Türkler İslamiyet’i kabul etmeden önce de ettikten sonra da milli ülkülerine hep ilahi bir yön katmışlardır. Henüz İslam olmamış bir Uygur hükümdarının Gazneli Mahmud’a gönderdiği mektupta, Uygur Hükümdarı şöyle söze başlamıştır: “Gökyüzünün sahibi Tanrı, yeryüzünü ve pek çok kavmi bizim hükmümüze verdi”.  Görüldüğü gibi İslam öncesi Türkler, büyük tarihçi Osman Turan’ın deyimiyle, bir “Cihan Hakimiyeti Mefkuresin”e sahip olmuşlar ve bunu da düzen ve adalet için yapmışlardır. Avrupa Hunlarının önderi Attila, Roma kapılarına ordularıyla dayandığında aman dileyen Papa I. Leo’ya “İmparatorunuz Romalılara, adaletle davrandığı sürece ben çok uzaklardayım. Aksi halde çok yakınınızdayım” diyerek bu adalet anlayışını göstermiştir. Zira Türkler İslam olduktan sonra, İslam’ın özünde olan adalet duygusuyla daha donanımlı hale gelmiş ve “Nizam-ı Alem” ruhuyla Selçuklular, Osmanlılar gibi adalet timsali devletler kurmuşlardır. Bu adalet duyguları da İslam halifeleri tarafından takdir edilmiş ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ve Sultan Melikşah Halifelerce “Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı” olarak adlandırılmışlardır. İstanbul’un fethi öncesi Osmanlı sarığını Latin serpuşuna tercih eden Bizanslılar tarihe mal olmuşlardır. Bu vesileyle cihan hâkimiyeti milli bir ülkü olarak, adalet de milli bir şuur olarak Türk Milliyetçiliğine katılmıştır.

  Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra İslam’ın bütün değerlerini içinde eritmiş ve milli varlığını tevhit örsünde tekrar dövmüştür. İslamiyet, Türk Milliyetçiliğinin değişilmez milli ülküsü ve milli şuurunu yaratmıştır. Öyle ki, Elmalılı Hamdi Yazır, Vani Mehmed Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Said Nursi gibi İslam âlimleri Maide Suresi’nin 54. Ayetinin Türk milletini işaret ettiğini, bu yüzden Türklerin bu çağda İslamiyet’in sancaktarı ve İlay’ı Kelimetullah davasının sahibi olduğu belirtmişlerdir. Bu değerler Türk kültürü içinde kaynaşmış bir Türk-İslam Medeniyeti ortaya koymuştur.

  Türk Milliyetçiliği, tarihin ve ecdadımızın bize emanet ettiği Türk-İslam medeniyetinin bu çağdaki ve gelecekteki savunuculuğudur. Dünya 21. Yüzyılda daha düzensiz, daha ahlaksız, daha adaletsiz daha kanlı ve korkunç anlara tanık olmakta, emperyalist güçlerin mazlum kanı akıttıkları bir yer haline gelmektedir. İşte bu ortamda Türk Milliyetçileri, Seyyid Ahmet Arvasi’nin Ben, Türk Milletinin de İslam Alemin de mazlum milletlerin de kurtuluşunun Türk milliyetçilerinde, Türk – İslam Ülkücülerinde olduğuna ‘Amentüye iman ettiğim’ gibi inanıyorum” sözlerindeki gibi çağın kurtarıcılarıdır. Daha doğrusu çağı kurtaracak potansiyele ve birikime sahip insanlardır.

  Türk Milliyetçilerinin bu kurtarıcı ve yükseltici mirasının harekete geçirilmesi içinse önce ortak bir fikir anlayışı ortaya koyulmalıdır. Bu anlayış siyaset üstü ve akademik çevrelerce düzenlenen ancak teşkilatçılık vasfıyla halka ve yönetici kadrolara indirgenebilen bir anlayış olmalıdır. Kısır beklentiler, günü kurtarmaya yönelik hareketlerin Türk Milliyetçiliğinde yeri olmamalıdır. Türk Milliyetçiliğine başta söylediğimiz gibi Batılı gözlerle değil Türk ve Müslüman olan gözlerle bakılmalı, milletimizde olan değerlerle yoğurulmalı ve hiçbir ithal yöntem kullanılmadan Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Fransız İhtilali’nin getirdiği Avrupai milliyetçilikle, Orhun kitabelerine dayanan ve Türk-İslam medeniyetinin getirdiği Türk Milliyetçiliğinin alakası yoktur. Türk Milliyetçileri, Türk Kültürünü ve İslam dinini en doğru yaşayan ve bu değerleri devletiyle milletiyle bütünleştiren insan olmalıdır. Türk Milliyetçisi, dünyaya modern anlamda hâkim olup, mazlumlara adaleti getiren, İslami değerleri topluma hakim kılan, ecdadına layık olan bir Türk Devleti inşa etme ülküsüne sahip olmalıdır. Bunun için de önce Türkiye’miz sonra da tüm Türk Dünyası bu değerler çerçevesinde bütünleştirilerek, siyaset üstü bir Turan idealinin kabul ettirilmesi gerekmektedir.  21. Yüzyılda Türk Milliyetçisinin görevi bu olmalıdır. Bunu başarmak içinde Dündar Taşer’in sözlerindeki gibi " Binlerce yıl önceki efsaneler tutulacak yolu göstermiştir. Demiri eritinceye kadar sabır"  dememiz ve milletimizi bu yönde milli ülkü ve milli şuurla doldurmak için, milletimizin kulağına eğilip Galip Erdem’in dediği gibi  "Başucunuzda davul çalmaktan vazgeçmeyeceğiz" dememiz gerekmektedir. Türk Milliyetçileri toplumu yönlendiren münevverleri yetiştiren fikir hareketi olarak ecdadına layık olabilir ve Kızıl Elma’ya doğru yürüyebilir.

Allah Türk’ü Korusun ve Yüceltsin…

KAYNAKÇA
TÜRKEŞ, ALPARSLAN, TEMEL GÖRÜŞLER, DERGAH YAY., İSTANBUL, 1978
ERGİN, PROF. DR. MUHARREM, ORHUN ABİDELERİ, BOĞAZİÇİ YAY., İSTANBUL, 2008
TURAN, PROF. DR. OSMAN, TÜRK CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİ TARİHİ, ÖTÜKEN YAY., İSTANBUL, 2003
 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!