Yazan: Hintli Seyit ABDÜLMECİT
Günümüz Türkçesine aktaran: Dr. Bekir TURGUT
İlim Çin’de de olsa isteyiniz. Hadis-i Şerif
Cehalet kadar zulmet yoktur. Şekspir
Bugünkü asrın yenilik ve ihya-ı maarif asrı olduğuna hiç şüphe yoktur. Hindistan’da tamim ve eğitimin yayılması hakkında görüşmelerde bulunmak için her sene Müslümanlardan oluşan konferanslar yapılır ve orada birçok kararlar alınır. Gerçi görüşülen konular uygulamaya konulmuyor. Fakat eğitimin yaygınlaşması hususundaki çalışma ve gayretin samimi ve tebrike şayan olduğu açıktır. Sonra Hindistan’da kız çocuklarına mahsus büyük bir okul kurulmuş ise de bu okulun usul ve salim kurallar çerçevesinde yönetilebileceği şüphelidir. Çünkü eğitim- öğretim yöntemleri ile yönetim şekli hakkında gerekli bilgiler elde edilemezse mevcut çalışmalar başarı ile sonuçlanmaz. Nitekim Mısır’da çeşitli Avrupa usulü eğitim ve öğretim örnek alınmış olduğu halde, bunların hiç biri Mısırlıların ihtiyaçlarına uygun olmadığından bir fayda elde edilememiştir.
Müslümanlar, asrın gelişmesi ile yürüyebilmek için eğitime muhtaç olduklarından onları eğitim ve öğretim için gereken l tedbirleri acilen alınmalıdır.
Bu maksadın elde edilmesi için alınması lazım gelen tedbirleri tavsiye ve göstermezden evvel İslami eğitim- öğretimin mazideki ve şimdiki durumdaki şartlarından biraz bahsetmek mümkün uygun olur inancındayım. Müslümanların önceleri medeniyet ve eğitim hususunda büyük bir mevki işgal ettiklerini kimse inkâr edemez. Kurtuba ile Kırnata üniversitelerinin ortaya koydukları ışık ve maarif orta çağları aydınlattı. Eğer bu ışık ortaya konmamış olsaydı, “zulüm çağları” daha fazla zulüm kesbederdi.
Nizamiye Darülfünunu” zamanının en büyük eğitimcilerini kendine celp etti ilimleri ve Arap maarifini her tarafa yaydı.
Bu durum Hindistan’da ve Yübend, Lekehnu, Kanipur, Kalküta medreseleri gibi büyük ilim merkezleri vardır. Mısır’daki Cami-ül Ezher de anılacak derecede meşhurdur. Fakat bu medreselerin eğitim- öğretim süreçleri çok uzun olduğu ve okutulan kitaplar da şeriat ve akaide ilişkin olduğundan buralarda ilim tahsil edenler mevcut gelişmelerden habersiz kalırlar.
Diğer taraftan Müslümanları mevcut yöntem çerçevesinde eğitim ve öğretim yapmak için gerek Hindistan’da ve gerek Mısır’da bir çok yüksek okul kurulmuştur. Fakat bu okulların kurucuları hırslı şan ve şöhret bir takım adamların ellerinde oyuncak mesabesinde kaldıkları veya hükümet memurlarının nüfuzu altında bulundukları ve eksik yöntemleri örnek aldıklarından çalışmaları oranında başarı elde edememişlerdir.
Doğu’da eğitim ve eğitim yöntemlerinde en garip bir şey varsa o da ilköğretime özen gösterilmemesidir. Mütemevvil (zengin) olan kişiler çocuklarını okullara göndermeyip özel bir sınıf açarlar ve kendi çocuklarına arkadaşlık etmek üzere dışarıdan birkaç çocuk alırlar. Bu sınıfta ders veren öğretmenler bir veya ikiyi geçmez. Bundan başka bu eğitim- öğretimde düzen, mükemmeliyet, yeterlilik vesaireden eser görünmez.
Ne gariptir ki, hükümet de bu duruma karşı kayıtsız davranıyor.
Hatta bu hususta hükümetin dikkatini çekmeye cesaret edenler “nasyonalistlik”, “milliyetperest”lik gibi ihtilal harekâtı ile itham edilirler. Merkezi hükümetin hepsinde, -Almanya’da olduğu gibi- rehberlik görevi mutlaka hükümet tarafından yerine getirilmelidir.
Mısırlıların heyet-i nuzzar (bakanlar kurulu) ile olan ilişkileri o kadar azdır ki, onların şahsi fikir girişimlerinin gelişmesine imkân yoktur.
Hindistan’da Müslümanlar kendilerine mahsus bir üniversiteye muhtaçtırlar.
Fakat ne çare ki, gerekli olan izni vermeyecektir. Yakında “Aligarh”da bir İslam üniversitesinin kurulması ve açılması kuvvetli bir ihtimaldendir. Mısır’da eğitim- öğretimde ıslahat yapılması için yapılan talep, “halkın az bir kısmı tarafından yapılıyor bahanesiyle” önemli bulunmuyor. Mısır’ın durumu ve konumu cidden acınacak bir seviyededir. Oradaki hükümet, halkın yerleştiği ve yaşadığı yerleri koruyor ve yardım ediyorsa da, onların ahlaki ve manevi güçlerinin yok olmasına müsamaha ile bakılıyor. İşte Doğuda eğitim ve öğretimin konumu bu merkezdedir. Bereket versin, din-i mübin-i İslam orada geçerlidir. İslam’ın nüfuzu geçerli olmamış olsaydı, İslam dünyasının büyük bir kısmı bugün cehaletin karanlığı içinde kalmış bulunurdu.
Şimdi İngiltere ile Fransa ve Almanya’daki eğitim ve öğretim yöntemlerini dikkate alalım. Fransa yöntemi “az bir farkla” Alman yönteminin aynıdır. Dolayısıyla Alman eğitim- öğretim yönteminden bahsetmek yeterlidir. Almanya’da genel eğitim- öğretim, posta işlemleri ile savaş işleri gibi hükümetin denetimi altındadır. Orada eğitim- öğretim üç kısma ayrılmıştır: ilk, orta ve yüksek. İlköğretim öğrenimi mecburidir. Her çocuk altı yaşından, on dört yaşına kadar okula devam etmeye mecburdur. İcap ederse bu mecburiyet zabıta memurları hükmi ile yerine getirtilir. Eğitim- öğretim, ilköğrenime münhasır ise de pek mükemmeldir.
İlköğretim öğretmeni, yüksek okullar veyahut üniversiteden mezun olanlardan seçilir. Ortaöğretim okulları, klasik ve ticari olmak üzere iki çeşittir. Klasik okullarına “procimnazyum” ile “cimnazyum” adı verilir.
Ortaokul tamamlandıktan sonra öğrenci üniversiteye veyahut hukuk, tıp, mühendislik gibi meslek ve sanatları öğreten yüksek öğrenime naklolunur.
Ticaret okulları, “ Broker Uskül / School” ile “ Hakiki Uskül / School ” olmak üzere iki kısma ayrılır.
Sırf ticarete ait “cimnazyum” okulunun altı sınıfı vardır. Bu okulda öğrenciye haftada en az otuz saat öğrenim yapılır. Almanya’da yüksek okullarda bir meslek ve sanata mahsus özel eğitim yoktur.
Söz konusu okullardaki eğitim- öğretimden maksat, öğrencinin düşüncelerini aydınlatmak ve geliştirmekten ibarettir. Almanların içtihadınca öğrencinin fikrine kuvvetli bir esas verilmezden evvel ihtisas cihetine gidilmemelidir. Eğer bu şekilde hareket edilmezse, öğrencinin fikri ile zihni baskı altında kalır. İhtisas, genel ve güçlü bir esas verildikten sonra tahsil olunmalıdır. “Hakiki Uskül”ler dokuz sene ve “Brokır uskül”ler altı senelik öğrenim süresine sahiptirler.
Kızları eğitim ve öğretimi de fevkalade ilerlemiştir. Almanların eğitim ve öğretim yöntemlerinde harikulade bir şey varsa, o da onların öğrenciyi sıkmaksızın kemal-i suhuletle (kolaylıkla) eğitebilmelileridir. Onlar, çocukların akıl güçlerinin, fikirlerinin gelişmesini, olgunlaşmasını ve sivrilmelerini gaye alırlar ve bu gayeye ulaşmak için hiçbir zahmetten çekinmezler.
Alman çocukları okuldan çıktıktan sonra meslek sahibi olmak için girdikleri üniversiteler hakkında biraz bilgi verelim: Almanya’da bir Katolik üniversitesi olan “Brunsburg Üniversitesi” de dâhil olduğu halde, yirmi bir üniversite vardır. Alman üniversiteleri yüksek okulları içine almaz. Öğrenci, istedikleri yerde ikamet edebilirler. Üniversitede okullara mahsus elbise bulunmadığı gibi bekçi veyahut gözetmen de yoktur. Öğretmenler iki kısımdır; “Pablikam” (!) ve “Pervüyatam” (!) “Pablikam “ diye adlandırılan öğretmenler umuma ders okutur ve “Pervüyatam” ismi verilen öğretmenler yalnız özel öğrenciyi eğitirler. Üniversitelerde yalnız bir derece vardır ki, o da “doktora” derecesidir. Öğrenci bir üniversiteden, diğer bir üniversiteye serbestçe geçebilir.
İngiltere’nin ilköğretimi ile devamı hakkında bir şey söylemeye lüzum görmüyorum. Fakat şurasını diyebilirim ki, İngilizlerin millî üniversiteleri olan “Kembriç / Cambridge” ile “ oksford / Oxford” üniversiteleri, Almanya’nın bunlara denk olan kurumlarına kat kat üstündür. Bu iki üniversitede bulunan öğrencilerin farklı sınıfları birlikte ikamet ettiklerinden onlar aileler içinde ikamet edenler tarafından bilinmesi mümkün ve kolay olmayan bir takım adab-ı muaşerete vakıf olurlar. Fikirleri ile zihinlerini bu şekilde aydınlatırlar ki, bu durum Almanya’da yoktur. Büyük bir lordun oğlu ile orta bir aileye mensup bir genç bir araya gelirler ve biri diğerinin kabiliyet, liyakat ve ahlakını öğrenirler. Bu üniversitelerdeki öğrenci yeni geldikleri zaman ne kadar kaba veyahut kibirli bulunursa bulunsunlar henüz bir yıl geçmeden kabalığı, kibir ve gururu terk ederler. Aynı salonda birlikte yemek yemek, bir arada oynamak ve aynı mecliste sohbet ve tartışabilmek gibi usul ve adetler öğrencinin ahlak ve davranışlarına fevkalade büyük bir etki yapar. Hâlbuki Alman öğrencisi, bunlardan mahrumdur ve küçük bir münakaşayı bir saldırı kabul eder ve ayaklanır.
Bir meslekte veyahut bir fende (bilimde) ihtisas sahibi olmak için alman eğitim ve öğretimi en uygundur. Almanya’da yetişmiş olan mütehassıslar, daima başka ülkelerde yetişmiş uzmanlara üstündürler.
Şimdi Müslümanları eğitim ve öğretim için nasıl bir yöntem kabul etmelidirler?
Müslümanların dinî ve ahlakî eğitim ve öğretimleri fevkalade mükemmel olduğundan bu hususta en küçük bir değişikliğe gerek yoktur. Onların muhtaç oldukları şey, fikir ve zihni kuvvetlerinin iş ve dünyevi becerilere elverişli olacak derecede eğitim ve öğretiminden ibarettir. Dolayısıyla inanımca, Müslümanlar alman usulü eğitim- öğretimi kendilerine örnek aşmalı ve fakat üniversitelerinde “Kembriç” ile “Oksford” üniversitelerinin esasları üzerine tesis eylemelidir. İngilizcenin öğretimi mecburi olmalıdır. İlim ve teknolojiye ait ders kitapları öğrencinin kendi dillerinde yazılmış olmalıdır. Mesela: Araplar Arapça, Türkler Türkçe, İranlılar Farisi ve Hintliler Urdu dilleriyle yazılmış kitapları ders kitabı olarak kullanmalıdırlar.
Masraflara gelince: İslam memleketleri hükümetleri böyle bir büyük girişime muvafakat ettikleri takdirde bu konuda gereken masrafların kolaylıkla toplanıp elde edilebileceği acıktır. Ancak Müslümanlara mahsus bir eğitim ve öğretim yöntemi kabul olunabilmesi için padişah hazretlerinin kendisi ile Haşmetli İngiltere Kralı Şehametli İran Şahı, Afganistan Emiri, Fas Hakimi ve Mısır Hidivi hazretlerinin görüş ve izinlerinin elde edilmesi şarttır.
Genel İslami eğitim ve öğretim meselesinin araştırılması için değişik İslam ülkelerine mensup muktedir kişilerden oluşan bir komisyon kurmalı işbu komisyonca düzenlenecek rapor gereğince hareket olunmalıdır. İşte İngiliz- Osmanlı ittifakının önemi bu meselede de açığa çıkıyor. ( Gerçi, Avrupa’daki gizli anlaşmalar ile uzlaşmalar böyle bir hayalin oluşmasına meydana meydan vermemiştir.)
[1] . Bu makale: Hindistanlı Filozof Seyit ABDÜLMECİT efendi tarafından kaleme alınan konferans ve makalelerinden oluşan, “ İNGİLTERE VE ÂLEM-İ İSLAM” adlı eserden alınmıştır. Söz konusu eser: Dönemin Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından Türkçeye tercüme edilerek Padişah’a takdim edilmiş ve 1328 / 1910 yılında İstanbul’da kitap halinde basılmıştır.